Hades Yunan mitoloisinde ölülere hükmeden yeraltı tanrısıdır. Yeraltının tüm hazinesi onundur, korkunç bir tanrıdır ama kötü bir tanrı değildir. Hades her ne kadar birçok zenginliğe sahip olsa da ortalıkta pek gezinmez, övünmez, konuşmaz, kendi yeraltı ülkesinde oturmayı tercih eder. Çünkü sahibi olduğu yeraltı ülkesi o kadar çirkin bir ülkedir ki, efendisi sürekli saklanır.
Bir keresinde Poseidon, Hades'i utandırmak için üç başlı mızrağını yere saplar ve yeryüzü boydan boya yarılarak Hades'in çirkin yeraltı ülkesi ortaya çıkar. Az utanıp sinirlenmemiştir Hades. Daha sonra yetmiş bin kişilik ölüler ordusu ile Atlantis Denizi'ni kurutur.
Yunan tanrısı Hades'in de güçlü bir Tanrı olmasına rağmen, "utanç" duygusunu ne kadar ağır yaşadığı anlatılıyor bu mitolojik öyküde.
Vikipedi' de utanç; "İçinde bulunulan durumdan kurtulmak isteme durumu." olarak tarif edilmekte. "Utanma" nın; "sıkılmak", "çekinmek", "mahçup olmak" kelimeleri ile de ilişkisi vardır ya da benzer durumlar için kullanılır.
Anadolu' da; "ar ve haya" duygusu olarak ifade edildiğini biliyoruz utanmanın.
Utanma duygusu; çocukluk döneminde çocuğun onay almak, görülmek veya farkedilmek istediği durumlara ebeveynleri ve bakıcıları tarafından uygun tepkiler verilmediğinde gelişir. Başka bir durumda ise, anne-babanın çocuğunun davranışını onaylamadıklarında, başkaları yanında veya değil, çocuğun kaldıramayacağı biçimde kırılma yaratmaları sonucu yetişkin dönemde problem yaratacak düzeyde "utanç" duygusu gelişir.
Utanmak, kişide gerginlik ve kaygı yaratttığından; yüz kızarması, göz kaçırma ve terleme gibi belirtiler oluşur. Utanma duygusu gerilim yarattığından kişi, bir an önce o durumdan kurtulmak ister.
Çocukluğumuzdan bu yana eğer ayıp ve yasaklar çok katı ise, "utanma" duygusunun ayarı da bozuk olacaktır. Çocuğa ve ergene sağlıklı bir şekilde verilen ahlak, değer ve vicdan ile ilgili eğitim, kişinin kendi sınırlarının farkında olmasını, saygınlığını korumasını ve başkalarına saygı göstermeyi de bilmesini sağlar.
Utanmadan söz açınca, "edep" kavramına değinmeden olmaz. "Edep Ya Hu" Osmanlı döneminde Dergah kapılarında yazan bir sözdü. Sembolik olarak "Eline, beline ve diline sahip ol." anlamına geldiği belirtiliyor. Tasavvufda ve Sufilikde çok önem verilen bir kavram olan "edep"; "incelik, görgü, nezaket, zerafet, terbiye, ahlak" anlamı içeriyor. "Adab-ı muaşeret" adı altında insan ilişkilerinde, topluluk önünde, işinde ve yönetimde uygun davranış gösterme kuralları olarak, İslam kültürü etkisiyle Osmanlı döneminde yazılmış birçok eser var.
Anadolu' da edep kültürü, tasavvufun da etkisiyle yuzyıllar boyu süregelmiştir. Edep kültürünü almış kişi özünden uzaklaşmadan, kendine yabancılaşmadan insan ilişkilerinde ölçüyü, saygıyı, anlayışı ve ötekinin kişisel alanını gözeterek varolur.
Söz söyleyeni dinlemeyi, ikide bir sözünü kesmemeyi, kendi konuştuğunu kendisi dinlememeyi, toplu mekanlarda sadece kendisi varmış gibi yüksek desibelden konuşmamayı, kelimeleri eğip büğüp insanlara uygunsuz şekilde hitap etmemeyi, nasıl oturup nasıl kalkılacağını, ağzından çıkanı kulağı duymayı, verdiği sözü tutmayı, yemeğin sonunda hesap ödememek için kaytarmamayı, insanların haklarını ihlal etmemeyi bilir.
Edepli kişi, "İnsanlık ayıbı" olacak durumlara kayıtsız kalmaz, insanlığından utanır. Şiddet gören kadına veya çocuğa, eziyet edilen hayvana muamaleden utanır. Komşusunun açlığından, okula gidemeyenin çaresizliğinden utanır. Politikacısının yerine gelmeyecek vaadinden, kendi coğrafyasındaki zulümden, komşu ülkedeki dökülen kandan utanır.
Utanç duygusunun gerekli ve yararlı olduğu durumlar vardır; böyle durumlarda kişi rahatsız edici konumundan vazgeçer, davranışını durdurur. Gerektiğinde olumluluğa giden yolda, kişisel katkıda bulunur.
Kimse kendisine "Arsızın yüzüne tükürdük, nisan yağmuru dedi." dedirtmesin... Daha da beteri "Ar damarın çatlamış." olurdu ama bu sözleri duyup, hiç rahatsızlık duymadan, karşılayıp gülenleri gördüm, görmüşünüzdür... Bir zamanlar gırgır dergisinde yayınlanan Oğuz Aral imzalı, "Utanmaz adam" ı hatırlarsınız; her türlü alavere, dalavere ve üçkağıdı olan "Şeref" karakteri okurken eğlenceliydi, ama yaşarken hiç de eğlenceli değiller, ne dersiniz?