Futbolumuz her yıl sportif anlamda bence bir kısırdöngü ile debelenirken, Kulüpler katlanarak büyüyen borç batağının içinden çıkmaya çalışıyor. Yakın vadede buradan bir kurtulma umudu olmadığı gibi ana gelir kapısı durumundaki “maç yayını” kaleminin yayıncı kuruluşun hesabı döndürememesi nedeniyle bir sonraki dönemde bu paraları verecek bir yapının olmama tehdidi de kapıda görünüyor.
Buralara neden geldik ve nasıl kurtuluruz?
Digiturk’un 2016’da toplam üye sayısı 3.150.000 adetken, 2018’in 4. Çeyreğinde bunun da 2.610.000 sayısına düşmesi ve yeni sezonda üç aşağı beş yukarı bu kadar abone ile yola devam edileceğinin beklenmesi yayıncı kuruluşun yükümlülüklerini yerine getirememesinin başlıca nedeni olmuştur. (**)
Yayıncı kuruluş neden abone sayısını arttıramadı, sorusunun cevabını ararken elbette onun yayın içeriğini beslediği unsurların da burada etkili olduğunu söylemeden geçemeyiz. Ürünün hangi pazarlama araçlarıyla piyasada tüketiciye sunulacağı bir profesyonelliktir. Ülke gerçekleriyle pazarlama stratejilerinin birbirlerini etkileyen unsurlar olduğunu mutlaka akılda tutmak gerekir; ancak meseleye sadece ülke gerçekleri çerçevesinden bakmak da artık bugünü
3 Temmuz’un ne olduğu ve futbolumuza ne yaptığını biraz da finansal verilerle okuyalım. Malum günümüzde en temel belirleyici etken o oldu.
13.02.2009 tarihinde Hürriyet’te yayınlanan bir haberle başlayalım önce; okuyalım:
Deloitte, küresel düzeyde futbol kulüplerinin gelirlerini incelediği geleneksel “Futbol Para Ligi” araştırmasını yayınladı. Rapora göre, dünyanın en çok gelir elde eden futbol kulübü Real Madrid olurken, Türkiye’den ilk kez Fenerbahçe ilk 20 kulüp arasına girmeyi başardı. Fenerbahçe yıllık 111.3 milyon Euro tutarındaki geliri ile 19’uncu sırada yer aldı.
Yönetim Kurulu Üyesi Ali Koç, Fenerbahçe’nin Deloitte’nin sıralamasına girmesinin hiçbir şekilde tesadüfi olmadığını belirtti. Koç, şöyle konuştu: “Fenerbahçe’nin Deloitte’un araştırmasında dünyanın en zengin 20 takımı arasında gösterilmesi çok sevindiricidir. Futbol artık ulaştığı finansal büyüklük ile tüm dünyada önemli bir endüstri haline gelmiştir. Fenerbahçe de vaktinde gerçekleştirdiği uzun dönemli planlama ile tüm stratejik adımlarını, büyüme planlarını bu doğrultuda kurgulamış ve kurumsallaşma önceliğini gerçekleştirmiştir. Fenerbahçe’nin bu sıralamaya girmesi uzun vadeli düşünülerek
2018-19 sezonu geçtiğimiz hafta yapılan maçlarla tamamlandı. Galatasaray şampiyon oldu; Bursaspor, Erzurumspor ve Akhisar Süper Lig’den ayrıldılar.
Her sezon ortasında şampiyonluk mücadelesi devam ederken bir takım matematiksel hesaplar yapılır ve şu soru sorulur; “bu sene şampiyonluk puanı kaç olur?”
Şimdi bunu biraz daha derli toplu bir tabloda toplayalım.
3 Puanlı sisteme geçtiğimiz 1987/88’den sonra tam 32 sezonu geride bıraktık.
Ligimiz 1994/95 sezonundan itibaren 18 takımla 34 maç üzerinden oynanıyor. Öncesinde farklı yıllarda bu sayı artmış bir yıl 36, diğer yıl 38 olmuş ya da azalmış; 30 maçla tamamlanmış. Ancak maç başına ortalama puana bakıldığında takım sayısının etkisi büyük standart sapmalar yaratmıyor.
Tablodan da takip edileceği gibi 32 sezonun ortalama şampiyonluk puanı 77 yani maç başına 2,29 olmuş. Bu ne demek; bir takım 25 galibiyet veya eşdeği aldığında şampiyon oluyor diyebiliyoruz.
2010/11 sezonunu 82 puanla şampiyon tamamlayan Fenerbahçe geride bıraktığımız 10 yılda 80 puanı geçen tek takım özelliğiyle göze çarparken sezonu da 26 galibiyetle bitiriyordu.
Fenerbahçe için bitse de gitsek haftalarının sondan ikincisinde, olabilecek en güzel mevsimde Erzurum deplasmanından kazanılan 3 puan son maçı 6. sırada tamamlama heyecanına taşıdı.
Hatırlarsanız Galatasaray’ın Erzurum deplasmanı ne tantanalı olmuştu. Yine ulusal bir mesele haline getirilmişti.
Neyse…
Fenerbahçe nasıl; hiç bildiğiniz gibi değil. Geçtiğimiz yıllardan söz ediyorum. Daha iyisi mümkün müydü, kuşkusuz son 17 maçta daha başka şeyler yapılabilirdi.
Zaten sezonun bu bölümü için Ersun Yanal’a en büyük eleştirilerimiz de burada yoğunlaşıyor.
Sezonun belki de en doğru, en güzel ve en sonuç alıcı maçlarından birini oynadı Fenerbahçe.
Çok daha önemlisi kazanmasıydı; çünkü olmaması gereken bir yerde yaşadığı stres Erzurumspor’un ikindi maçında 3 puan almasıyla artmıştı. Üstelik iki hafta sonraki adres Erzurum’du. Kazanamasaydı; yine elde kağıt kalem hesaplar yapılacaktı.
Fenerbahçe bu hesapları neden yapmak zorunda kaldı; artık bugünün konusu değil. Konuşulması gereken başka şeyler var.
Önce doğru oyunu konuşalım.
Fenerbahçe’yi, tarihi, mazisi, forması ayakta tutuyor; yoksa bu oyunun, futbolun karşılığı çok daha beter yerlerdi; bunu yazarken daha beter neresi var diye de sormadan edemiyor insan.
Yazık!
Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor maçlarında hep aynı senaryo tekrar etti.
Rakipleri Fenerbahçe’nin adının büyüklüğünden ürktüler, hatta korktular.
On kişi kalan rakiplerinin üzerine gitmeye bile cesaret edemediler.
Haftalardır tekrar tekrar farklı cümleler ve örneklerle yazıyorum; dün bir kere daha ortaya çıktı Fenerbahçe’nin en temel sorunu bir oyun planı, organizasyonu, düşüncesi, kurgusunun olmamasıdır.
Oyun planını kim hazırlar?
İşte, Fenerbahçe’nin temel sorunu; Ersun Yanal.
Şimdi size hafta boyunca ve sonrasında oyuncu kalitesi, forsuzluğu, vasatlığı diye bir sürü yorum yazacaklar, konuşacaklar; Fenerbahçe “sözde” çok daha düşük bir takım kadrosu ve teknik direktörüyle geçen sezonu kıl payı kaçırdı.
Türkiye’nin en büyük ancak en kalitesiz derbisi 1-1 sonuçlandı. Futbolumuza dair nitelik tarışmalarının sıklıkla yapıldığı son yıllarda oyunun güzellikleri konuşulamadığında geriye en karanlık tarafları kalıyor.
Spor kültürü olmadığında futbol çolak kalır. Ülkemizde var mı? Maalesef dünyanın bu en ünlü spor olayına gereken değeri kazandıramadık, veremedik. Tüm paydaşlarının bunda sorumlu olduğunu söylemiz gerekiyor.
Ancak bu kadar anlam yükleyip, tek bir derbide herşeyin çözümlenmesini beklemek de hayalperestlik olur elbette.
Futbol bir takım oyunu ve giderek daha fazla teknik, taktik, bilgi ön plana çıkıyor. Bu da teknik adamın rolünün ön plana çıkmasına neden oluyor. Evet, tıpkı basketbolda olduğu gibi; Euroleague bize mutlak surette ilhan olmalıdır ki Avrupa’nın en ünlü koçu Türkiye’de görev yapıyor, etkisini yıllardır tecrübe ediyoruz.