Geçtiğimiz günlerde psikanaliz dünyasının önemli isimlerinden Salman Akhtar Türkiye' de idi. Hem İstanbul' da hem Ankara' da konferanslar verdi. Son derece verimli ve zengin bir deneyim oldu katılımcılar için. Akhtar, konferansın bir bölümünde ikili ilişkilerde veya her grubun içinde cereyan eden ”sapkın iletişim" diye isimlendirdiği bir durumdan da bahsetti. P.C. Morelli ve P. Couderc’ in buna verdikleri isim ise “narsistik sapkınlık”.
Çevrenizde böyle iletişim kurmaya çalışan kişiler olabilir ya da bir şekilde denk gelmişsiniz ya da yollarınız kesişmiştir. Yukarıda bahsettiğim yazarlar ikili ilişkilerde manipülatif iletişim tarzları olan kişilerin özelliklerini ve karşısındaki mağdurun düştüğü durumu geniş vaka örnekleri ve söyleşiler üzerinden anlatmaktadırlar.
Manipülasyon terimi yaygın anlamında, kendi iktidarını yerleştirme yönündeki az çok bilinçli bir hedefe yönelik olarak kişiler arasında uygulanan küçük entrikaları kapsar. Ancak bunlar “narsistik sapkınlık” biçimini aldığında önemli bir soruna dönüşür. Günümüzde daha sık rastlanan bir ilişki modeli olduğu ileri sürülmektedir.
Narsistik bir sapkın kimdir?
“Ters dönmüş, devrilmiş” anlamına gelen Latince perversus’ tan gelen
Bir insanı unutabilirsin,
Bir insanın sana neler yaptığını da unutabilirsin,
ama o insanın sana ne hissettirdiğini asla unutamazsın.
Sigmund Freud
Duygularımız mı bizi yönlendiririr yoksa düşüncelerimiz mi? Duyguların gücü nereden geliyor? Bariyerin altında bulunan bilinçdışı yapılanma gücünü düşüncelerden mi alıyor, duygulardan mı?
Yaşamdaki ilk duygusal travmamız, çocukluk çağımızda bakıcımız olan kişiler tarafından terk edildiğimiz düşüncesi yaşadığımızda oluşur. Terk depresyonu da denen bu dönemdeki duygularımız, sonraki yıllarda da yaşadığımız ilişkilere bağlı olarak bilinçdışımızdan yüzeye çıkabilir.
Kızmak, üzülmek, sevinmek, sevmek, nefret etmek, mutlu olmak, acımak, öfkelenmek, korkmak, utanmak, kıskanmak… Ayrıca zevk almak, haz duymak gibi sıralayacağımız duygular var. Peki bu duyguları kendimiz hissettiğimizde bunların ne kadar farkındayız? Duygularımızın adını koyabiliyor muyuz?
Biliyor musunuz “Aleksitimi” diye adlandırılan; “Duyguları tanıma ve ayırt etmede zorluk” olarak açıklanan aleksitimik kişilikler de var. Bu kişilerde “Psikosomatik bozukluk” gibi çeşitli psikolojik rahatsızlıklar görülebiliyor.
Evli ve çocuk sahibiysek yaşamımızda meydana gelebilecek her türlü değişiklik çocuklarımızı da etkiler. Boşanma söz konusu olduğunda bu durum, çocuklar için yaşayacakları en önemli travmalardan biri olabilir. Onlar sadece ana-babalarının boşanmalarına değil, aynı zamanda onlarda meydana gelen değişikliklere de uyum sağlamak zorundadır. Bu nedenle çocuklarımıza elimizden geldiğince yadımcı olmalıyız.
Araştırmalar iki farklı görüş öne sürerler; kimi araştırmalar çocukların ömür boyu yara aldığını öne sürerken, kimileri de çocukların ana-baba boşanmasından yararlanabileceği görüşünü savunur. Evliliğiniz kötü gitmeye başladığında ya da boşanmaya dair tehlike başgösterdiğinde çocuklar bunu hemen sezinlerler. Hatta yetişkinlerden daha fazla farkında olurlar.
Aslında çocuklar bu süreçte ailelerine destek bile olurlar. Çoğu zaman üzmemek için uslu olurlar. Ne kadar acı ve öfke yaşadıklarını belli etmezler, anne-babalarını mutlu etmeye çalışırlar. Anne-babalarını hırpalamamak için kendi uyum süreçlerini bir süre dondururlar. Ne zaman ana-babalar rahatlar, uyum sağlar ve güçlenirse dikkatli olmaları gerekir.
Çocuklar ana-babalarının toparlandığını sezinlediklerinde, artık tepki vermeye
Ünlü psikanalist Rollo May, kadın-erkek ilişkisi için "Tuhaf nedenlerle en çok önem taşıyan
şeyleri paylaşmakta utangacız. Böylece insanlar kendilerini, bir ilişkide daha tehlikeli
ve zedelenebilir kılacak fantezilerini, umutlarını, korkularını ve arzularını
paylaşmaktansa, bedenlerini paylaşıyorlar, hemen yatağa atlayıp kısa-devre yapıyorlar."
diyor.
Bağlanma kaygısı hem kadınlarda hem erkeklerde görülebilir. Yapılan araştırmalarda ilişki
yaşamak konusunda kaygı ve kararsızlık erkeklerde daha fazla görülmekte. Yani ait olma,
yakınlık, sıcaklık kurmaya engel olan bağlanma kaygıları kendisini; sürekli yaklaşma-kaçınma,
Gabriel Garcia Marquez, ünlü Güney Amerika' lı yazarı en çok 'Yüzyıllık yalnızlık' kitabından bilirsiniz. Marquez' in ölmeden önce yakınlarına, dostlarına yazdığı bir 'veda mektubu' var, okumadıysanız lütfen okuyun. Fantastik kurgunun da önemli temsilcilerinden olan yazarın, ölüme giderken 'keşke' lerini okuyunca durup tekrar tekrar düşünüyorsunuz; "İyi de nereye koşuyoruz?" diye. Marquez "Tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı... Gün geçmesin ki, karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. Tüm kadın ve erkekleri en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna ederdim. Ve aşk içinde yaşardım." diyor. Sizin de 'Hayatın sizin için anlamı' konusunda kimi zaman düşündüğünüz olmuyor mu?
Günümüz toplumunda profesyonellere başvurma nedenleri arasında; 'Boşluk depresyonu' diye tanımlayacağımız anlam yoksunluğu sorunu oldukça fazladır. Hızlı iş temposu, rekabet ortamı, başarıya endeksli bir hayat kişinin kendi ihtiyacı olan şeyin ne olduğu sorusunun çoğu zaman karşılığı olmamaktadır.
Mutsuzluk, hayatı anlamlandıramama, yaptığı işlerden ve katıldığı ortamlardan zevk almama, sanki sürüklenircesine geçen bir hayat yani 'Anlam yoksunluğu' en önemli varoluş sorunlarından
Geçtiğimiz günlerde, spora önem veren anneler tarafından başlatılan ve bir sivil toplum hareketi olan "Olimpik Anneler Projesi" hayata geçirildi. Konu, sporun insanın ruh ve beden sağlığına olan iyileştirici etkisi sebebiyle oldukça önemli ve desteklenmesi gereken bir hareket.
Sporun çocuğun hayatındaki olumlu katkıları bizzat kendi çocuğumla olan yolculuğumda birebir deneyimlediğim bir durum. Çocuk büyüten her anne-baba bilir; çocuğun kendi doğasının getirdiği özelliklerin yanında bizim onların hayatına katmaya çalıştığımız şeyler konusunda çocuk kendisinin de keyif aldığı, heyecanlandığı ve yeteneklerini ortaya çıkaracak aktivitelerin içinde kalır. Bunların dışında ne kadar zorlarsak zorlayalım çocuk sevmemişse iflah olmaz bir biçimde hoşnutsuzluğunu belli edecektir. İster mızmızlanarak, ister sabahları kalkmak istemeyerek veya gitse de mevcut aktivitenin içinde ağırdan alıp, verilen yönergeleri yerine getirmeyerek.
Ancak çocuklarını çeşitli hobi ve aktivitelerle tanıştırma sorumluluğu taşıyan ebeveynler bilirler ki veya göreceklerdir ki mevcut spor dallarından birisinin kendi çocuklarının yakın duracağı bir dal olma ihtimali çok yüksektir. Çocuğun esnek, hareketli ve oyuncu
Cinselliğe dair inanç ve tutumlar, son yıllarda kadınlar lehine büyük değişikliğe uğrasa da, profesyonellere yapılan başvurularda cinsel yaşamı olumsuz yönde etkileyen inanç, görüş ve değer yargılarının, hala sayısı azımsanmayacak derecede çiftin, cinsel yaşamında problemler yaşamalarına neden olmaktadır.
Eskiye oranla günümüzde kadın da, en az erkek kadar; cinsellikten zevk almak istediğini erkeğe belli etmeye, cinsel baskılardan kurtulmaya, sorunlarını kavramaya ve bu konuda kendini geliştirmeye çalışmaktadır ancak, bazen eğitim düzeyi oldukça iyi, modern görünen kentli kadının bile cinsellik konusunda önemli güçlükleri olduğu görülmektedir.
Bu durum çoğu kadında, ilk cinsel birleşme deneyimi esnasında ortaya çıkan "vaginusmus" adı verilen cinsel fonksiyon bozukluğundan tutun da, cinsel açıdan zevk alamama, orgazm bozukluğu ve cinsellikten kaçınma gibi evlilik ilişkisinin bozulmasına yol açan sorunlar ortaya çıkarmaktadır.
Peki sebepleri nelerdir?
Birçok danışanda problemin nedeni, katı tutumlarla yetiştirilmeleridir. Ana-babalar, çocuklara cinselliği öğretirken aynı zamanda iyi birer model olurlar. Cinselliğe yönelik tutumları bastırma ve suçluluk duyguları ile dolu anne-babalar,
Bu hafta Açık Öğretim Fakültesi bünyesinde Psikoloji Bölümü açma konusunda bir çalıştay yapılacak. Psikoloji eğitimi aldığım yıllarda Hacettepe Üniversitesi' ndeki saygıdeğer hocalarımın nasıl bir titizlikle bizi yetiştirmeye çalıştıklarını, mesleki etik anlayışımızın oluşması üzerinde tüm öğrenim yaşamımız boyunca özellikle tavizsiz yaklaşımlarının bugün ne denli önemli olduğunu çok daha iyi anlamaktayım. Sadece benim bildiğim dönem arkadaşlarımın, meslektaşlarımın bu ciddi eğitimin sonucu olarak çalışma prensiplerini de yıllar içinde en iyi şekilde sergilediklerine tanık oldum.
Bizler, insanla çalışmanın ve ruhsal sağaltımın ne denli önemli olduğunu biliyoruz. Sınırlarını bilmeyen psikoloji eğitimi almış veya almamış kişilerin keyfi ve populist yaklaşımlarına maruz kalan insanların çok değerli ve özel olan ruhsal dünyalarına zarar verilmesine kimsenin hakkı olmadığını düşünüyoruz. Olaylara yaklaşımımız bu nedenle hassa ve kararlı olacaktır.
Psikoloji lisans ve lisansüstü eğitim süreci çeşitli deneysel ve uygulamalı derslerin de olduğu zorlu bir eğitimdir. Bu konuda yeterli alt yapısı olmayan, uygulama ve deneysel çalışmaların yapılamayacağı aşikar bir girişimden sözedilmektedir.