Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Moskova’da Rusya lideri Putin’le yapıtğı 6 saatlik kritik görüşme sonrası “İdlib ateşkesi” hakkında çok şey yazılıp çizildi. Biz de şimdi “büyük resme”, yani aslında ne olup ne bittiğine bakalım.
Öne çıkanlar
Her şeyden önce, haftalardır İdlib’de yaşanan çatışmalar ve Türkiye’nin 34 canını şehit etmesi nedeniyle gerilen Türkiye-Rusya ilişkileri “kurtarıldı”. İki ülke de ilişkilerini İdlib uğruna feda etmek istemediğini ortaya koymuş oldu. S-400 füze savunma sistemi, Akkuyu Nükleer Santralı, Türk Akımı gibi uzun vadeli ve stratejik önemi yüksek projelerin devam edeceği teyit edildi. Belli ki bundan sonra da bu kırılgan zemin her çatladığında, iki taraf elinden gelen tavizi vermeye ve orta yolu bulmaya gönüllü.
İkinci önemli nokta, bu süreçte Türkiye’nin İdlib meselesini uluslararasılaştırmış olması. Nasıl ki yarasına basılan bir insan can havliyle feryat ederse, Ankara da aynen öyle tüm dünyaya buradan gelen göç dalgasını
Tüm olumsuzluklara rağmen ve hatta sanki onlara inat, aslında sürekli ilerlemekte olan bir Türkiye treni var: Doğu Ekspresi
34 şehidimiz, İdlib gerilimi, Rusya ile gerilen ilişkiler, bir yandan mültecilerin dramı ve koronavirüs... Günlerdir hepimiz hüzne boğulduk. Tam da bu üzücü gelişmelerin öncesinde, evvelki hafta sonu tüm bu gündemin bir anda dışına düştüm. Kendimi Kars’a giden Doğu Ekspresi treninde, karla kaplı köylerin içinden geçerken Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’dan Türkiye’nin uzun vadeli kültür-sanat ve turizm projelerini dinlerken buldum.
O trende seyrederken, sert ve hızla değişen siyasi gündemin her dışına çıktığımda hissettiğim şeyi yine fark ettim: Tüm olumsuzluklara rağmen ve hatta sanki onlara inat, aslında sürekli ilerlemekte olan bir Türkiye treni var. Doğu Ekspresi’nin durduğu duraklar gibi, şu anda yaşadıklarımız da sadece kısa süreli bir durak. Yoksa bir devletin ömrü yüzyıllarca... Bakan Ersoy da sanki bu farkındalığın vücut bulmuş hali gibi;
Maslow’un meşhur “ihtiyaç piramidi”ni biliyorsunuzdur. Amerikalı bilim adamına göre, insan davranışlarının temelinde ihtiyaçlar var ve bunlardan bazıları diğerlerinden daha önemli. Maslow 1954’te bu ihtiyaçları piramit şeklinde bir hiyerarşi haline getirmiş. Bu piramidin el atında insanın yaşamsal ihtiyaçları, yani fizyolojik gereksinimleri var. Kişi bu ihtiyaçlarını karşılamadığı sürece, bir üst basamaktaki ihtiyaçları ona boş gelir. Mesela aç veya susuz olan bir kişi 2. basamaktaki “sosyal ihtiyaçlara” yönelemez.
Merkezdeki İdlib
İşte devletlerin ihtiyaçlarını da bu piramide oturtursak, herhalde ilk temel ihtiyaç olarak devletin bekası, yani ayakta kalması gelir. İdlib üzerinden patlak veren Suriye çıkmazından çıkabilmenin yolunu ararken, işte aklıma bu piramit geldi.
Şu anda Türkiye’nin önünde iki “beka sorunu”nun olduğunu söylemek mümkün. Biri, somut olarak karşısında duran PKK ve onun Suriye’deki uzantısı YPG. Diğeri ise daha soyut bir durum: Rusya-Batı arasında izlemek zorunda
İdlib’de şubat sonu itibarıyla rejim güçlerinin gözlem noktalarımızın gerisine çekilmesi uyarısını tekrarlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Biz ‘çekilmemeleri halinde gereğini yaparız’ dedik. Soçi Mutabakatı’nın gereğinin yerine getirilmesi lazım ve bu konuda taviz vermemiz mümkün değil” dedi.Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İdlib için şubat ayı sonuna kadar rejime süre verilmesine ilişkin olarak “Oradaki gözlem kulelerimizi tahkim ettik, tahkim etmeye de devam ediyoruz. Buradan bu unsurların güneye çekilmelerini söyledik. ‘Çekilmemeleri halinde gereğini yaparız’ dedik. Soçi Mutabakatı bu konuda neye amir ise biz gereğini istiyoruz. Bunun gereğinin yerine getirilmesi lazım ve bu konuda taviz vermemiz mümkün değil” ifadelerini kullandı. “FETÖ’nün siyasi ayağı” tartışmaları üzerinden CHP lideri Kılıçdaroğlu’na yüklenen Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun ‘Yakında iktidar oluyoruz’ sözleri için de “Aç tavuk kendini buğday ambarında
Üst üste aldığımız facia haberleri beni son günlerde gündemimize giren Göbeklitepe’ye, yani uygarlığın başlangıç noktasına götürdü. Zira böyle zamanlarda, insanoğlunun ilk dönemlerine sığınmak bana hep nefes verir. Milyonlarca yıl boyunca acılarla yoğrula yoğrula bu günlere geldiğimizi hatırlattığı için, sanki “Bu da geçer ya hu” diye fısıldar kulağıma. İşte Göbeklitepe de öyle yaptı...
İlk tarım ve yerleşim
Urfa’ya ilk kez gittiğim 1999 yılında Göbeklitepe kazılarını görmek nasip olmuştu. Geçtiğimiz ay Netflix’te Göbeklitepe üzerine kurgulanan Atiye dizisini seyrettiğimden bu yana da, zaten oradaydım sanki. Ama asıl tam da bu hafta üst üste gelen acı haberlerin arasında elime Göbeklitepe kitabı geçince, kendimi sanki orada kaybolmuş buldum. Kazı çalışmalarının ana sponsoru olan Doğuş Grubu’nun yayımladığı kitap, üzerinde yaşadığımız toprakların ne anlama geldiğini gözünüzün içine sokuyor.
Her şeyden önce, burası dünya çapında bilinen en eski anıtsal yapı.
Bugüne kadar sayısını bilmediğim kez konuştuğum, görüştüğüm, İsrail’in en tanınan gazetecilerinden Arad Nir’i, bu sefer Trump’ın yeni açıkladığı Filistin planını konuşmak için aradığımda, şaşırıyorum. Netanyahu’ya mesafeli duruşu ve Filistin meselesine duyarlı tavrıyla tanıdığım Arad, çok farklı bir bakış açısı sunuyor.
İsrail’in İlkleri
Söze; planın Filistin’i tek taraflı ilhak üzerine kurulduğunu ve bir “apartheid” rejimi dayattığını söyleyerek başlıyor. Trump ve Netanyahu’nun tavrının son derece kibirli ve onur kırıcı, küçümseyici olduğunu özellikle vurguluyor. Hemen akabinde ise “put kırıcı” bir tespitte bulunuyor. “Bu planda bugüne kadar İsrail tarafının hiç söylemediği şeyler var, gözden kaçıyor. Aslında ezber bozan bir çözüm bulmak için tarafları zorluyor” diyor.
***
Bu “ilk”lerin birincisi; Netanyahu’nun, ilk kez Filistin egemenliğinden bahseden, “egemen bir Filistin devleti”nin kurulmasını hedefleyen bir planın arkasında durması.
"Trump ve Netanyahu, bir koyunu nasıl yiyeceklerini tartışan iki kurt gibi davranıyorlar. Bu plan Güney Afrika’daki apartheid’dan (ırk ayrımcılığı) bu yana görülmemiş derecede bir eşitsizlik doğuracaktır. Bu, Filistinlileri İsrail tarafından kontrol edilen toprak parçalarında kafese kapatan bir Bantustan planıdır. (Bantustan, Güney Afrika’da siyahilerin yaşamasına izin verilen alan).
Plan, “Apartheid 2.0” versiyonu için yeni bir yol haritasıdır. Bu plan ne barış getirecektir ne de uygulanabilir iki devletli bir çözüm. Filistin liderliği bu planı ancak reddedebilir. Avrupa’yı da Trump’ın planını reddetmeye ve iş işten geçmeden İsrail’in Filistin’i ilhak etmesine karşı ciddi önlemler almaya davet ediyoruz.”
Bu açık mektubu The Independent’a yazarak Trump’ın açıkladığı “İsrail’in Filistin’i ilhak planı”nı kınayanlar, bizzat İsrail’in siyaset ve bürokrasi dünyasının önde gelen isimleri. Aralarında eski büyükelçiler, eski parlamento üyeleri ve ödüllü
41 insanı- mızın hayatını kaybettiği Elazığ depremi, ihtiyaç anında Türk milletinin nasıl “biz” olduğunu, birbirine kenetlediğini bize bir kez daha gösterdi.
Bunun ne kadar özel bir şey olduğunun ayırdına, 2015’te gittiğim Japonya’da varmıştım. Dört yıl önce yaşadıkları 9 şiddetindeki depremin ardından tüm ülkeyi adeta çelik kadar sağlam hale getirmişlerdi getirmesine... Ama insanlardaki yardımlaşma duygusunun nasıl gelişeceğine dair bir türlü çözüm bulamıyorlardı.
Sadece Japonya da değil... Birleşmiş Milletler’in (BM) düzenlediği “Dünya Afet Riskini Azaltma Konferansı”na katılmak için 2015’te gittiğim Japonya’nın Sendai kentinde, zirveye katılan 190 ülke liderinin de Türkiye’den yardımlaşma kültürünü nasıl öğrenmeye çalıştığına bizzat şahit olmuştum. Tabii Türk milletinin bunu öğrenerek değil, doğuştan getirdiği ruhla yaptığını bilmeden...
Türk yardımlaşması