Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Moskova’da Rusya lideri Putin’le yapıtğı 6 saatlik kritik görüşme sonrası “İdlib ateşkesi” hakkında çok şey yazılıp çizildi. Biz de şimdi “büyük resme”, yani aslında ne olup ne bittiğine bakalım.
Öne çıkanlar
Her şeyden önce, haftalardır İdlib’de yaşanan çatışmalar ve Türkiye’nin 34 canını şehit etmesi nedeniyle gerilen Türkiye-Rusya ilişkileri “kurtarıldı”. İki ülke de ilişkilerini İdlib uğruna feda etmek istemediğini ortaya koymuş oldu. S-400 füze savunma sistemi, Akkuyu Nükleer Santralı, Türk Akımı gibi uzun vadeli ve stratejik önemi yüksek projelerin devam edeceği teyit edildi. Belli ki bundan sonra da bu kırılgan zemin her çatladığında, iki taraf elinden gelen tavizi vermeye ve orta yolu bulmaya gönüllü.
İkinci önemli nokta, bu süreçte Türkiye’nin İdlib meselesini uluslararasılaştırmış olması. Nasıl ki yarasına basılan bir insan can havliyle feryat ederse, Ankara da aynen öyle tüm dünyaya buradan gelen göç dalgasını duyurmaya çalıştı ve duyurdu. Sonuçta da ABD’nin ilgili yetkilileri geçtiğimiz hafta soluğu Ankara’da ve İdlib’de aldılar. Bu da, çok taraflı diplomasinin ve uluslararası platformları kullanmanın önemini bir kez daha öne çıkardı.
Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin ve NATO üyeliğinin bu denklemde ne kadar caydırıcı bir kart olduğu da bir kez daha ortaya çıktı. Nasıl ki Ankara İdlib uğruna Rusya ile ilişkilerini feda etmemeye kadar verdiyse, Rusya’nın da aynı kararı vermesinde Türkiye’nin Batı kartının çok etkili olduğu muhakkak.
***
Bununla birlikte, ateşkesin maddelerine baktığımızda, Ankara’nın Esad rejiminin Soçi Mutabakatı sonrası son haftalarda kendi kontrolüne kattığı bölgeleri (M5 karayolu dahil) teslim etmeyi kabul ettiği anlaşılıyor. Ki hep yazdığımız gibi- her şeyden önce daha fazla şehit vermemek için ve Moskova ile bir orta yol bulabilmek adına başka bir yol yoktu.
Zaten Esad da bu ateşkesi onaylamış görünüyor. Ankara’daki kaynaklarımdan, Moskova zirvesi sırasında Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un sık sık salondan çıkıp Esad’la telefonda görüştüğü bilgisini aldım. Dolayısıyla, Ankara, Suriye rejimi nasıl ki bu zamana kadar Türkiye’nin İdlib’deki 12 gözlem noktasına saldırmadıysa, bundan sonra da saldırı beklemiyor.
Gerekli temkin
Tüm bunları saydıktan sonra, neden temkinli olunması gerektiğini hatırlamakta fayda var. Öncelikle, İdlib birçok radikal silahlı örgüte yuva olmuş vaziyette. Bu grupların ise ateşkese uymasını beklemek gerçekçi olmaz. Şam’a karşı savaşan bu örgütleri ne Esad ne de Putin tutabilir. Zaten bunların başında gelen HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) daha şimdiden ateşkese uymayacağını açıkladı bile.
İkincisi, ABD’nin bu anlaşmadan memnun olduğunu düşünmek saflık olur. Nasıl ki Ankara-Moskova hattının gerilmesiyle birlikte Washington Türkiye ile müttefik olduğunu hatırlayıp aniden devreye girdiyse ve ardı ardına destek açıklamaları sıraladıysa... Bundan sonra da ABD ile bağlantılı gruplar bu gerilim hattını canlandırmak isteyebilir.
Ancak hepsinden öte, Esad ve Rusya şimdilik es vermiş olsalar da, daha ne kadar süre Türkiye askerinin ve destekli grupların burada kalmasına göz yumarlar? Unutmayalım ki İdlib 2011’den beri süren Suriye savaşının son halkası. Yani toprak paylaşımını tamamlayacak, güç dengelerini yerine oturtacak son dönüm noktası. Bu yüzden de bu ülkede vekâlet savaşı yürüten Rusya ve ABD için son derece kritik bir nokta. Ayrıca muhalif gruplar için de, sığındıkları son kale, son mücadele noktası. Peşini kolay bırakmayacaklardır.
Buranın stratejik önemi de bu mücadeleyi kızıştırıyor. İdlib Suriye’nin kuzeyinden Şam’a, oradan da Ürdün’e kadar uzanan M5 otoyolunun üzerinde bulunuyor. Ülkenin ticaret merkezi olan Halep ile Akdeniz kıyısındaki Lazkiye’yi de otoyolla bağlıyor. Yani İdlib’i alan, Akdeniz sularına açılmış oluyor.
***
Kısacası, ne Esad’ın ne Putin’in buradan vazgeçmesi beklenmemeli. Tam da bu yüzden evvelsi gün kotarılan ateşkes, sadece uzun ve meşakkatli bir yolculukta nefeslendiğimiz bir durak. Asıl şimdi orta vadeye odaklanma vakti.