Stadyumdan içeri girdiğimde tribünlerin bir önceki maça göre daha boş olduğunu görünce kendi kendime sordum; “acaba Fenerbahçe taraftarı neden bu maça ilgi göstermedi?” diye.
Sonra sorunun cevabı kendiliğinden geldi.
Hafta başı “Takım Oyunu Programında” bunu Bozkurt K. Yılmaz ile sayısal verilerle ortaya koymuştuk.
Fenerbahçe bu sezon tam 12 defa tribün cezası almıştı ve Göztepe maçından sonra da yine büyük bölümü cezalıydı.
Bu sayı tek başına bir anlam ifade etmeyebiliyor, rakiplerinin durumu nedir diye baktığımızdaysa şu sonuç çıkıyor ortaya;
Fenerbahçe 12 defa
Beşiktaş 7 defa (biri Süper Kupa Finali, bunu ekleyelim)
Trabzonspor 6 defa
Galatasaray 2 defa
Şimdi buraya baktığınızda kafada bir model beliriyor. Her maç öncesinde taraftarın tribünlere gelmesi için neredeyse kampanyalar düzenlenen Fenerbahçe taraftarının sebep olduğu ve toplamı neredeyse diğer üç rakibinkine eşit bir tablo ile karşı karşıya kalma durumu var.
Bu verinin altına sarı kart raporunu da eklemek gerekiyor.
Gençlerbirliği 53
Trabzonspor 53
Fenerbahçe 51
Beşiktaş 41
Başakşehir 39
Galatasaray 36
Nasıl oranlar? Bir ilham veriyor mu?
Gençlerbirliği’ni buraya özellikle aldım, çünkü ligin en fazla kart gören takımı durumunda ve hafta içinde Beşiktaş maçında da tam 4 adet sarı kart gördü.
Gençlerbirliği 5 kırmızı kart ile de ligin sarı kartlarla birlikte en hırçın takımı durumunda.
Fenerbahçe böyle bir takıma karşı oynadı.
Gençlerbirliği bu maçı da 5 sarı kart ile tamamladı ancak ikisi karşılaşmanın 89. ve 90. Dakikalarda geldi.
Maçtan çok ilginç bir veri daha vereceğim; Ümit Özat ilk iki oyuncu değişikliğini 24. ve 28. Dakikalarda yaptı. İlki muhtemelen taktik gereğiydi ancak Kamal İssah değişikliği takımı 10 kişi kalma tehlikesine karşı alınmış akıllıca bir önlemdi.
Kamal İssah 16. Dakikaya gelindiğinde çok sert müdahalelerinden ötürü ancak bir kart görmüştü. Kendisini çalımlayarak geçen Valbuena’ya sol kanatta çizgi üzerinde yaptığı hareket en hafifinden sarı kart olmasına karşın hakem Mete Kalkavan tarafından nizami bir şarj olarak değerlendirilmişti. Ama Ümit Özat’a göre bile bu kartlık bir hareketti.
Kart sıralamasının ikinci sırasında hangi takım var; Trabzonspor değil mi?
Geçen hafta 83. Ve 90. Dakikalarda olmak üzere iki kart gördü Trabzonspor. Daha fazlası var mıydı? Evet vardı 16. Dakikada Pereira’nın ve 36. Dakikada Kucka’nın Alper’e yaptığı hareketler net kırmızı kartlıktı ancak Ali Palabıyık her ikisini de izlemekle yetindi.
Bir maç 90 dakika oynanıyor ve bunun kronolojik bir sırası varsa oyun kuralları gereği Fenerbahçe’nin görece iyi top oynayıp baskı kurduğu ve gol için yüklendiği oyunun bu bölümlerinde rakiplerin eksik kalması ve sonra bireysel hatalara sıra gelmesi gerekiyor değil mi?
Hem Ali Palabıyık hem de Mete Kalkavan kart görmesi gereken pozisyonlarda futbolcuları uyarmakla yetindiler. Eğer uyarı varsa neden sarı kart icat olmuştur? Eğer uyarı mekanizması devredeyse bu maçta Soldado, Oğuz Kaan ve Dirar neden ilk hareketlerinde sarı kartla cezalandırılmışlardır?
Damlaya damlaya göl oluyor, sakla samanı gelir zamanıydı değil mi?
Fenerbahçe Konyaspor deplasmanına nasıl savunma hattından eksik çıkmak zorunda kaldıysa; Beşiktaş maçına da zaten eksik kadro rotasyonuna bir de sarı kart cezaları eklenerek çıkabilme ihtimalini konuşuyoruz.
İhtimal ancak çok büyük bir olasılık.
Bundan on sene önce hakemler Kadıköy’de böyle hatalar yapmaya cesaret edemezdi. Uzak şehirlerde kupa finallerinde yine yapıyorlardı ve kupalara mal oluyorlardı ancak Kadıköy’de zordu. Şimdi çok cesurlar çünkü Kadıköy’ün eski havasından eser yok. Eski Kadıköy’de Dirar’a çıkan karttan ya da Kamal İssah’a ikinci sarı kart çıkmamasından sonra tribünler yıkılır, hakem için cehennem yaşatılırdı.
Ama maçtan sonra Aykut Kocaman’a “Batuhan’ı oynatamaz mıydınız?” şeklinde ancak bilgisayar oyununda kendisinin yapacağı türden kadro sorusu soranların olduğu bir ortamda kuşkusuz taraftarın tepkisinin şeklini ve kime olacağını sorgulamak da güçleşiyor.
Karşılaşmanın ilk 45 dakikasında Fenerbahçe bunlarla uğraşırken kadrosunun sınırları çerçevesinde olabilecek en iyi oyunu ortaya sergiledi.
Fenerbahçe’nin yetenek ve kalite olarak ortalama seviyelerinde olduğu iddia edilen bu takımının 45 dakika boyunca rakibe tek bir pozisyon bile vermezken ortada herhangi bir tehdit bile yokken yine golü kendi kalesine atması kaderin Fenerbahçe’ye oynadığı bir oyundu.
Hayatı bu derecede ne beceriksizlikle ne yeteneksizlikle açıklayamazsınız.
Kendi başınıza bu kadar üst üste talihsizlik gelse “ben ne kadar başarısız, vasıfsız, yeteneksiz biriyim” diyebiliyor musunuz?
Elbette dilin kemiği yok, klavyenin de sınırı hem söyler hem yazarsınız ancak aynı yorumu bir başka takım için yazamaz, söylemezseniz bu olsa olsa öznel ve dönemsel olur.
Dönemin gereklerinin de ne olduğu malumdur.
Neredeyse tüm takımın bir makine düzeninde oynadığı ve pozisyonlar ürettiği ancak değerlendiremediği bu karşılaşmanın 2-2 sonuçlanması futbolun içinde aslında normal karşılanması gereken de bir sonuçtur. Dünyanın sonu değildir.
Fenerbahçe takım halinde rakipleri karşısında net üstünlükler kuran ancak kendi kendine gol atabilen bir takıma dönüşmüştür. Çözmesi gereken sorun budur.
Fenerbahçe bunu çözer ancak ne Ali Palabıyık ne Mete Kalkavan ne Cüneyt Çakır ne Bülent Yıldırım eğer rakip ve yenilmesi gereken bir güce dönüşmüşlerse bunu aşamaz!
Fenerbahçe son 40 yılda hakemlerin bu tutumunu bir kere olsun geçememiştir.
Hakem hatalarının istikrarlı bir tutuma dönüştüğü bir ortamı kontrol edebilmek, yönetebilmek mümkün değildir.
Fenerbahçe her Şubat’ta hakem konuşur, rakibi hakemler olur ve kaybeden her zaman yine Fenerbahçe olur.
Bunu aşabilmenin tek bir yolu var; kamuoyu gücü ancak onlar o kadar gönülsüz ki işte bu gerçek zaten Şubat ayında Fenerbahçe’nin fişini çeken realiteye dönüşüyor.
Fenerbahçe için hiçbir şey bitmedi. Hatta yeni başlıyor diyebiliriz.