3 Temmuz sürecinin Fenerbahçe’den sonra en fazla etki ettiği kulüp Beşiktaş oldu. Beşiktaş taraftarı da o tarihten itibaren nerede duracağı, nasıl tavır sergileyeceği konusunda gidiş gelişler yaşadı. Dün de bu gerilimin patlamaya dönüştü bir maç oldu.
Daha fazlası da olabilirdi. Ancak artık taraftarın da belli bir bilinç seviyesine geldiğini konuşmak gerekiyor. Bir iki kişi dışında taraftarın tribünlerde kalıp tepkisini orada sürdürmesi büyümesi muhtemel bir olayın boyutunu küçülttü.
Hiç kuşku yok ki Beşiktaş taraftarını üzen bir diğer neden, takımının bir türlü içinden çıkamadığı istikrarsızlıktır. Yıllardır neredeyse birbirinin tekrarı kopya sezonlar yaşıyorlar. Hep aynı umutlarla yeni başlangıçlar yapılıp sezon ortasından itibaren dün yaşadığımız noktaya kadar geliniyor.
Sürekli teknik adamlar değişiyor. Fakat sezon sonuyla ilgili senaryoda farklı bir son yaşanmıyor.
Bu şekilde, modelsiz, sistemsiz bir kurguyla daha fazla devam etmek pek mümkün görünmüyor. Oturtulmaya çalışılan Portekiz sistemi de tutmadı.
Yönetimin eğer Tayfur Havutçu ile yola devam edecekse onun çizeceği rotada hareket edecek bir eylem planına bağlı kalması akla gelen ilk çözüm olarak duruyor.
Dün İnönü’de sezon boyunca sürekli eleştirdiğimiz bir hakem vardı. Buna talihsiz bir şekilde yardımcı hakemlerin de eklenmesiyle ortaya özellikle Beşiktaş cephesi için tahammülü zor bir karşılaşma çıktı.
Normaldir. Kötü sezon geçiren bir takım derbide rakibini yenerek rahatlamak ister. Tam olarak gücünü yansıtamıyor olsa da bir şekilde dengede devam eden oyunun kendilerince büyük haksızlık sonucu yenilen gol sonucu bozulması anlaşılmaz bir durumdur.
Melo’nun attığı gol muhtemelen devre arasında herkes tarafından bir yerlerden sorgulandı.
Burada ilginç olan Hilbert ve Ernst gibi Alman ekolünden gelen disipline bağlı futbolcuların hakemlerle olan diyaloglarıydı.
Dün yazdığım yazıda da altını çizdiğim gibi MHK bu hakemleri sezon başında mutlak surette sıkı bir kampa almalıdır. Ancak bir takım hakemlerle yola devam etme ısrarı tekrar tekrar gözden geçirilmelidir.
Galatasaray, sonuca giden bir futbol oynamasını biliyor. Bu nedenle de ligin zirvesindeki yerin koruyor.
Çok güçlü ve ne yaptığını bilen futbolculara sahip.
Geçen hafta Aydın Yılmaz’a bolca yer vermiştim; bu sezon Fatih Terim’in en büyük başarılarından biri belki de Aydın Yılmaz’ı Galatasaray’a kazandırmak olacaktır.
Bu bir teknik adam zaferidir.
Attığı gol çok gösterişliydi; futbolcunun kalitesini gösterdi.
Ülkemizdeki genç sporcuların önündeki en büyük engel Aydın Yılmaz’ın yaşadığı süreçte cisim buluyor. Birçok kaliteli ayak kendilerine yeterince fırsat verilmediği ya da dilinden anlaşılmadığı için arşivleniyor.
Dün kaçırdığı goller yüzünden bugün Mustafa Pektemek de benzer bir kaderi paylaşabilir. Oysa hem oynadığı yer ve takım itibarıyla moral, destek ve motivasyona o kadar ihtiyaç duyuyor ki.
Galatasaray bu galibiyetle önemli bir eşiği geçmiş oldu. Şimdi Pazar günü yarı final niteliğinde bir maç oynayacaklar. Fenerbahçe maçında puan farkını kapattırmadıkları her durumda şampiyonluk havasını solumaya başlayacaklardır.
http://twitter.com/uzaygokerman