Kadınlarda orgazm sorunu çok konuşulmayan ama hem kadının ruh ve beden sağlığı üzerinde hem de eşler arasında problem yaratabilecek bir konudur. Kadnlarda orgazm problemi sanıldığından çok daha fazladır. Birçok kadın bunu sevgilisinden ya da kocasından saklayabilmekte, bazıları da açıkça söylemektedir.
Farklı biyolojik ve ruhsal örüntüye sahip bireyler olarak düşündüğümüzde bu konuda da tek ve aynı olma halinden bahsedemeyiz. Kinsey raporunda(1950' lerdeki Amerikan toplumunun cinsel eğilimlerine ilşkin en geniş araştırma) bu durum çok net bir şekilde ortaya konmuştu. Günümüzde ise internet arama motorları üzerinden 1 milyar aramayı, araştırmacı yazarlar analiz etmişler ve cinsellikle ilgili günümüz eğilimlerini ortaya koymuşlar. Konumuz bu değil, o yüzden spesifik olarak kadınların orgazm sorunundan bahsedeceğim.
Orgazm sorunu olan kadınların çoğu; hiç orgazm olmamış kadınlar ve masturbasyonla orgazm olabildikleri halde bunu partneriyle birlikte gerçekleştiremeyenler olmak üzere iki kısıma ayrılırlar. “Orgazm olamama” sorununda, ne cinsel ilişki ne de masturbasyon sırasında hiçbir zaman klimaks yani orgazm fazına erişmek mümkün olmamakta. Bazı kadınlar uykuda iken klimaksa erişirler
Amerika’ da evli erkeklerle yapılan bir araştırmada, erkeklerin %93' ü ikinci bir şansları olsa yine aynı kadınla evlenmek istiyormuş. Buyrun buradan yakın!
Evliliklerin daha doğrusu evli kalmanın zorluğu konusu hem profesyonelleri hem evlilik kurumunun taraflarını bu kadar meşgul ederken, bu nasıl bir sonuç demez misiniz?
Bu sonuç üzerine kafa yorsanız işin içinden çıkabilmek ne kadar mümkün? Erkeğin 'bağlanma biçimleri' ile ilgili yazılanlara baktığımızda, “bağımsız davranabilmeyi” daha iyi becerdiğini açıklamaya çalışır.
Konu kadın erkek ilişkisi olunca, bir hikaye başlar ve aslında o hikaye hiç bitmez demek geliyor insanın içinden. Amerika’ lı yazar Neil Chethik “Voicemale” isimli kıtabında, erkeklerin evlilik, seks, bağlılık ve sevgi konusunda gerçek düşüncelerinin sanıldığından çok daha farklı olduğunu, yüzlerce kişi ile yaptığı görüşmeler sonucu bulgulamış.
Karısını aldatan erkeklerin büyük çoğunluğunun, eninde sonunda karısına geri döndüğünü siz de etrafınızda mutlaka gözlemlemişsiniz, duymuşsunuzdur. Hele birikinci kadın rest çekmeye başlasın, “boşan” desin ya da evliliği tehdit altına girsin, hemen kuyruğunu sıkıştırıp karısına döner erkek; “Ben aslında karımı seviyorum.”,
Ergenlik; yönetmen Reha Erdem' in bir röportajında söylediği gibi bir "bir acılı bahçe". Ergenin dinamik, karmaşık, sancılı, macera dolu, heyecanlı yolculuğunun kapladığı zaman dilimi aynı zamanda yalnız, tekinsiz ve kimliksiz de kaldığı ve psikanalistlerin ikinci doğum olarak tanımladıkları bir geçiştir.
Günümüz gençleri ile ilgili anne-babalaların ve eğitimcilerin görüşleri genel olarak zorlandıkları yönündedir: Çocuklar neden bu kadar asi? Neden bu kadar cüretkar? Hiçbirşeyden tatmin olmuyorlar, sorumsuz, odasından çıkmıyor ya da bizimle doğru düzgün konuşmuyor... Derslerine çalışmıyor, okulda devamsızlıktan kalacak... hep bıkkın ve depresif, geceleri çok geç yatıyor, sürekli bilgisayarda takılıyor ve oyun oynuyor, telefon elinden hiç düşmüyor... arkadaşlarını hiç onaylamıyoruz, alkol kullanıyor gibi.
Psikanalist Talat Parman ergenler ile ilgili yazdığı kitabın adını "Ergenlik ya da Merhaba Hüzün" diye koymuştur. Parman, Françoise Sagan' ın "Merhaba Hüzün" isimli kitabından yola çıkarak ergenliğe dair şunları söyler: "Ergenlik hüzün demektir. Giden ve bir daha gelmeyecek olanın hüznüdür. Giden çocukluktur, biseksüalitedir, anne babayla kurulmuş olan o yoğun bağdır.
Erkek çocuklar gözyaşlarından, çaresizliklerinden ve ruhsal acılarından utandırılarak büyütülür.
Kadınsı ve anaç olanın küçümsenmesi ve değersizleştirilmesi, erkekler için empati yetisinin gelişmesine ve acıyı hissetmelerine engel teşkil ediyor.
Empatiyi, başkasının duygusunun tadına bakabilmek, onun yaşadığı zorluğu ve sıkıntıyı anlayabilmek için onun yerine kendini koyabilmek olarak tanımlarsak, kişilerarası ilişkilerde ne denli onemli olduğunu da anlayabiliriz.
Yapılan araştırmalarda, çocuk hamileliğin son üç ayı içerisinde annenin sesini duymaya, yeni doğmuş bebek ise yaşamının ilk üç günü içindeyken annesinin sesini diğer insanların sesinden ayırt etmeye başlıyor.
Eğer anne çocuğun dünyasıyla ilişki halinde ve ihtiyaçlarına zamanında cevap verebilen, çocuğun duygulanımlarını anlayan, huzursuzlandığında onu yatıştırabilen bir anneyse çocukda da empati yetisi gelişmiş oluyor.
Aksi takdirde anne çocuğa yeterince karşılık vermiyorsa, çocuğun bilinci daralmakta ve buna bağlı olarak dilsel yetileri de sınırlı olmaktadır.
Ergenlik döneminin başlarında erkek çocuk, erkeksi olmak ve görünmek adına dişi olanı küçümseyerek mesela “Kızsal hareketler bunlar” şeklinde aşağılamalarla duygu
Yakın ilişki geliştirmenin önünde kökeni erken çocukluk dönemine uzanan psikolojik engeller vardır. Gelişimsel duraklama adı verilen bu erken çocukluk dönemindeki dinamikler oldukça önemlidir. Zorluklarla başa çıkma, bağlanma, başkalarını kabul etme, ayrılığa ve çatışmalara göğüs gerebilme becerisi olan, eşsiz ve tutarlı bir özkimliğe sahip bir kişiliğin gelişimine ilk adım olacak çocukluk dönemindeki gelişimsel başarısızlıklar, birçok psikoloji kuramcısının uzun yıllar inceleme konusu olmuştur.
Ünlü psikanalist Mahler kişiliğimizin, "psikolojik doğum" adını verdiği gelişim sürecinin ürünü olduğunu söylemektedir. Mahler, meslektaşlarıyla birlikte "sıradan annelerin normal çocuklarını" doğumdan üç yaşına dek izlemiş ve şu bulguları elde etmiştir.
0-36 ay arasında, otistik aşamadan(0-2 ay arası), sembiyotik aşama(2-5ay arası), anneden ayrışma ve bağımsız bir benlik geliştirme aşaması(6-36ay arası) na kadar çocuğun bu aşamalardan başarıyla geçmesi sonucu psikolojik doğum gerçekleşir.
OTİSTİK AŞAMA:
Bebeğin yaşamındaki ilk aşamadır. 0-2 ay arasıdır. Bu aşamada bebek yalnız içsel ihtiyaçlara tepki verir ve uyku süresi uyanıklık süresinden fazladır.
SEMBİYOTİK AŞAMA:
2-5 ay arasıdır. Bebeğin
Aşık olma kapasitesi, kadın ve erkek beraberliğinin olmazsa olmaz unsurudur. Bir kadın ve bir erkek aşkı sözkonusu olduğunda, ilişki derinleşemiyorsa taraflardan birinin veya her ikisinin narsisistik özelliklerinin ön planda olduğu düşünülmelidir.
Mitolojide, Narkisos(narcissus) su perilerinin gözdesi genç bir adamdır. Ona çok aşık olan su perisi Eko, bir gün ona yaklaşır ve Narkisos tarafından reddedilir. Buna çok üzülen Eko, geride yalnızca yankılanan sesini bırakarak yok olur gider. Diğer su perileri Narkisos’ un cezalandırılmasını isterler ve tanrılar, Narkisos’un da karşılıksız bir aşk yaşayarak cezalandırılmasına karar verirler. Narkisos, bir gün dağdaki bir su birikintisinde kendi yansımasını görür ve buna aşık olur. Elini değdiğinde bir türlü ulaşamadığı gölgesine dalıp gider ve en sonunda suya düşerek boğulur.
Mitolojiden yola çıkarak psikiyatride “narsisizm” başliğı altında, çeşitli alt gruplarda da isimlendirerek bir tanı kategorisi oluşturulmuştur. Bizim konumuz ise “narsisistik aşktır”. İlişki içinde kendisini yalnız ve değersiz hisseden kişilerin, bu özelliği tanıyıp ona göre karar vermeleri, doyumlu ve mutlu bir birliktelik yaşayabilmeleri için oldukça önemlidir.
Narsis
Genç evlilerde evlilik terapisinin daha etkili olduğu konusu, sadece benim klinik deneyimlerimden yola çıkarak ileri sürdüğüm bir görüş. Bu görüş, orta yaşlı çiftlerin evlilik terapisinden olumlu sonuç almayacağı anlamına gelmiyor ancak evliliğinin ilk yıllarında evlilik danışmanlığı alan çiftlerin daha çabuk sonuç aldıklarını ve sorunlar kemikleşmeden hem ilişkilerine dair hem de evlilik kurumuna dair bir anlayış geliştirip, daha doyumlu ve mutlu beraberlikleri sürdürdüklerini gözlemlemekteyim.
Evliliğin ilk bir yılında en çok yaşanan sorunlardan biri; düğün arifesinde ve düğün töreninde aileler ile ilgili karşılıklı yaşanan sorunlar. Erkeğin ailesinin gelini baştan onaylamamasından tutun da ev eşyası, gelinlik seçimi, takı meselesi gibi konularda kayınvalidelerin olaylara mudahil olması ve buna benzer konularda ilk kırılmalar yaşanıp, sonrasında bunlara bağlı geliştirilen tavır koyma durumları ilk tehlike sinyalini vermekte.
Evlenince herkesin ailesi badem gözlü olduğundan, bu konular sebebiyle çiftler aile yüzünden birbirleriyle çatışmaya girmeye başlıyorlar. Arkasından çiftler bir de çocuk sahibi olunca, hem ailelerle ilgili çocuğun da içinde olduğu ilişkiye dair yeni
Tarihsel olarak hep var olan ama herhalde hiçbir zaman çağımızdaki kadar ruhlarımızı kemirmeyen birşey var: Başarısızlık ve statü kaygısı.
Çalışma pratiğimde, kimi zaman çeşitli kademede yöneticilere, kimi zaman da bunların altında çalışan kişilere danışmanlık yapmaktayım. Yöneticilerle çalışırken en çok rastladığım zorluk ingilizcede "control freak" denilen ve "kontrol delisi" anlamına gelen özelliğin yanısıra, mükemmeliyetçi, öfkeli ve narsistik durumları sıralayabiliriz.
Peki ya bu yöneticilerle çalışan kişiler? Onların durumu ne? Böyle yöneticilerle çalışan kişilerde zamanla ne tür ruhsal zorlanmalar oluyor derseniz; motivasyonun ve dolayısıyla iş veriminin düşmesinden, kaygı bozukluğu ve depresyona kadar giden bir süreçten söz edebiliriz. Kendi kişisel özelliklerinden kaynaklanan durumları şimdilik bir yana bırakalım ve bu konu ile karşı karşıya kalan birinci ağızdan deneyimlediği şeyi bir dinleyelim:
"Moda sektöründeyim, baskılı kumaş satıyorum. Stilistlerle geziyorum, onlar müşteriye prezantasyon yapıyor ben de satış sözleşmeleri, fiyatlar ve ödeme şartları gibi satışla ilgili herşeyi yapıyorum. Fuarlara gidiyor, kreasyon sempozyumlarına katılıyorum. Müşterilerim ve iş