Futbol eskiden basit bir oyundu ve futbolcuların becerisine, uyumuna göre oynanır, sonucuna göre yorumlanırdı.
Artık çok şey değişti; futbolu sadece futbolculara ve onların dizilimine, yerleşimine göre düşünür, planlarsanız yanılırsınız.
Türkiye yanılanı bol bir ülke haline geldi çünkü mevcut bilgiler yetmiyor.
Bu maçın bir an için İngiltere’de ve Manchester City ile Fenerbahçe arasında (City asla böyle oynamıyor ama bir an için öyle farz edelim) aynı bu şekilde oynandığını ve Fenerbahçe’nin kazandığını düşünün.
Nasıl yorumlayacaktık bu tarihi zaferi?
İstatistik verilerde bu kadar önemli üstünlük sağladığı karşılaşmada Fenerbahçe’nin güçlükle karşılaşmayı kazanmasının nedenlerini düşünmek gerekiyor.
Kabul edelim ki Fenerbahçe yeni bir takım ve oynayarak öğreniyor, birbirini tanıyor.
Tekrarlar, hatalar, istisnalar olacaktır. Önemli olan ne yaptığını biliyor ve bildiğinde ısrar etmek.
Fenerbahçe’nin genel oyun düzenine baktığımızda kanat ağırlıklı bir dizilişi olduğunu görüyoruz.
Bu zaten yapılan orta sayısında da göze çarpıyor.
Alex Ferguson “takım savunma hattından başlayarak kurulur” diyor. Onun şampiyonluk yaşadığı yıllarda hep güçlü bir savunma hattı kurduğunu görüyoruz.
Daha yakınlardaysa Liverpool var. Önceki sene savunma hattı için servet harcadı.
Geçen sezon Manchester City 23, Liverpool 22 gol yediler.
Tabii Türkiye’de bu işleri başka görüp, değerlendirip; futbolu “çok bilen” bir kitle var. Aslında bildiğini sanan ve saçma sapan görüşleriyle birbirlerini kandıran bir kitle bu. Herşeyi ama herşeyi zehirliyor, doğru oyunun ve futbol aklının egemen olmasını da engelliyor.
Her sene yaz dönemini roman yerine beni daha fazla düşünmeye yöneltecek kitaplara ayırıyorum. Geçen seneyi Can Kozanoğlu’nun Mirgün Cabas ile gerçekleştirdiği ve; Bıçkın ve Ağlak adını verdikleri söyleşi-kitaba ayırmıştım.
Bu seneki kitaba sene başında karar verdim. 16 Aralık 2013 tarihinde satın aldığım ve o günden bu zamana kitaplığımda sessizce sırasının gelmesini bekleyen Stefan Zweig’ın otobiyografisi Dünün Dünyası.
Stefan Zweig geride bıraktığımız yüzyılın en iyi gözlem yapan ve en üretken yazarı olarak diğerlerinden ayırmak gerekiyor. Onu bu kadar ayrıcalıklı hale getirense yazdığı biyografileri oluyor. Zamanın ruhu dediğimiz etkiyi onun kadar güçlü ve bağımsız aktarabilen çok az yazar tanıdım, diyebilirim.
Bağımsız gözlem, maalesef aralarına kendimi de katacağım birçok kişinin görüş bildirirken, anlatırken başaramadığı bir durumdur.
Kusursuz bir futbol oynayarak, rakibine karşı net bir üstünlük kurup, peş peşe pozisyonlarla bu maç kazanacağını psikolojik olarak da hissettiren Fenerbahçe’nin 17. dakikada golü de bulmasına karşın sonrasında neden yavaşladığını sormamız gerekiyor.
Bu bir taktik anlayış mıydı?
Yoksa ilk 17 dakikada oynadığı futbolu Trabzonspor anladı ve buna karşı önlem geliştirip, maçı mı dengeledi?
Hakeme gelmeden önce Fenerbahçe’nin bu maçı neden kazanamadığını anlamak gerekiyor.
Pazar gecesi oynanan Galatasaray-Konyaspor maçı bizim futbolumuza bakış açısı ve futbolu yorumlama anlayışı çerçevesinde önemli detaylar içeren bir karşılaşmaydı.
Öncelikle takımların piyasa değerlerini karşılaştıralım; Mackolik’ten aldığım verilere göre;
Galatasaray 130.450.000 €
Konyaspor 25.800.000 €
Piyasa değerlerine sahipler, Galatasaray aynı zamanda bir Şampiyonlar Ligi takımı olduğunu bir kenara not edelim.
Geride bıraktığımız iki üç sezona nazaran Fenerbahçe’nin çok daha yetenekli ayaklara sahip bir takımı olduğunu söyleyebiliriz.
Hatta “Türkiye ortalaması” ölçeğinde bu takımın beyaz bayrak/ayna yapmasını da beklemek mümkündür.
Şöyle bakalım…
Başakşehir geçen sezonu şampiyonluğu kıl payı kaçıran bir takımdı; uzun zamandır bir arada oynayan bir oyuncu topluluğuna sahipti.
Fenerbahçe ise bırakın bir arada oynamayı hiçbir oyuncusu geçen sezon oynadığı mevkisinde bile olmayan bir takımdı.
Sağ kanat oyuncusu Dirar sol bek, orta sahada 8 numara oynayan Ozan sağ bek, 6 numara Jailson stoper, geçen sezonu neredeyse hiç oynamadan geçirmiş Zanka’yı da bu gruba eklediğimizde aslında 4 benzemezdi bir savunma dizilişi olduğunu görüyoruz.
Bu tip maçlar kış öncesi grip aşısı olmak gibidir.
Aşıyı bilirsiniz vücuda güçsüz ya da cansız mikrop verilir. Bedene giren yabancı unsurlara karşı bünye hemen reaksiyon gösterir. Savunma hücreleri çoğalır ve güçlenir, kısa sürede aşı ile verilen mikropları yok eder. Vücut artık zor günlere hazırdır.
Teşbihte hata aranmasın Gazişehir güçsüz ve etkisizdi; aşı olmaktan başka bir durumu da görünmüyordu.
Maç sonu istatistik veriler bunu destekliyor.
Toplam pas 723-226; topa sahip olma oranı %76’ya 24.