24 Ekim 1945’te, yani bundan 75 yıl önce dünya barışını, güvenliğini korumak için kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü’ne üye olan ülkelerin altına imza koydukları BM Antlaşması’nın girişinde şöyle deniliyor:
“Biz Birleşmiş Milletler halkları;
Bir insan yaşamı içinde iki kez insanlığa tarif olunmaz acılar getiren savaş felaketinden gelecek kuşakları korumaya, temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, erkeklerle kadınların ve büyük uluslarla küçük ulusların hak eşitliğine olan inancımızı yeniden ilan etmeye, adaletin korunması ve antlaşmadan doğan yükümlülüklere saygı gösterilmesi için gerekli koşulları yaratmaya ve daha geniş bir özgürlük içinde daha iyi yaşama koşulları sağlamaya, sosyal bakımdan ilerlemeyi kolaylaştırmaya,
ve bu ereklere ulaşmak için;
Hoşgörüyle davranmaya ve iyi komşuluk anlayışı içinde birbirimizle barışık yaşamaya, uluslararası barış ve güvenliği korumak için güçlerimizi birleştirmeye, ortak yarar dışında silahlı kuvvet kullanılmasını
“Anadolu Kaplanları” güncel versiyonunun Van durağında gördük ki turizm ve ticarette harikalar yaratan Doğu Anadolu’nun yıldızı pandeminin etkisinden sıyrılmak için var gücüyle çalışıyor. Spor, kültür-sanat ve günlük yaşama dönük gelişmeler de kısa bir duraksamanın ardından ivme kazanmış durumda. Kapıköy sınır kapısının açılıp İran ile turizm ve ticaret trafiğinin normale dönmesiyle birlikte kentteki canlılığın yine pik yapacağı da çok açık. Yani Van sevdalısı yeni kuşak kaplanlar atak için tetikte. Tıpkı geçmiş zamanlardaki örneklerde olduğu gibi... Dolayısıyla, kentteki gelinen noktayı ve geleceği öngörmek açısından biraz eskileri anımsamakta yarar var.
Yıl 1982... Askeri darbeyle gelen iki yıllık aradan sonra Danışma Meclisi’nin “Partiler” ile “Seçim” yasalarının hazırlığına girdiği ve aynı zamanda 20 Temmuz 1982 tarihinde, 41 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı hakkında kanun hükmünde kararname kapsamında yeni kurulan üniversitelerin konuşulduğu, tartışıldığı
MİLLİYET’in Anadolu sermayesinin gücü, azmi ve başarısını örnekleriyle ortaya koyduğu “Anadolu Kaplanları”nın güncel versiyonu sadece yeni ya da süregelen mucize iş insanlarını değil dünyada yaşanan teknolojik gelişime ülkenin her köşesindeki duyarlılığı ve küreselleşmedeki başarının boyutlarını da gösteriyor. Çünkü önce Adana, Bursa, bugün de Konya ve sonrasında diğer illerdeki göreceğimiz örneklerle ortaya çıkan fotoğrafa bakıldığında, Anadolu’nun her köşesinin çağa nasıl ayak uydurduğu ve gerçekten yeni kuşak, kaplanların da çeyrek asır öncesindekiler gibi bugün de gerçekten kabına sığmadığı, hatta eskileri solladığı da çok net ortada. Hele de dünya genelinde, küresel dev markalarda Korona salgını ve ekonomik durgunluğun olumsuz etkilerinin hissedildiği şu günler dikkate alındığında... Dolayısıyla hem biraz eskileri anımsamak, hem de bugünün kaplanlarını ve şartlarını daha iyi anlamak adına ilk günden itibaren bu dinamizmi bizzat yaşayan, gelişime yakından tanıklık edenleri
Terörle, teröristle mücadelede başarı güvenlik güçlerinin donanımı ve kullanılan teknoloji kadar, istihbaratın etkinliğiyle de bağlantılı bir durum. Yani caydırıcılık açısından var olan vurucu güçle birlikte özellikle güvenilir, net bilgi elde etmek ve doğru ya da nokta hedeflere yönelmek de gerekiyor. Hem arananlar listesindekileri temizlemek hem de eylem hazırlığındaki teröristleri harekete geçmeden enselemek açısından. Bu bağlamda da son dönemlerde MİT ve güvenlik güçlerinin iş birliğiyle son örneğini PKK/KCK’nın Irak Sincar’daki silahlı kanadının sözde üst düzey sorumlularından “Serhat Patnos” kod adlı Fuat Zengin’in etkisiz hale getirilmesinde gördüğümüz gibi, nokta vuruşlarla terör örgütünün lider kadrosundan pek çok isim temizlendi, kesintisiz devam eden operasyonlarla da binlerce terörist etkisiz hale getirildi. Önceden alınan duyumlarla da çok sayıda terör saldırısı önlendi. Yani şu anda istihbarat olarak Türkiye çok önemli
Azerbaycan topraklarını işgal eden Ermenistan’ın alçaklığını ve azgınlığını suçlu olduğu halde üste çıkmaya çalışan, üstelik karşısındakini suçlamaya yeltenen kimseler için söylenen “hem suçlu hem güçlü” deyimiyle özetlemiştik. Şimdi bir de Oruç Reis’in yeniden Akdeniz’e açılmasından sonra Yunanistan’ın tavrına, yaptıklarına bakalım. Yunanistan hükümet sözcüsü “Oruç Reis gemisi bölgede var oldukça Türkiye ile istikşafi görüşmeler yapamayız” diyor, sonrasında da utanmadan Ankara’dan gelen Ege Denizi’ndeki adaların silahsızlandırılması talebinin tartışılamayacağını savunuyor. Sözü Meis Adası’na getirdiğinde sarf ettiği “Bu ada 1947’de Yunanistan ile İtalya arasında yapılan Paris Antlaşması ile Yunanistan’a geçti. Türkiye bu anlaşmada taraf olmadığı için söz hakkı olamaz” cümleleri de ne akılla, ne mantıkla ne de hukukla bağdaşmayan cinsten. Dolayısıyla, o da tıpatıp “Yavuz hırsız ev sahibini
Ermenistan’ın saldırısının ardından işgal altındaki topraklarını kurtarma harekâtına başlayan Azerbaycan’ın haklılığını destekler görüntüdeki Rusya’nın havası, birden değişti. Moskova’dan çıkan ateşkes kararı için her ne kadar geçici, insani amaçlı denilse de Azerbaycan açısından fazlasıyla gönülsüz bir durum olduğu ortada. Çünkü BM ve Rusya’nın dahi defalarca Dağlık Karabağ Azerbaycan toprağı demesine rağmen konu yine sürüncemeye bırakıldı. Açıkçası haklı, hakkını yine alamadı. Evet, ateşkes için öngörülen sürenin bitiminde yeni hareketlenmeler olabilir, ilk dakikadan itibaren sivilleri hedef alma alçaklığına devam eden Ermenistan bunu zorluyor zaten ama öngörüler daha çok masada havanda su dövmeye odaklı gibi. Dolayısıyla ne olacak şimdi kadar en başlardaki Ermenistan güç dengesini bile bile bu çılgınlığı neden yaptı sorusu da geçerliliğini koruyor. Hele de gelişmelerin Rusya’nın kontrolünde yaşandığı dikkate alındığında. Dün bu konuyu
İşgal altındaki Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan toprakları olduğunu bugüne kadar defalarca tescil eden ama çözüm getirmeyen ya da getirmek istemeyen Birleşmiş Milletler şimdi arka arkaya ateşkes çağrıları yaparak krize askeri yollarla çözüm bulunamayacağını belirtiyor. Çözüm olarak önerdiği de Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubu eş başkanları gözetiminde müzakerelere dönülmesi. Yani neredeyse 30 yıldır süren “Yalan Rüzgârı” dizisinin yeniden vizyona girmesi. Dolayısıyla, bu açıklamaların samimiyetine güvenmek ve ciddiye alınmasını beklemek görünür gerçekliğe pek uygun düşmüyor. O nedenle, buna dalga geçer gibi bir çözüm önerisi demek daha doğru. Çünkü bir yanda saldırıya uğrayan, toprakları işgal edilen, bir milyondan fazla vatandaşı yerinden yurdundan olan ve buna rağmen masada çözüm umuduyla yıllardır sabreden Azerbaycan, diğer yanda hak, hukuk tanımayan, işgalci politikasında ısrar eden Ermenistan var. Hem de BM’nin
Hem suçlu hem güçlü diye bir deyim vardır. Suçlu kendisi olduğu halde üste çıkmaya çalışan, üstelik karşısındakini suçlamaya yeltenen kimseler için söylenir. Yani hem hırsız hem arsız hem katil gibi bir şey. İşte bugün Ermenistan’ın ve gözü dönmüş Başbakanı Paşinyan’ın durumu aynen böyle. Şöyle ki; Ermenistan 1992 Şubat’ındaki Hocalı katliamının hemen ardından Azerbaycan’ın o dönemdeki iç karışıklığını fırsat bilerek Dağlık Karabağ’ı işgal planını devreye sokmuş ve birçok yerleşim yerine saldırarak sivilleri hedef almıştı. Yoğun bombardıman altında kalan yüzlerce sivil hayatlarını kaybetmişti, kurtulanlar ise yerlerini yurtlarını terk edip göçmüştü. O günden beri de Azerbaycan’ın o toprakları Ermenistan’ın işgali altındaydı. Dolayısıyla, Dağlık Karabağ’daki şu anki durumun tek kelimeyle özeti şu:
Artık hesap vakti...
Bu bağlamda da Azerbaycan ordusu Ermenistan askeri hedeflerini tek tek vuruyor ve topraklarını geri alıyor. Bir başka deyişle, Azerbaycan kendi topraklarında