Takım sporlarında en önemli unsur adı üzerinde “takımdır.”
Takımın önüne hiçbir şartta başka koşul geçemez.
Kuşkusuz evrensel bir tanım yapmıyorum, kişisel düşüncemi paylaşıyorum.
Peşinden sporcu gelir.
Takım ile sporcunun özdeş hale geldiği, birbirinin yerine de geçip, anıldığı zaman orada başka bir anlam, değer çıkıyor ortaya.
Burada sporcunun kişisel özellikleri, ne kadar popüler veya değerli olduğundan başka bir ölçüt vardır.
Bazı oyuncular vardır, kendileri için oynarlar.
Bazı zamanlar gelir takım oyuncusu sivrilir, yıldız hale gelir, zaman içinde takımın önüne geçer. Böyle zamanlarda sporcu bıçak sırtındadır. Yapacağı seçim geleceğini belirler.
Pazar günü Alex de Souza 37 yaşında futbola veda etti.
Alex denilince Brezilya’da bile herkesin aklına Fenerbahçe geliyor. Bugün Türkiye’de birçok kişi için Fenerbahçe denildiğinde Alex’i hatırladığı gibi.
Yukarıda saydığımız ölçüler çerçevesinde Alex Türkiye’ye son 50 yılda gelmiş ve özellikle Türkiye sınırları içinde en büyük futbolcudur diyebiliriz.
Mutlaka buna itirazlar gelecektir, mesela “Fenerbahçe’nin lig tarihindeki 2000. golünü de atmış olan Uche’yi nasıl unutabiliriz?” sorusu eklenecektir buna, ancak futbolun bir gerçeği var o da takıma maç kazandıran, puana dönüşen en fazla vuruş yapan oyuncular her zaman değerlendirmede ilk sırayı alıyor, bu adaletsiz görünse de gerçek.
Bir futbolcu düşünün ki topun başına geçtiğinde kendi taraftarı için o an en büyük umut, sevgi ve mutluluk, rakip için de bir o kadar karamsarlık ve üzüntü kaynağı olabilsin.
Alex böyle bir futbolcuydu.
Rakip alanın her hangi bir yerinde Fenerbahçe’nin kazandığı serbest vuruş Alex ile nasıl kusursuz bir duran top organizasyonuna dönüştüğünü hatırlayalım.
Ve Alex’in kullandığı bu duran topları rakip ceza sahası içinde rakip kaleye gönderen Fenerbahçe’nin çılgın stoperleri…
Luciano, Lugano, Edu…
Daum’un belki isteksizce, zorunluluktan Fenerbahçe’ye yerleştirdiği ve uzun yıllar tek kurgu olan 4-4-1-1 dizilişi denilince ve yıllarca Fenerbahçe’nin tek forvetle sahada olmasına neden olan futbolcu diye düşündüğümüzde de Alex ismini hatırlayacağız.
Çalıştığı bütün teknik adamlara bu anlamda zorluk çıkaran bir futbolcuydu Alex.
Alex’in Fenerbahçe’deki sonbaharı demek olan Aykut Kocaman teknik direktör olduğunda yaptığı ilk açıklamayı hatırlıyor muyuz?
“Çok uzun zamandan beri oturmuş bir tek forvet yapısı var. Bunu bir anda değiştirmek doğru değil ama bu değişimi yapacağım. Bu biraz da gözlemlerime dayanarak olacak. Süreç içerisinde bu dönüşüm olacak. Futbolcular da bana alışacaklar zamanla. Ben burada olduğum sürece bana alışmak zorundalar zaten. Ben böyleyim ve değişemem. Etraftan gelen sözlerle, yanlış sözlerle bir yere kadar gidebilirsiniz. Ben düşüncelerimi aktarmayı seven bir insanım. Açık olduğunuz sürece baştan acıtıcı olabiliyor ama sonra daha rahat konuşabiliyorsunuz. Değişmeyi de doğru bulmuyorum. Açık olmayı her zaman daha doğru buluyorum ben"
9 Ağustos 2010 tarihindeki yazımda Aykut Kocaman’ın bu sözlerine şöyle yorum yapmışım.
“Aykut Kocaman’ın takımın Alex’e bağlı oyun kurgusunu değiştirerek yepyeni bir düşünce getirmesini saygı ile karşılıyorum. Hatta doğru da buluyorum. Fenerbahçe Daum’un kendisinin bile başarısız olduğu bu oyun yapısı ile yapabileceğini göstermiştir, sezon başındaki yorumlarımızda da altını çizdiğimiz gibi takım madden ve manen çözülmüştür.” (*)
Şu bir gerçek ki Alex sahip olduğu özellikler çerçevesinde neslinin ve türünün son örneklerindendir. Modern futbolda, özellikle Avrupa’da sonuca ne kadar etki ediyor olursa olsun Alex benzeri futbolcular artık takımların uzun süreli futbolcusu olamıyorlar.
Fenerbahçe’nin 2010’da kaybettiği şampiyonluktan sonra özellikle tartışılan konusu buydu.
Zaten Alex’i Fenerbahçe’den kopartan sürecin merkezinde bu vardır, konu başka şekillerde konuşulsa bile.
23 Şubat 2011 tarihli yazımda Alex için şöyle bir cümle kurmuşum.
“Kuşkusuz yabancı futbolcuların Türkiye’de başarılı olmaları sırrı, formülü Alex gibi olmaktan geçmektedir. Alex, ailesi, çocuklarıyla birlikte ülkemizi benimsemiş, yaşanabilir bir yer bellemiş, bir anlamda yerlileşmiştir.” (**)
Alex denilince akla gelen görüntülerin başında ailesiyle birlikte verdiği o kusursuz görüntü geliyor. Çok değerli ve her anı birbirinden güzel olan bu fotoğraf kareleri gerçekten eşsizdir.
Fenerbahçe’de çıktığı 245 maçta 136 gol, takımın lig tarihinde de 3.500. golünü atmış. İstatistiksel olarak bu oran kusursuzdur.
Alex’in bütün gollerinde ayrı güzellik vardı kuşkusuz.
Peki, en anlamlı ve taraftarı için hangi golü değerliydi sorusuna benim vereceğim cevap; 18 Mart 2011 tarihinde TT Arena’da oynanmış Galatasaray derbisinin 87. dakikasında galibiyeti getiren kafa vuruşu kusursuz bir “o an”dır.
Alex de Souza her zaman o an'lardır!
Mutlaka herkesin kendine göre bir cevabı da olacaktır.
Alex’i izlemek, onu tanımak, Türkiye’de futbol oynadığını görmek gerçekten önemliydi.
Güle güle Kaptan!
(**)https://www.milliyet.com.tr/uzay-gokerman-alex-in-oteki-dunyasi-1355980-skorer-yazar-yazisi/
http://twitter.com/uzaygokerman