İnsanlar neden evlenirler sorusuna verilen cevaplarla, evliliklerin neden kısa sürdüğü konusu aslında birbiri ile çok örtüşür. Bazen insanlar evliliği, hayatlarında olan sıkıntılardan kaçış yolu olarak görebilirler. Ailelerinden, sorumluluklardan, yasaklardan, toplumsal kurallardan, yalnız kalmaktan kaçtıkları için evlenirler. Evliliğin ne olduğunun bilinmemesi ile yapılan her evlilik bir zaman sonra ayrılıkla sonuçlanır.
Günümüzde birçok kişi evliliğin kendisini sevdiği için evlenmek ister. Evleneceği kişi ile arasındaki uyumdan ziyade, o kişinin evlenmeyi düşünmesi ile evlilik gerçekleşir. Oysa iyi bir evlilik için çiftlerin birbirlerini iyi tanıması gerekir. Belirli durumlarda verdikleri tepkiler, savunmalar, tartışma biçimleri, kullandıkları üsluplar, sinirlenince gösterilen davranışlar, fedakarlık sorumluluk alması gerektiği durumlar, iletişim kurma yolları gibi özelliklere dikkat etmek çok önemlidir. Birçok insan karşısındaki kişiyi tanırken daha yüzeysel kavramlara bakar. Örneğin, mesleği, evi,
Evlenmeden önce partnerime neler sormalıyım? Çift terapisi yaparken fark ettiğim en önemli ayrıntılardan bir tanesi de günümüzde insanların ne kadar flört ederek evlenseler de yine de birbirlerini tanımadan evlendikleriydi.
Birbirini tanımak yüzeysel ilişkilerden çok nitelikli ilişkiler içerisinde gerçekleşiyor. Çiftler evli olsalar bile hala birbirlerini yeterince tanıyamıyorlar. Örneğin bir tartışma anında ruhsal savunmalarını, tartışma şekillerini, karşısındaki kişinin nasıl tepki vereceğini, cinsellik ile ilgili düşüncelerini, hayat hakkındaki düşüncelerini, gelecekten beklentilerini, birbirlerinin hayatlarındaki zorlukları bilemiyorlar. Birbirlerini tanımak için iletişim kurmaktan, yanlış anlaşılırım korkusuyla doğru soruları sormaktan çekiniyorlar. Sorulabilecek birçok soru olsa da temel olarak sorulması gerekenlerden başlayalım:
Hayattan beklentilerimiz ortak mı? Benzer hayallere sahip miyiz? İhtiyaçlarımız neler? Birçok kişi şu an için ilişkisinde anlaşıp anlaşamayacağını tespit etmeye çalışır. Uzun vade de yapmaz. Ancak bazen
Öncelikle kendi yeni yıl hedeflerinizi belirleyin. Hedefleriniz neler? Bu hedeflere ulaşırken nelere ihtiyacınız var bunları belirleyin. Planlama yapın!
Belirlediğiniz hedefleri hemen, ertelemeden gerçekleştirmeye çalışın. Öncelikle insan psikolojisi karar alırken uygulamada hep bir gün belirlemek ister. “Örneğin bu hafta başında başlayacağım, bu ay içerisinde yapacağım” gibi aslında şimdi uygulanabilecek bir kararı bir tarihte başlamak üzere ertelerler. Şimdi değilse ne zaman? Bir şeye başlamak için en uygun zaman şimdiki zamandır, şu an içerisinde bulunduğunuz zaman. Dolayısıyla ertelemeyin.
Ne kadar önemli? Hedeflerinizin sizin için ne kadar önemli olduğuna bakın. Önem sırasına göre aksiyon alın.
Belirlediğiniz hedeflerin gerçekçi olduğundan emin olun. Gerçekçi olmayan hedefler, motivasyonunuzun hızla düşmesine neden olur ve size hayal kırıklığı yaşatır. Bu noktada mantıkçı kararlar alın. Hayalperest olmayın. Duygusal kararlar almayın. Kararlarınızı belirledikten sonra ne kadar uygun olabileceğini gözden geçirebilmek için,
İlk görüşte aşk hakkında uzun yıllardır farklı fikirler ve teoriler ortaya atılıyor. Size hangi fikir daha yakın geliyor? Önce aşkın ne olduğuna, vücudumuzda nasıl bir etki bıraktığına ve ilk görüşte olup olamayacağına birlikte bakalım.
Aşk kuvvetli bir duygudur. Diğer duygulardan daha yoğun olabilir ve çeşitlidir de. Tutku, fiziksel çekim gibi diğer duygularla da bir arada yaşanabilir. Aşık olduğunuz zaman vücudunuzda değişiklikler hissedersiniz. Kalbiniz hızlı çarpar, kan dolaşımınız kollara ve bacaklara doğru yayılır çünkü vücudunuz adrenalin salgılar. Adrenalin de vücutta bunu oluşturur. Adrenalin aynı zamanda beynin tehlike olarak gördüğü, fark ettiği durumlarda da salgılanır. Aşkı da beyin ilk anda bir tehdit olarak görür. Sonra oksitosin hormonu salgılanır. Oksitosin için en yakışacak isim sevgi hormonudur. Bu sebeple kendinizi daha sevgi dolu, özgüvenli, mutlu, yeterli hissedersiniz. Hayatınızın daha kolay ve yolunda olduğunu düşünürsünüz. İştah ve uyku durumlarınız değişebilir. O’nu gördüğünüzde
Aldatma ile ilgili sıklıkla karıştırılan hadiselerden bir tanesi dürtüsel aldatma ile narsisistik tür aldatmadır. Bu ayırım aldatma sonrası ilişkileri toparlayabilmek ve terapi ile durumu iyileştirebilmek açısından önemlidir. İkisi arasındaki farkı biraz inceleyelim.
Dürtüsel aldatma ile narsisistik aldatma birbirinden farklıdır. Dürtüsel aldatma eylemin sonuçlarının ne olacağını düşünmeden o anlık gelişen, durdurulamayan sonu büyük olasılıkla da cinsellik ile biten aldatma biçimidir. Narsisistik aldatma ise günümüzde aslında birçok kişinin yaşadığı ancak farkına varamadığı bir aldatma şeklidir.
Narsisistik tür aldatma biçiminde insanlar onaylanma, çevre tarafından kabul görme ve önemli hissetme ihtiyacı içerisinde olurlar. Bu tatmini de çevrelerindeki yakın gördükleri karşı cinsten sağlamaya çalışırlar. Bu tarz aldatmalarda kişiler temelde kendilerini daha yetersiz hissettikleri için önemli olabilmeye ihtiyaç duyarlar. Partneri baştan çıkarma süreci onlar için daha önemlidir.
İlişkinizde iletişim kopukluğunuz varsa ve alışkanlık olarak tartışma adabına uyum göstermekte zorlanıyorsanız, öfke kontrolü yapamıyorsanız, pek iç açıcı sonuçlarla karşılaşmazsınız. Saygısızlaşma, genellikle ortada bir problem olduğu zamanda, kişiler isteklerini tam olarak anlatamadığında ve karşı taraftan da anlaşılmadıklarını hissettiklerinde, daha önceden kullandıkları bir problem çözme davranışında saldırganlık ve kişiliğe hakaret etmek varsa bir zaman sonra ilişkilerde kendiliğinden ortaya çıkıveriyor.
Bireyler saldırganlıkla daha önceki yaşantılarında bir şeyleri elde etmişler ise bu davranış kalıbı üstlerine yerleşiyor, tartışma anında ise doğal olarak ortaya çıkıyor. Bazen bireyler flört ve özel ilişkilerinde de üste çıkmanın avantaj olacağı düşüncesiyle aynı yöntemi kullanıyorlar. Örneğin tartışma esnasında karşı taraf haklı ise, bunun bir tehlike olabileceğini düşünen eş, altta kalmamak için karşı tarafın kişiliğine hakaret edebiliyor, eski konuları gündeme getirip onu suçlayabiliyor, tartışırken hatasını kabul etmek
Heyecanla başlıyor, sonra ilişkiler yerini rahatlığa bırakıyor. İlk günün tutkusu bütün ilişki içerisinde yıllarca sürmüyor, tutku, heyecan yerini güvene, sakinliğe bıraksa da insanlar bazen o ilk an ki duygularını özleyebiliyor ve o anları tekrardan yaşamak isteyebiliyorlar.
Birçok kişi aşkın ömrünü merak ediyor, her başladıkları ilişkide tutkuyu kaybetmemek adına çabalıyor ve değişik oyunlara başvuruyor. Bazen ilişkilerle ilgili kabul edilmesi gereken gerçekler içerisinde olan şeyler de gözden kaçabiliyor. Aslında monotonluktan kurtulmanın birinci kuralı, “daha farklı neyi beklediğini bilmektir." Çünkü ilişki başladığında tutku ve heyecan en doruk noktada olsa da bunun sürekli devam etmesi hali de bazen insanları rahatsız edebiliyor. Dolayısıyla ilişkilerin aşama atlayıp o güvene ve rahatlığa erişmesi huzur verici de olabiliyor. Acaba hem huzuru hem de heyecanı aynı anda yaşamak mümkün müdür?
Fazla uyaranın söz konusu olduğu günümüzde insanlar hareketli yaşamak istiyorlar. Günlük yaşamın
Çoğu zaman kıskançlık bir ilişkinin tuzu biberi denilse de bazen ilişkilerde bu denge tutmayabiliyor. Kimi insan partnerinin çok kıskanç olduğundan şikayet ediyor kimisi ise hiç kıskanılmadığını yeterince sevilmediğini düşünüyor. Peki ama bunun dengesi ne, kıskançlık ne kadar olmalı mı, kıskançlık sonrası tavırlarınız nasıl olmalı ve nasıl yenmelisiniz?
Öncelikle kıskançlığın ne olduğuna bakalım. Partneri kıskanmak birçok zaman kaybetme korkusuyla başlıyor. İnsanlar partnerini kıskandıktan sonra yaşanan durumu ve olayı ‘onu kaybetmekten korku’ya bağlayabiliyorlar. Özellikle de hayatta her şeyi kontrol altına almak isteyen kontrolcü kişiler kaybetmeyi bir başarısızlık olarak gördüklerinde ilişkilerinde de karşılarındaki kişiyi kıskanarak yönlendirmeye çalışıyorlar.
Sevdiğiniz insanı kaybetmekten korktuğunuzda davranışlarınız değişir. Kendiniz gibi davranmaktan uzaklaşırsınız. Korkularınız sizi esir alır. Kaybettikten sonra yalnız kalma süreci başlar. Birçok insanın yalnız kalma ile ilgili problemleri vardır. Yalnızlığı ile barışmayan kişiler