Ligin 24. Haftasını tamamladığımız bu sürede şampiyonluk yarışındaki ilk dört takımın bazı ortalamalarını konuşmanın zamanı geldiğini düşünüyorum.
Aşağıdaki tablolardaki tüm sayısal veriler MatchStudy’den alınmıştır.
İlk tablo durumun genel görünümünü gösteriyor bize.
Ligimizin topla en çok oynayan ve karşılaşmalarında topun en fazla oyunda kaldığı takımı Başakşehir görünüyor. Başakşehir’in maçlarında sadece kendisi değil, rakip takımlar da daha fazla zamanla oynuyorlar.
Bu ne demek; rakip kaleci, oyuncu yerde yatmıyor, gereksiz yere oyun durmuyor; elbette daha az faul oluyor.
Tabloya göre ilk dört takım arasında topla en az oynayan takım Fenerbahçe. Bir başka bakış açısıyla Başakşehir maçlarını Fenerbahçe’den 6,31 dakika (90 dakikalık sürenin neredeyse %7’sine karşılık geliyor) uzun oynuyor demek.
Beşiktaş 2,08 Galatasaray da 1,21 dakika daha fazla topla oynamış, Fenerbahçe’ye oranla.
Sahanızda oynadığınız böyle maçları kazanmanız gerekiyor; ancak sürekli geriden gelmeye çalışma geriliminin bu takımı olumsuz etkilediğini, yeterince taşıyamıyor olduğunu ligin artık yokuş aşağı inişe geçildiği bu bölümünde söylememiz gerekiyor.
Öncelikle kazanan Akhisar’ı tebrik etmeliyiz; Salı günü yarı final eşleşmesinde kendisini finale taşıyacak karşılaşmada olmadığı kadar bu maçı kazanmayı ne kadar çok istediklerini ve motive olduklarını bize gösterdiler.
Akhisarlı Seleznyov’un bir maç içinde kaleci Kameni’ye üç defa yaptığı baskıyı sezon boyunca kaç kere tekrar etmiş olduğunu hatırlamaya çalışalım; var mı?
Futbolumuza kalite gelecekse bu şekilde gerçekleşecek; ancak takımların ve futbolcuların rakip seçtikleri bir ortamda elbette standart sapmalar büyüyerek artıyor. Kazanırken aslında nerelerde kaybettiğimizi ayırt edemiyoruz.
Takımların maç seçmelerinin lige olan etkisinin ne olduğunu hafta içinde tablolarla anlatacağım.
Akhisar bu sezon Fenerbahçe’den 6 puan aldı. Bu aynı zamanda Fenerbahçe’nin zirveyle arasındaki puan farkına karşılık gelmesi de ligimizin gerçekten açıklanması zor tuhaflıklarından biridir.
Diğer taraftan eğer sezon bu farkla
Önce şu soruyu soralım.
İlk ayağı 1 Mart günü oynanan bir kupa maçının ikinci maçı 48 gün sonra oynanacaksa o zaman ilk karşılaşmanın tarihinde mi sorun vardır yoksa sonuncusunda mı?
Geçen sene de benzer bir eşleşme yaşanmış, yine olaylı bir derbi maçı oynanmıştı.
Son yıllarda Fenerbahçe ile Beşiktaş arasındaki rekabet giderek gerilime dönüşen bir süreci de beraberinde getiriyor.
Sarı ve kırmızı kartlar havada uçuşuyor. Artık kime denk gelirse…
Bunun yönetilebilir olması gerekiyor ancak en başta son birkaç aydır güvenilirliği medyada açık bir şekilde sorgulanan MHK kurumunun yaptığı yanlış hakem atamaları yüzünden maçlar standardı olmayan kararların tartışıldığı, spordan uzaklaşılan ve bir sonraki karşılaşmaya rövanş alma duygusunun eklendiği bir mücadeleye sahne oluyor.
Dünkü maç için sırf bu nedenden ötürü bir spor olayıdır demek gerçekten çok zor.
Ne Cüneyt Çakır ne de Fırat Aydınus bu yıpranmışlıklarıyla artık Türkiye’de derbi yönetme melekeleri kalmıştır.
Derbilerin havası böyledir. Rüzgârı çevirdiğin ve yelkenlerini doldurduğun anda uçar gidersin. Bu maçı klasik bir derbi karşılaşması olarak görmek gerekiyor; iki takım arasındaki fark ortaya çıkan sonuç kadar değil.
Kuşkusuz planlanan ile gerçekleşen arasındaki sürecin doğru yönetilmemesinin de Fenerbahçe adına işleri bozduğunu söylemeliyiz.
32. dakikaya kadar İsmail Köybaşı hem çok iyi bir oyun çıkarıyor hem de yakından tanıdığı eski takım arkadaşı Quaresma’nın sonrasında daha net ortaya çıkan etkisini göreceli olarak engelliyordu. Ancak maça devam edemedi.
Burada akıllara hemen geçen hafta Hasan Ali’nin yaptığı saçma sapan faul, gördüğü kart geldi; çünkü Fenerbahçe’nin sol ayaklı ikinci savunma oyuncusu yoktu. İsmail’in boşalttığı yere İsla’yı almak birçok dengeyi bozan bir hamle oldu.
İsla’nın ilk müdahalesinde Cüneyt Çakır tarafından sarı kartla cezalandırılması da bu oyuncunun Quaresma karşısındaki savunma gücünün yarısını elinden aldı.
Maçın son bir saatinde ortaya çıkan net tabloya bakınca; kademe kademe Fenerbahçe’nin oyundan düşen etkisi ve Beşiktaş’ın artan baskısı göz önüne alındığında böyle şeyleri konuşmak zorlaşıyor, biz yine de ifade edelim. Çünkü
Fenerbahçe sahasında oynadığı son Gençlerbirliği maçı dahil olmak üzere hep kendi hataları sonucu yedi sekiz maçta net puanlar kaybetti. Alanyaspor karşısındaysa ilk yarıda bireysel anlamda değil ancak yerleşim bakımından rakibine atak olanağı verdiği üç net pozisyonu kalecisi Kameni’nin yerinde müdahaleleri ve kurtarışlarıyla atlattı.
Ligi bir film şeridi gibi geriye sarıp izlediğimizde Fenerbahçe’nin net anlamda pozisyon verdiği ve kalecisinin ön plana çıktığı bu kadar bariz bir maç hatırlamıyoruz.
Şampiyonluk mücadelesi veren takımlardan Galatasaray, Başakşehir ve Beşiktaş’ın kalecileri Muslera, Volkan ve Fabri’nin çevirdiği ya da kurtardığı birden fazla karşılaşma sayabiliriz.
Maç sonunda Aykut Kocaman haklı şekilde ilk yarıdaki bu hatalı oyunun altını özellikle çizdi, rahatsızlığını dile getirdi.
Şimdi buradaki farka dikkat çekelim.
Türkiye’deki genel futbol anlayışı ve algısı bir şekilde yerleşmiştir.
Nedir bu?
Top her iki kalede de gidecek gelecek, bir sürü pozisyon yaşanacak ve o karmaşa içinden birtakım hatalar yapacak, diğeri değerlendirecek; daha fazla kaliteli ayakları olan maçı kazanacak.
Karşılaşmanın 54. Dakikasında Chedjou çıkıp, yerine Napoleoni girerken spiker “Abdullah Avcı bir savunma oyuncusu çıkıp yerine bir hücum oyuncusu giriyor” diye değişikliği anlatıyordu izleyicilere.
Haftalardır futbol kamuoyuna Başakşehir için “şampiyon gibi oynuyor” şeklinde yorumlar geliyordu. Abdullah Hoca da bunun etkisine fazlasıyla girmiş, ilk 45 dakika sahada olan biteni görmemiş, Fenerbahçe’nin ne yaptığını anlamamış, belki de istatistik kağıdında yazan sayısal veri üstünlüğüne aldanmış olacak böyle akıl dışı bir değişikliğe gidiyordu.
Hocaya şunu sormanın zamanıdır; “neyine güvendin?”
Aslında bu soruyu Türkiye’de haftalardır Fenerbahçe’nin oynamaya çalıştığı futbolu görmezden gelen, küçülten herkese sormak gerekiyor.
54. dakika, maç henüz 1-0 devam ediyor, Fenerbahçe’nin zaten her maçta bir basit hata opsiyonu var, Abdullah Avcı sabırla futbolunu oynamak yerine meydan okudu!
Kime; Aykut Kocaman’a!
Kimden; sezon başından bu yana kendisini dolduran, birçoğu maç bile izlemeyen, ezbere konuşarak ipte cambazı gösteren, ne istediğini de doğru dürüst anlatmayan futbol ulemalarından cesaretle!
Çünkü Fenerbahçe’nin her maç en az bir adet bireysel hata yapma opsiyon
Stadyumdan içeri girdiğimde tribünlerin bir önceki maça göre daha boş olduğunu görünce kendi kendime sordum; “acaba Fenerbahçe taraftarı neden bu maça ilgi göstermedi?” diye.
Sonra sorunun cevabı kendiliğinden geldi.
Hafta başı “Takım Oyunu Programında” bunu Bozkurt K. Yılmaz ile sayısal verilerle ortaya koymuştuk.
Fenerbahçe bu sezon tam 12 defa tribün cezası almıştı ve Göztepe maçından sonra da yine büyük bölümü cezalıydı.
Bu sayı tek başına bir anlam ifade etmeyebiliyor, rakiplerinin durumu nedir diye baktığımızdaysa şu sonuç çıkıyor ortaya;
Fenerbahçe 12 defa
Beşiktaş 7 defa (biri Süper Kupa Finali, bunu ekleyelim)
Trabzonspor 6 defa
Bu sezon hiç olmadığı kadar hakarete varan bir biçimde Aykut Kocaman eleştirisi izliyoruz.
Sebeplerini üç aşağı beş yukarı tahmin edebilmek mümkün olsa da yapılan şeyin artık sportif değerlendirmenin çok ötesine geçtiğini, diğer teknik adam kıyaslamalarında aynı yolun kullanılmadığını tespit etmek ve konuşmak gerekiyor.
Öncelikle Fenerbahçe tarafından bakalım; Fenerbahçe içinde “küçük bir grup” net bir şekilde takımın başarısız olması için neredeyse her maç öncesi, sırası ve sonrasında adına rahatlıkla “beşinci kol” diyeceğimiz bir faaliyet içindeler. Bu kişilerin özellikle başarısız sonuç alındığında sosyal medyada senkronize bir biçimde hareket etmeleri dikkat çekicidir.
Burada bırakalım daha ileri gitmeyelim.
Fenerbahçe dışındaki kamuoyunun çok çeşitli hesaplaşmalar içinde olduğunu da rahatlıkla ifade edebiliriz.
Aykut Kocaman’ın sakalını bile sorun eden zihniyetlerin temel sorunlarının 3 Temmuz’da başladığını oradaki tuttukları taraf yanılgısının hala devam ettirildiğini ancak kılıf ve araç değiştirdiğini görebiliyoruz.
Bakın, herhangi bir dalda eleştirmen olmak için mutlak surette bir işin uzmanı ya da fiilen onu yapmış olmanız gerekmiyor.