Hayatımız boyunca acıya kaç kez maruz kalırız? Sayısı belli midir? Acı çekilmeyen bir hayat olabilir mi? Daha dünyaya geldiğimiz anda bebek; en güvenli ve rahat ettiği mekanından yani anne karnındaki sıcacık yuvasından ayrılması ile ilk acıyı tatmıyor mu?
Hayatımız boyunca mutluluğa olduğu kadar acıya da endeksliyiz. Ayrılık, başarısızlık, kayıp, hastalık, aşk, ihanet, ölüm bize acıyı tattırır.
"Dibine kadar acıya bulandım.", "Acının içinden geçtim.", "Acıya gark oldum.", "Acı ile yoğruldum." gibi acı ile kurulan ilişkiden türemiş ve acıya bir değer atfeden sözler vardır.
Acının bir erdem olduğunu söyleyen düşünürler de var, acının hiçbir işe yaramadığını söyleyen de...
Viktor Hugo; "Öğrendikten, sevdikten sonra daha çok acı çekeceksiniz." demiş. Bilmek, bilgi acı verir mi? Bilgiye ulaştıkça acı çekiyorsak niye öğrenmeye bu kadar meraklıyız ya da çabalıyoruz? Bilgi alma ihtiyacı sosyal bir varlık olan insanın, acıkınca yemek yemek zorunda olması gibi bir zorunluluktur. Bildikçe, öğrendikçe aydınlanırız. Bilimsel merak da, birinden hoşlandığımızda onu tanıma isteğine ilişkin merak da kaynağını buradan alır.
Birşeyin ne olduğunu yada nasıl olduğunu merak edip peşine düştüğünüzde sonuç her zaman yüz güldürücü olmayabilir. Sonucu bırakın, sonuca giden yolda acı bize yüzünü gösterebilir. Ama yine de düşeriz peşine.
Aşkın ilk kıpırtıları başlarken nedenini bilmediğimiz bir korku, endişe, kıskançlık, paranoya, v.b hissetmemiz bundandır. Aslında canımızın acıyabileceğini, kırılabileceğimizi, çok bağlanırsak çok da üzülebileceğimiz duygusu bize rahat vermez. Bu yüzdendir aşığın huzursuzluğu... Hugo da bunu demek istemiş herhalde; "Sevdikten sonra acı çekersin ." diye.
Ama insan olmak da böyle birşey değil mi? Acı çekmekten korkup sevmemek olabilir mi? Kaçanlar yok mu? var. "Birine bağlanırsam acı çekerim." diyenler yani "Bağlanma kaygısı" olanlar hayata karşı sürekli tedirgin, depresif ve derin yalnızlık duygusu içindedirler.
Acı ile yüzleşmemek için hayatı kontrol etmeye çalışanlar, bir bakıyorsunuz terapi odalarına hastalık hastası, kanser korkusu veya "Panik atak" problemi ile geliyor. Yüzleşmekten kaçtıkça korkular büyür çünkü büyüme ve güçlenme olmaz. Kişi hayata karşı giderek alan küçültür ve kendini köşeye sıkışmış gibi hisseder.
Tabii ki günümüzün yapay acıları var bir de...Kafaya takılmayacak şeyleri takan, kuruntu üreten, takıntılı, herşeyden şikayet eden kimseler. Bizim konumuz bu değil.
Toplumların tüm zamanlar boyunca yaşamak zorunda kaldığı acılara tanıklık eden, diğer topluluklar olmuş. Bugün de kendi yaşadığı topraklarda zulüm görenlerin acısı var bir de. Ya buna tanık olan bizlerin hiç mi canı acımıyor?
Acıyla kurulan ilişki, insani yolculuğumuzun önemli bir gösterenidir. Önemli olan acıya nasıl tepki verdiğimizdir. Duygularımızı anlamak, ifade etmek, paylaşmak, içimize yolculuk yapmak, sevdiklerimizin ve yakınımızdakilerin tekrar farkına varmak, hayatın anlamını yeniden farketmek yani sağlıklı bir yas süreci yaşamak...
Mevlana' nın; "Hamdım, piştim, yandım." sözleri de acıdan geçmek ve acının bizi zenginleştirdiği durumlar için söylenmiş.
Her acı kendi içimize yaptığımız bir yolculuktur; Bazen içimize dönüp sessiz kalmak, bazen Zülfü Livaneli' nin bir kitabında ifade ettiği gibi ""İnsan insanın zehirini alır." deyip biriyle paylaşmak, bazen ağlamak, bazen tekrar tekrar üzerinde düşünmek ve alacağımız dersi alıp sırtımıza yük etmemek... Ama asla acının çığırtkanlığını yapmamak, öfkesiyle etrafındakileri hezimete uğratmamak, sürekli kendi acısıyla çevresini meşgul edip bunaltmamak... En önemlisi dağılmamak!