Bizi, en insan yapan özelliğimizin başında ne gelir? diye kendime sorduğumda, benim aklıma samimiyet geliyor. Türk dil kurumunun sözlüğüne baktığımızda, samimiyet: "içtenlik, senli benli olma durumu" olarak tanımlanmakta.
İçtenlik; içimizden geldiği gibi, sahte olmayan, sahici kelimelerini çağrıştırıyor bende ve yanına güveni alır bir de... Karşısında, savunmada hissetmezsiniz kendinizi samimiyetin. Ruhundan geleni, bedeni taşır ve yakışır kişinin. Duyguları eğreti durmaz. İyi bir dansçının, ritm duygusunun olması gibidir, hani müziği aldığı gibi yorumlar ve yansıtır çarpıtmadan.
"Candan" deriz bir de... Bu sözcük de samimiyetin kardeşidir bence. "Can" dan "canan" ına giden yolda hesap yoktur, çıkar yoktur. Gönül penceresini ötekine açmaktır. Vermek yük olmaz ona, verdikçe içinde çoğaldığını hisseder; iyi ve güzelin.
Samimiysen; acıyı da sevinci de bölüşürsün, anı kaçırmazsın. Duyarlısındır ve karşındakinin ne beklediğini yakalarsın. Sevme becerisi de buradan gelir
Eski çağlarda kadın, alınıp satılan bir mal, erkeklerin isteğine boyun eğen bir dişi olmaktan öteye geçemezdi. Erkek gözünde köleden tek üstün yanı, ona soyunu sürdürecek çocuk dogurmasıydı.
21. yuzyılda özellikle gelişmiş ülkelerde kadın, erkeğin karşısında eşit bir toplum üyesi olarak yerini almıştır. Kadınlar, her alanda ve her meslek dalında erkeklerle yanyana ve yarış içinde başarılı olabileceklerini kanıtlamışlardır.
Ülkemizde de buna örnek yönetici, akademisyen, girişimci pek çok kadın vardır. Üstelik, bu kadınlar artık aynı zamanda bakımlı ve hoştur. Çünkü, artık kadınlıklarıyla da barışıktırlar. Örneğin; Tusiad başkanı da bir kadındır ve aynı zamanda hoş ve çekicidir. Benzer örnekler, dünyada ve ülkemizde az sayıda değildir.
Peki kadın güçlendikçe ve erkekle eşit bir konuma geldikçe, erkek bundan nasıl etkilenmektedir?
Aslında her dönemde ve toplumda kadının yüceltilmesi ve aşağılanması yanyana gitmiştir. Kral ve padişah saraylarında gözde olan kadınlar vardı mesela, bir de diğerleri.
Kişilerarası ilişkilerde kendimizi sağlıklı ve mutlu hissetmemiz için olması gereken özelliklerin başında, kendini korumayı bilmek gelmektedir.
Çeşitli nedenlerle yardım almak için başvuran danışanlarım arasında azımsanmayacak sayıda kişinin, "hayır" deme konusunda güçlükleri olduğunu izlemekteyim.
Öğrenim hayatında arkadaşlarına karşı, işyerinde çalışma paylaşımı konusunda, evliyse kocası ve çocuklarına, ailesine, akrabalarına ve dostlarına "hayır" demesi gereken durumlarda bunu söyleyemeyen kişilerin ne kadar tükenmiş, yorgun ve öfkeli olduğunu gözlemlemekteyim.
En söylenmesi gereken yerde bile "hayır" diyememek, insanın iç dünyasında nasıl bir baskı oluşturur hiç düşündünüz mü? Bir türlü içinden geldiği gibi olamamak, devamlı insanın eksilmesine yol açmaz mı? Ya biriktirdiği öfkeler? Bu eşiniz ve çocuklarınız olsa bile kendinizi "kurban" gibi hissetmenizi sağlamaz mı?
Bir kere "hayır" derseniz sanki herşey kırılıp dökülecek ve bir daha toparlanamayacak
Kadın ve erkek hangi nedenlerle evlilik dışı ilişkiye yönelir?
Bu konuda kültürler arası bir ölçüde fark olsa da, hemen hemen tüm kültürlerde erkeğin aldatmasına görülen hoşgörü kadın için geçerli değildir.
Edebiyatta ve sinemada, kadının bu konuda konumlanması suçlama, ayıp, utanç, suçluluk ve ceza üzerinedir.
Anna Karanina, Madam Bovary, Carmen, Shakespeare'in Othello'sunda kadınlar ya kendilerine biçtikleri ceza ile ya da Othello'da olduğu gibi sevgilisinin kendisini boğmasıyla ölürler.
Zeki Demirkubuz'un "Masumiyet" filminde de kocasını aldatan kadın, erkek kardeşi tarafından sevgilisiyle birlikte ölüme mahkum edilmiştir; sevgilisi ölmüş kendisi şans eseri hayatta kalmıştır.
Kadına bazı toplumlarda evlilik dışı ilişki zina olarak kabul edildiği için ölüm cezası verilmektedir.
Erkek ve kadının "aldatma" nedenlerine dair bir takım genelgeçer inançlar vardır. Ancak bunların ne kadar gerçekçi olduğu da tartışılır.
- Kadın aşık olduğu erkekle seks yapar.
Aldatmak, sadakatsizlik, ihanet...Başka bir adı var mı aklıma gelmedi. İnsanı cinsel kimliğinde en çok yaralayan bir konu olması itibarıyle de üzerine çok yazılıp çizilen bir olgu...
Ahlaki bir boyutu da olan sadakatsizlik durumu; sevgiliyse iki insanın karşılıklı, evliyse şahitler huzurunda birbirlerine verdiği "akit" i bozan birşey. Yani evlenirken şahitlerin olması sadakatsizliği zorlaştırıcı bir unsur oluşturuyor veya öyle olması bekleniyor.
Bu nedenle kişinin "aldatılmak" olarak algıladığı durum her neyse, üçüncü kişilerin duymasıyla daha ağır yaşanan bir soruna dönüşüyor.
Gizli kaldığında sineye çekebilirken, başkaları duyduğunda ilişkisini bitirmek zorunda kalabiliyor kişiler.
Kadınlar aldatıldıklarını arkadaşlarına, dostlarına daha kolay söyleyebilirken erkekler için bu imkansızın da ötesinde oluyor ve fakat şu da bir gerçektir ki aldatıldığı halde eşini bırakmayan erkek sayısı hiç de az değil; eğer kamuya mal olmadıysa!
Peki kadın ve erkek başlangıçda birbirlerine bu kadar büyük sözler vermelerine rağmen sadakatsizlik neden
"Güzelliğin on par'etmez bu bendeki aşk olmasa" demiş Aşık Veysel. Ne güzel demiş..Sadece güzellikle iş bitmiyor canım seni çekmezse, ruhum ruhuna değmezse...
Elbette, bedenden geçmeyince ruhuna değemezsin sevdiğinin ammavelakin kadın ile ilgili olarak güzelliği olmazsa olmazların en başına koyan erkekler kendi güzellikleri konusunda ne düşünüyorlar acaba? Peki ya kadınlar?
Güzel olmak ile ilgili çabanın çağlar boyu kadına özgü olduğu bilinir. Çünkü kadın her zaman güzellik ve cinsellikle yorumlanmıştır. Ancak toplumun değişen yapısı ile birlikte günümüzde erkeklerin de kendi güzelliğini ve çekiciliğini oldukça önemsediklerini görüyoruz.
Kadının güzel olma uğraşının yüzyıllar boyu devam ettiğine ilişkin en bildik örnekler Afrodit ve Kleopatra iken, bir erkek güzelliğinden bahsederken "Yunan Heykeli" ifadesi kullanılır. Antik Yunan, erkek bedeni ve güzelliğini en çok öne çıkarmış dönemdir. Rönesans ve sonrasında tekrar güzel olanın kadın olması gerektiği
Evli ve çocuk sahibiysek yaşamımızda meydana gelebilecek her türlü değişiklik çocuklarımızı da etkiler. Boşanma söz konusu olduğunda bu durum, çocuklar için yaşayacakları en önemli travmalardan biri olabilir. Onlar sadece ana-babalarının boşanmalarına değil, aynı zamanda onlarda meydana gelen değişikliklere de uyum sağlamak zorundadır. Bu nedenle çocuklarımıza elimizden geldiğince yadımcı olmalıyız.
Araştırmalar iki farklı görüş öne sürerler; kimi araştırmalar çocukların ömür boyu yara aldığını öne sürerken, kimileri de çocukların ana-baba boşanmasından yararlanabileceği görüşünü savunur. Evliliğiniz kötü gitmeye başladığında ya da boşanmaya dair tehlike başgösterdiğinde çocuklar bunu hemen sezinlerler. Hatta yetişkinlerden daha fazla farkında olurlar.
Aslında çocuklar bu süreçte ailelerine destek bile olurlar. Çoğu zaman üzmemek için uslu olurlar. Ne kadar acı ve öfke yaşadıklarını belli etmezler, anne-babalarını mutlu etmeye çalışırlar. Anne-babalarını hırpalamamak için kendi
Boşanma söz konusu olduğunda, çoğumuz şu sorunun cevabını bulmaya çalışırız; neden?
İlişkinizi değerlendirirken bu duruma nasıl geldiğinizle ilgili sorumluluğun tümünü kendi omuzlarınıza yüklemeyin. Nedenler ve katkıda bulunan etmenler iki insanın etkileşimi ve birlikte yaşamı sözkonusu olduğunda sandığınızdan daha karmaşıktır. Bu yüzden keşkeleri bırakın!
İlişkinizi, eşinizi ve kendinizi inceleyin. Kendinize karşı dürüst olarak şu soruları sorun:
- Eşinizle ortak ilgi alanlarınız var mı?
- Dost musunuz?
- Eğlence anlayışınız nasıl? Benzerlikler var mı? Sosyal etkinliklere birlikte katılıyor musunuz?
- Para konusundaki yaklaşımınız?
- Çocuk yetiştirme konusunda işbirliği yapabiliyor musunuz?