Yaşam en çok biriyle derin ve huzur veren bir beraberlik sözkonusu ise, daha anlamlı ve yaşanılır olur desem, kaç kişi karşı çıkar acaba? Yaşamak kaç kişiliktir? Tek kişilik bir yaşam düşünülebilir mi? Geçici olarak tek başına kalma isteğini ve bazı ruhsal hastalıkları dışarıda tutarsak, kim istekli olabilir ki tek başına geçirilecek bir hayata?
Ötekine duyduğumuz ihtiyaç tüm yaşam serüvenimizde hep var; tıpkı zaman zaman yalnız kalmaya ihtiyaç duyduğumuz gibi. Birlikteliğimiz içinde yalnız zamanlar yaratabilme, ister arkadaşlıklarla ister daha özel biriyle; eşle, sevgiliyle temas halinde kalarak en ideali olur elbette yani bağlı olma, bağımlılık değil.
Sosyal paylaşım ağlarına bu kadar bağlanmak, sürekli olarak cep telefonu ekranına kafa önünde bakmak, bir arkadaşıyla bir yerde oturmuş sohbet ederken sık sık tuşlara basıp mesaj kontrolü yapmak da hep bağlı kalma ihtiyacını ortaya koymuyor mu? Sürekli teknolojik olarak bir yerlere bağlanma durumu var son zamanlarda! Bizim bahsettiğimiz bağlanma biçimi bu değil tabiiki...
Peki bağımlılığa dönüştürmeden bağlı olabilme yani bağlanma ne kadar mümkün? Arkadaşımız, eşimiz veya sevgilimizle ilişki halindeyken, onun benliğine
Takıntılı, düzen meraklısı, mükemmeliyetçi, karar vermede zorlanan, iş takipçisi, kolay iş delege edemeyen, detaycı, kontrol odaklı biri misiniz?
Ödemeler zamanında yapılmazsa, işler yarına kalırsa, söz verdiğiniz zaman yerine getiremediyseniz; huzurunuz, uykunuz tamamen kaçıyor mu?
Olaylara bakış açınız siyah ya da beyaz veya bir ya da sıfır şekinde mi? Griler ve ara değerler hayatınızda pek yok mu?
Yaşadığınız bir olayı veya herhangi bir durumu karşınızdaki birine anlatırken, karşınızdaki ya yanlış anlarsa diye, aşırı detaylandırıp dağıldığınız ve aslında başlangıçta neden sözettiğinizi unuttuğunuz oluyor mu?
Para konusunda fazlasıyla tutumlu musunuz?
Bir parça huzur için ağır yükler kaldırmak, sürekli kontrol duygusu hissetmeye çalışmak, delege edilmesi gereken işleri bile delege edememek ve en iyisini ben yaparım demek, bazen işleri tekrar tekrar kontrol etme ihtiyacı, aşırı düzenlilik, sürekli mükemmeli yakalamaya çalişmak ve olmadığını düşünüp mutsuz olmak...
Ne kadar yorucu,
Ne kadar yıpratıcı,
Cinselliğe dair inanç ve tutumlar, son yıllarda kadınlar lehine büyük değişikliğe uğrasa da, profesyonellere yapılan başvurularda cinsel yaşamı olumsuz yönde etkileyen inanç, görüş ve değer yargılarının, hala sayısı azımsanmayacak derecede çiftin, cinsel yaşamında problemler yaşamalarına neden olmaktadır.
Eskiye oranla günümüzde kadın da, en az erkek kadar; cinsellikten zevk almak istediğini erkeğe belli etmeye, cinsel baskılardan kurtulmaya, sorunlarını kavramaya ve bu konuda kendini geliştirmeye çalışmaktadır ancak, bazen eğitim düzeyi oldukça iyi, modern görünen kentli kadının bile cinsellik konusunda önemli güçlükleri olduğu görülmektedir.
Bu durum çoğu kadında, ilk cinsel birleşme deneyimi esnasında ortaya çıkan "vaginusmus" adı verilen cinsel fonksiyon bozukluğundan tutun da, cinsel açıdan zevk alamama, orgazm bozukluğu ve cinsellikten kaçınma gibi evlilik ilişkisinin bozulmasına yol açan sorunlar ortaya çıkarmaktadır.
Peki sebepleri nelerdir?
Birçok danışanda problemin nedeni, katı tutumlarla
Lamba düştü "İS" yaptı, tabak düştü "TAN" dedi, küçük kızın bebeği kayboldu; annesine "BUL" dedi. Bu garip tekerleme daracık sokaklarında koşturduğumuz Mecidiyeköy' deki mahallemizde, çocukluk arkadaşlarımla birbirimize sorduğumuz bir bilmece. Anılarıma yer etmiş ki, İstanbul ile ilgili yazıyı yazmayı düşündüğümde aklıma geliverdi.
Bu küçücük bilmece, belki de İstanbul'un isi, pası, gürültüsü, kaybolan hayalleri, hayatları vb. ni metafor olarak içinde saklıyor.
İstanbul bu bayram gerçekten boştu. Kendim ve kalanlar adına ben çok mutlu oldum. Trafik kabusu yok, otoparklar boş, nereye gitsen hizmet o biçim. İstanbul'un hangi yanağından öpmek istersen, sana uzatıveriyor. Eliyle saçlarını okşuyor, kucağında taşıyor. Yeşili, maviyi ve huzuru önüne seriyor; şaka gibi.
Bu arada tatil beldelerinden gelen haberler hiç iç açıcı değildi. İnsanlar yersizlikten sahillerde uyumuş, kalabalık bunaltıcı, hizmet yetersiz. İstanbul'un anarşisi tatil yörelerindeydi. Kalanlar ise, belki bir
Hades Yunan mitoloisinde ölülere hükmeden yeraltı tanrısıdır. Yeraltının tüm hazinesi onundur, korkunç bir tanrıdır ama kötü bir tanrı değildir. Hades her ne kadar birçok zenginliğe sahip olsa da ortalıkta pek gezinmez, övünmez, konuşmaz, kendi yeraltı ülkesinde oturmayı tercih eder. Çünkü sahibi olduğu yeraltı ülkesi o kadar çirkin bir ülkedir ki, efendisi sürekli saklanır.
Bir keresinde Poseidon, Hades'i utandırmak için üç başlı mızrağını yere saplar ve yeryüzü boydan boya yarılarak Hades'in çirkin yeraltı ülkesi ortaya çıkar. Az utanıp sinirlenmemiştir Hades. Daha sonra yetmiş bin kişilik ölüler ordusu ile Atlantis Denizi'ni kurutur.
Yunan tanrısı Hades'in de güçlü bir Tanrı olmasına rağmen, "utanç" duygusunu ne kadar ağır yaşadığı anlatılıyor bu mitolojik öyküde.
Vikipedi' de utanç; "İçinde bulunulan durumdan kurtulmak isteme durumu." olarak tarif edilmekte. "Utanma" nın; "sıkılmak", "çekinmek", "mahçup
Hayatımız boyunca acıya kaç kez maruz kalırız? Sayısı belli midir? Acı çekilmeyen bir hayat olabilir mi? Daha dünyaya geldiğimiz anda bebek; en güvenli ve rahat ettiği mekanından yani anne karnındaki sıcacık yuvasından ayrılması ile ilk acıyı tatmıyor mu?
Hayatımız boyunca mutluluğa olduğu kadar acıya da endeksliyiz. Ayrılık, başarısızlık, kayıp, hastalık, aşk, ihanet, ölüm bize acıyı tattırır.
"Dibine kadar acıya bulandım.", "Acının içinden geçtim.", "Acıya gark oldum.", "Acı ile yoğruldum." gibi acı ile kurulan ilişkiden türemiş ve acıya bir değer atfeden sözler vardır.
Acının bir erdem olduğunu söyleyen düşünürler de var, acının hiçbir işe yaramadığını söyleyen de...
Viktor Hugo; "Öğrendikten, sevdikten sonra daha çok acı çekeceksiniz." demiş. Bilmek, bilgi acı verir mi? Bilgiye ulaştıkça acı çekiyorsak niye öğrenmeye bu kadar meraklıyız ya da çabalıyoruz? Bilgi alma ihtiyacı sosyal bir varlık olan insanın, acıkınca yemek yemek zorunda olması gibi bir zorunluluktur. Bildikçe,
Evli ya da sevgili misiniz? İlişkinizde sizin için gerçekten en vazgeçilmez şey ne? Ne zamanlar kendinizi daha mutlu, huzurlu ve değerli hissediyorsunuz? Birbirinizin hangi davranışı, o gün içinde size; "Sanki tüm sorunların üstesinden gelebilir, önünüze çıkan herkese sizi gülümsetir, martıyı, kediyi elinizle besletir, kırmızı daha kırmızı, gökyüzü daha mavi gözükür" duygusu verir.
Bu yazımda, "Yakınlaşma becerisi" nden ve "özen" den bahsedeceğim. Yukarıdaki soruların cevabını biraz düşündüğünüzde, aklınıza gelecek şeyler bunlar. Partnerinizle duygusal açıdan ne kadar bağlantı içinde olduğunuz konusu, mutlu bir ilişki için olmazsa olmazlardandır.
Bahsettiğim şey; "Yakınlaşma alışkanlığı" konusu neleri içermektedir? Aslında "İLGİ GÖSTERMEK" desem daha anlaşılır olabilir mi? İkili ilişkilerde hiç de zor olmayan, tam aksine iki tarafı da besleyen, ilgi gösterilen kişinin mutluluğunun tekrar ötekine döndüğü bir süreçtir bu.
Herkesi
Hepimizin ailemiz dışında yürüttüğü, ilişki içinde olduğu insanlar var. Eşimiz, dostumuz, arkadaşlarımız, tanıdıklar olarak adlandırdığımız kişiler bunlar. İş arkadaşlarımız da olabilir, sosyalleştiğimiz yani sosyal paylaşımlar içinde olduğumuz kişiler de olabilir, komşularımız olabilir veya yakın dostlarımız da...
Bazen duyuyorum; "Ben bir insanın yanlışını göreyim, anında silerim." cümlesini. Bir de kırıldığı zaman, hani "Deve kini" derler ya aynen öyle küsen, kırgınlığı uzatan ve yanına yaklaştırmayan kişiler vardır.
Yalnız olmaktan şikayet eden, ama herkese bir kulp bulan kişiler de vardır. Onlar da hep insanların "olumsuz" olarak gördükleri yanlarına odaklanırlar.
Bir de kendileri de çok kırılgan oldukları için, karşısındakiyle ilişkinin gelişmesine izin vermeden, uzaklaşanlar da var.
Hepimiz çok farklı ailelerden, farklı kültürel etkileşimlerden geçerek bu yaşlarımıza geldik. Bu nedenle de bireysel farklılıklarımız var. Herbirimizin farklı kırılma noktaları, farklı travmaları dolayısıyla ilişkilerde de farklı algıları ve tepkileri var. Biz biriyle