Maalesef ülke olarak eleştiri ile hakaret arasındaki farkı bilmeden hareket ediyoruz. Küfürle yaşıyor hatta düşünüyoruz. Bunun her seviyede yaşandığını da çok iyi bilmeliyiz. Öyle olduğu için de kendimize edilen küfürlere karşı fazlasıyla duyarlıyken diğerlerine edilenlere bazen gülüp geçebiliyoruz.
Hatta başkalarına edilen küfürler nedeniyle o kişinin aldığı tavır üzerinden objektif yorumlar yapabilirken, aynı hakaret tarafımıza edildiğinde bir anda duyarlılığımız artabiliyor, duygusallaşabiliyor hatta saldırgan bir karşılık verebiliyoruz.
Önce şunu bir kenara koyalım.
Küfür etmek düşünmeden cevap vermenin ilk hareketidir.
Küfür eden kişi beyninin çok küçük bir bölümünü kullanıyordur, zaten diğer kısımlarını geliştirmek için yaşadığı süre boyunca hiçbir çaba içinde olmamıştır.
Küfür eden kişi küfre de en fazla duyarlılığı olandır, zaten ondan başka bir şey bilmemektedir.
Çevrenize bakın kim küfre karşı reaksiyon gösteriyorsa o kişinin ağzında küfür sakız olmuştur.
İstisnasızdır!
Mesele olduğundan bambaşka görünmeye çalışmaktır, yoksa yenilebilir, hezimete bile uğrarsınız; ancak insanlar potansiyelinizi bilir ona göre desteğini verir, beklentilerini sınırlandırır.
Kendinizi futbolun fatihi, vazgeçilmezi, her şeye hâkim, bilen ve değiştirebilen biri olarak pazarlarsanız sonuçları da böyle olur.
Öncelikle şunu belirtelim; sahada mücadele eden hele milli forma giymiş bir futbolcunun hakarete uğraması, küfredilmesi, yuhalanmasını asla anlamıyor, kabullenmiyorum.
Bu dün Volkan Demirel’di, bugün de Arda Turan’dır.
Ancak her şeyin başındaki kişi birinin hakarete uğramasına göz yumarsa diğeri yuhalandığı anda durumu açıklayamaz; çünkü ikincisinin ortaya çıkmasına ilkine gösterdiği ayrıcalıklı tutum neden olmuştur.
Bir sonraki aşamada sıra kendisine de gelebilecektir!
Zaten işin özü de burada gizlidir.
Türkiye eleme gruplarının en iyi üçüncü takımıydı. Beğenmediğimiz, hâlâ çantada keklik olarak gördüğümüz Çek Cumhuriyeti o grubu lider olarak tamamlamıştı.
Fenerbahçe Basketbol takımı dün 75. Maçına çıktı.
Şimdi şöyle bir hesap yapalım.
Ligler 10 Ekim 2015 tarihinde başladığına göre aradan tam sekiz ay geçmiş. Bu ortalama 240 gün yapıyor.
Yani Fenerbahçeli basketbolcular üç günde bir maça çıkmışlar.
Üstelik bunların arasında Real Madrid, Panathinaikos, Bayern Münich, Khimki, Laboral ve CSKA Moskova gibi Avrupa’nın üst düzey takımları da var.
Türkiye Kupasını kazanmışlar.
Euroleague’de şampiyonluğu 1,8 saniye farkla kaybetmişler.
Ve dün çok zorlu geçen dördü Galatasaray, altısı Efes Pilsen olmak üzere on maçlık yoğun bir maç serisinin ardından Türkiye’de şampiyonluğa ulaştılar.
Avrupa Şampiyonasına yenilgi ile başladık; şaşırdık mı, hayır!
Ancak kendimizi çok farklı hayal ettiğimiz, bambaşka kategorilerde gördüğümüzden hayal kırıklığı yaşadık mı, evet!
Neymiş, orta sahası çok güçlü bir takımmışız!
Mesele önce takım olmak ve bununla da dışarıdan bakıldığında anlaşılabilen bir futbol oynamaktır.
Takım mıyız?
Gökhan Gönül Paris’ten basın bildirisi okuyor; Fenerbahçe’ye mesaj gönderiyor.
Ben yurtdışına gittiğimde ülkeyle bağım kopuyor, kim ne yapıyor çoğu zaman ilgilenmiyorum bile; çünkü bulunduğum yeri yaşamaya, hissetmeye çalışıyorum. Böylesine konsantrasyonu yüksek bir işin içinde turnuvaya gitmeden sözleşme konusunu halledemediği için herkes onu konuşuyor o da cevap yetiştiriyor.
Fatih Terim de bunu dışarıdan izliyor. Bunlar ancak bizim gibi anonim görüntü içindeki takımların içinde olabilecek türden şeylerdir.
Pazar günü oynanan Galatasaray OB-Fenerbahçe Türkiye Basketbol Ligi Play Off Yarı Final mücadelesinde yaşanan olaylardan ötürü Galatasaray iki maç ceza aldı.
Ezeli rekabette bunlar yaşanıyor mu?
Maalesef artık derbi dediğimiz gerçek budur.
Bitecek mi?
Bu şekilde devam ettiği sürece bitmeyecektir.
Nedenleri var; hatta Pazar günü çok çarpıcı bir takım olaylar ve sonuçlar da yaşanmıştır, şimdi bunlar üzerinde duralım.
Şu satırları çok dikkatli okuyalım.
Ben 57 yıllık gazeteciyim. Ne çıkarttığım gazetelerle, ne çıkarttığım dergilerle, ne yazdığım yazılarla gurur duyuyorum. Şöyle Bab-ı Ali'yi bakıyorum; "Şunların ustasıydım ben" diyorum, bu bana gurur veriyor. Bunlar yaşayan gururlar çünkü... 'Şunu ben yetiştirdim, bunu ben yetiştirdim' diye ağzımdan çıkmadı. Böyle bir laf duydun mu? Hayır. Ama ben de biliyorum, onlar da biliyor. Bu da bana yeter.(*)
Çağımızda iki şey sürekli birbiriyle karıştırılır hale geldi.
Sistem ve yönetmek…
Hangisinin birbirinden önce yerine geçerek kullanıldığı da çok önemli bir detaydır.
Güncel bir konudan hareketle şöyle örneklendirebiliriz. Schengen uygulaması bir sistemdir ve içeriğinde birçok bileşeni beraberinde getirmektedir. AB üyesi her ülke Schengen’i kendisi yönetiyor. AB üyesi olmayan Türkiye’nin Schengen kapsamına alınmasıysa sistemin karmaşık yapısından ötürü siyasal ve yönetimsel anlamında uygun olsa da sistemin aradığı bazı kriterlerden ötürü gerçekleşemiyor.
Aziz Yıldırım, Fenerbahçe’nin başına geçtiğinde Kulüp gecekondudan farksız bir görüntü sergiliyordu. Yapılması gereken o kadar çok şey vardı ki!
Kulüp hem doğru yönetilmeliydi, bunun için bir sistem kurulmalıydı hem de sistemin işler hale gelebilmesi için de zenginleştirilmeli, kaynaklar yaratılmalıydı.
Aziz Yıldırım’ın bana göre spor tarihimizin genel “paradigmasını” da değiştiren devrim niteliğindeki sistem kurgusu çok büyük bir başarıdır.
Geriye dönerek yapısal anlamda Fenerbahçe’nin tüm bileşenlerini incelediğinizde bu başarıyı görürsünüz.
Takım sezonun son maçına çıkmış, final oynuyor, kenardaki adam yere çömelmiş not alıyor. Ne yazdığını anlayabilmek mümkün değil.
Bir koç düşünün ki silinebilen mürekkepli kalemle tahtaya çizdiği her set sayıya dönüşüyor; kurduğu her hücum veya savunma seti insanların hafızasına, gönlüne kazınıyor…
Bir teknik adam düşünün koca bir sezon sadece kazanamayacak bir takım sahaya çıkarıp, asla gol atamayacak bir taktik kurgu veriyor ve öyle de oluyor; sonra ısrarla çömelip notlar alıyor.
Neyin notunu alıyorsun?
Anlayamadığın ya da hafızana girmeyen ne var ki ortada?
Bir önceki maçtan farklı ne görüyorsun da sana ilginç geliyor?
Biz senin gördüğün şeyi daha göremedik!
21 sayı geriye düştüğü karşılaşmada bitime 3.1 saniye kala Kupa’yı kazanmışken son topa parmak ucu kadar farkla sahip olamadığından bugün Fenerbahçe için Euroleague ikinciliğine dair yazı yazıyoruz.
Zordur Fenerbahçe’nin şampiyon olması…
O kadar çok bileşenin bir araya gelmesi gerekir ki!
Pardon düzeltiyorum; Fenerbahçe’nin o kadar çok ve çeşitliliğe sahip rakiplerini saha içinde ve dışında yenmesi gerekir ki bazen onlarcasını çözer birini beceremezsin böyle finallerde kaybedersin.
Cumartesi günü de yazmıştım, zordur Fenerbahçeli olmak; çünkü Fenerbahçe insanın ömrünü yer, bitirir, tüketir.
Hep finallere kadar getirir orada tüm bileşenlerle toptan mücadele ettiğinden kaybeder.
Fenerbahçeli bu durumu çok iyi bilir, Fenerbahçeli olmayan, hatta Fenerbahçe’den anlaşılması zor bir şekilde nefret eden de bilir bunu öncesinde ve sonrasında kullanır, keyfini de sefasını da sürer…