İlk görüşte aşk hakkında uzun yıllardır farklı fikirler ve teoriler ortaya atılıyor. Size hangi fikir daha yakın geliyor? Önce aşkın ne olduğuna, vücudumuzda nasıl bir etki bıraktığına ve ilk görüşte olup olamayacağına birlikte bakalım.
Aşk kuvvetli bir duygudur. Diğer duygulardan daha yoğun olabilir ve çeşitlidir de. Tutku, fiziksel çekim gibi diğer duygularla da bir arada yaşanabilir. Aşık olduğunuz zaman vücudunuzda değişiklikler hissedersiniz. Kalbiniz hızlı çarpar, kan dolaşımınız kollara ve bacaklara doğru yayılır çünkü vücudunuz adrenalin salgılar. Adrenalin de vücutta bunu oluşturur. Adrenalin aynı zamanda beynin tehlike olarak gördüğü, fark ettiği durumlarda da salgılanır. Aşkı da beyin ilk anda bir tehdit olarak görür. Sonra oksitosin hormonu salgılanır. Oksitosin için en yakışacak isim sevgi hormonudur. Bu sebeple kendinizi daha sevgi dolu, özgüvenli, mutlu, yeterli hissedersiniz. Hayatınızın daha kolay ve yolunda olduğunu düşünürsünüz. İştah ve uyku durumlarınız değişebilir. O’nu gördüğünüzde bunları yaşıyorsanız, o’na aşık olabilirsiniz. İşte teorilerden bir tanesi aşkın bu biyokimyasal yanı üzerinde durur.
Bazı düşünsel davranışçı teoriler ise önce düşüncenin geldiğini ve sonra duyguların gerçekleştiğini söyler. Yani fiziksel belirtiler bir yana zihinsel belirtiler üzerinde durur ve bu fiziksel belirtileri aslında düşüncelerin oluşturduğunu söyler. ‘Önce karşı tarafa dair zihninizden bazı düşünceler geçirirsiniz, kafanızda onun nasıl biri olabileceğini geçmiş yaşam tecrübeleri ile yorarsınız ve sonra ona karşı bir şeyler hissedersiniz’ gibi örneklendirilebilir. Üstelikte bunu zihin çok hızlı bir süre içerisinde yapar ve siz ne düşündüğünüzü bile bazen fark etmezsiniz. Bu teoride karşı tarafta gördüğünüz özelliklerin birçoğu gerçekten de onun sahip olduğu özelliklerdir. Bunu yakaladığınız için ona karşı hislerinizin olduğu düşüncesidir.
Çocukluktan itibaren büyürken birçok kavramı öğrenirsiniz. Hayata dair birçok kelimenin anlamı zihninizde yaşam deneyimleri ile şekillenir. Aile olmak, aşık olmak, anne olmak, baba olmak, iyi bir arkadaş olmak gibi. Bunların bir çoğunu yaşarken öğrenirsiniz yada kendi anne babanızı yakın çevrenizi gözlemlersiniz. Otomatik olarak onların rollerini içselleştirerek büyürsünüz. Bu yüzden de bazı anlarda onlar gibi davrandığınıza kendiniz de şahit olmuşsunuzdur. Televizyon, yakın çevre, duyduklarınız, gözlemledikleriniz, okulunuz, doğduğunuz büyüdüğünüz çevre, kişiliğinizin gelişmesinde rol oynar aynı zamanda bu kavramlara dair fikirlerinizin oluşmasında da.
Karşı cinse dair beklentileriniz siz fark etmeseniz de böyle yıllarca içselleştirilir. Bazen kızların daha çok babalarına, erkeklerinde annelerine benzeyen kadınlarla evlendiklerine rastlarız. İşte bu sebeplerden biridir. Zihninizde karşı cinste olmasını dilediğiniz özelliklere dair farkında olmadığınız bir liste vardır adeta. Doğru olduğunu düşündüğünüz kişiyi gördüğünüzde zihninizden özellikleri karşılaştırmaya başlarsınız. Bir çoğunu karşıladığını düşündüğünüz anda ona aşık hissedersiniz. Üstelik bu karşılaştırma süreci yine çok hızlı bir sürede olur ve siz farkına varmazsınız.
Bir diğer teori ise, karşı tarafı hiç tanımadan ona düşündüğünüz özellikleri yüklemenizle ilgilidir. Bu defa karşınızdaki kişide o özellikler aslında hiç yoktur ama siz varmış gibi algılar zihninizdeki o özellikleri karşınızdakine atfedersiniz. Bazen beklentiniz dışında çıktığını zamanla görürsünüz. Hatta birçok pişmanlık bunun sonucunda oluşur. Çünkü zihin bazen dış görünüş ile ilgili yanılabilir. Algıyı bozan bazı faktörler vardır. Örneğin fiziksel çekicilik ve güzellik gibi kavramlar. Güzel ve çekici olanın daha iyi olacağını düşünerek algılayabilir insanları. Bu sebeple, bu teori hiç tanımadan yüklediğimiz düşünceler sonucunda aşk olduğunu iddia eder.
Bir diğer teori ilk görüşte aşkın olmadığını, hoşlanmanın olduğunu ve aşkın zamanla oluşabileceğini söyler. Bu ilk zamanlar hissedilenlerin fiziksel bir çekim olduğundan ve duyguların karıştığından bahseder. Burada paylaşımlar arttıkça duyguların yoğunlaşacağı düşünülür. Bazen tutkunun, hoşlanmanın da aşk ile karışabileceği düşünülür. Peki ya siz hangi düşünceye kendinizi daha yakın hissettiniz, hangisine daha yakınsınız?