“Anadolu Kaplanları” güncel versiyonunun Van durağında gördük ki turizm ve ticarette harikalar yaratan Doğu Anadolu’nun yıldızı pandeminin etkisinden sıyrılmak için var gücüyle çalışıyor. Spor, kültür-sanat ve günlük yaşama dönük gelişmeler de kısa bir duraksamanın ardından ivme kazanmış durumda. Kapıköy sınır kapısının açılıp İran ile turizm ve ticaret trafiğinin normale dönmesiyle birlikte kentteki canlılığın yine pik yapacağı da çok açık. Yani Van sevdalısı yeni kuşak kaplanlar atak için tetikte. Tıpkı geçmiş zamanlardaki örneklerde olduğu gibi... Dolayısıyla, kentteki gelinen noktayı ve geleceği öngörmek açısından biraz eskileri anımsamakta yarar var.
Yıl 1982... Askeri darbeyle gelen iki yıllık aradan sonra Danışma Meclisi’nin “Partiler” ile “Seçim” yasalarının hazırlığına girdiği ve aynı zamanda 20 Temmuz 1982 tarihinde, 41 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı hakkında kanun hükmünde kararname kapsamında yeni kurulan üniversitelerin konuşulduğu, tartışıldığı günler. O nedenle de MİLLİYET şimdilerde “Anadolu Kaplanları”nın güncel versiyonu ve daha nice örneklerinde olduğu gibi, o günlerde de kamuoyunu yakından ilgilendiren üniversiteler konusunu mercek altına almıştı. Bu bağlamda da bana çiçeği burnunda Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi düşmüştü. Tespitlerim ve tanık olduklarım da yazı dizisinin Van ile başlaması konusunda Altan Abi’yi (Öymen) ikna etmeye yetmişti. Çünkü asılan bir tabelayla ilkokul binasından dönüştürülen Yüzüncü Yıl Üniversitesi ilk yerleşkesinin demirbaş listesinde bir su ibriği de vardı. İşte “Rektörü ve ibriğinden başka” başlıklı yazımızdaki (18 Kasım 1982) tespitler:
“Üniversite binası: İnönü eski ilkokulu, geçen yılın eğitim enstitüsü. Öğretim üyeleri: Rektör Prof. Dr. Hakkı Atun. Üniversite demirbaşları: Yüze yakın masa, sandalye, sırı dökülmüş bir ibrik; freni çalışmayan makam otomobili, diğerleri. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin şimdiki görünen varlığı bu. Gerçi bir genel sekreter, muhasebeci, birkaç idari personel, yedi de öğretim görevlisi bulunuyor ama bunların tümü de daha önce Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne bağlı olarak faaliyet gösteren Fen-Edebiyat Fakültesi kadrosunda. Bir de ben oradayken gelmesi beklenen Ziraat Fakültesi Dekanı vardı. ‘Bugün yarın gelir’ deniliyordu. Üniversite kadrosundaki dokuz araştırma görevlisi (asistan) ise doktora çalışmaları nedeniyle Van dışında. Dördü Erzurum, biri Trabzon, diğerleri de İzmir ve Ankara’daydı.
..... Girişte sağdaki boş büyük salonun bir bölümü yeni boyanmıştı. Ama ortalarda kimseler yoktu. Hemen karşı tarafa döndüm, öğretmenler evi ile karşılaştım. Henüz insan görememiştim. Ama yemek kokusunun geldiği mutfak işe yaradı. Oraya doğru gittim ve üniversite binasındaki ilk görüşmem de aşçıyla oldu. Rektör bey nerede? Bir kat yukarıda olması gerek. Aşçının dediği gibi, rektörlük katı, hemen mutfak ve öğretmen evinin üzerindeydi. Karşıda 6 oda dışında görünen bir şey yoktu ilk bakışta. Tam yol gösterecek birini ararken, sağdaki odalardan ikincisinin kapısı açıldı. Ve ben herhangi bir kişi ararken, Fakülte genel sekreterini karşımda buldum. Bu rastlantı bana üniversitenin en eski iki varlığı ile tanışma fırsatını yarattı. Biri, 1979 yılında, daha önce Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne bağlı olarak faaliyetini sürdüren Fen-Edebiyat Fakültesi kurucu sekreteri Lütfü Sezen. Diğeri de, ağzı kopmuş, sırı dökülmüş ibrik... Gerçekte, ibrik, üniversitenin ilk demirbaşı. Ta Edebiyat Fakültesi’nden kalmış. Üniversite genel sekreterliği görevini şu an yürüten Lütfü Sezen, geldiğinde önce bir masa ile onu bulmuş. Şimdi de dolabının bir bölümünü, artık sembol haline gelen o ibriğe ayırmış. Üniversitenin Van’a gelmesinden çok mutlu olan Van doğumlu Sezen ile konuşuyoruz; Öğretim üyeleri gelmediler herhalde? Öğretim üyeleri mi? Burada rektör bey ve benden başka kimse yok. Ya öğrenciler? Onlar da henüz gelmedi. Zaten büyük bir bölümü bu yıl kayıt oldular. Yeterli öğretim üyesi gelirse Ziraat ve Veteriner fakültelerine de öğrenci almak istiyoruz. Bu yıl için 25 olarak belirlediğimiz kadro açığını tamamlayabilirsek Erzurum’da öğrenim görmekte olan Fen - Edebiyat Fakültesi öğrencilerimizi de Van’a nakledeceğiz.
..... Kısa koridorun sonundaki rektör odası diğerlerinden farksızdı. Yine sade bir masa, birkaç koltuk, telefon, sehpa ve dolap. Bir de çalışmayan görevli çağırma zili... Rektör yalnız değildi. Üniversite Kurma ve Yaşatma Derneği yöneticisi ile lojman sorununu görüşüyordu. Dertliydi, ‘Üniversite olarak öğretim üyeleri için ev kiralama olanağımız yok. En önemli sorunlardan biri de öğrencilerin barınacağı yurt. Gerçekte Türkiye genelinde bu sıkıntı var. Ancak, Van’da durum bir başka. Bu ilimizde öğrencilerin birleşerek ev tutmaları olanaksız, pansiyon deseniz o da hak getire’ diyordu. Çaylarımızı yudumlarken, rektöre eğitim yüksekokulu için alınan öğrencilerin durumunu sordum. Bütün açıklığı ile olayı anlattı: Bu bölüm için şu anda yedi öğretim görevlisi bulunuyor. Bunların üçü fakülte mezunu, diğerleri ise ortaokul öğretmeni...”
O ibrik hâlâ saklanıyor mu bilmem ama bugün aynı üniversitenin web sayfasında yaptığım gezintide gördüklerim ise şu:
Yüzüncü Yıl Üniversitesi halen 17 Fakülte, 5 Enstitü, 4 Yüksekokul, 9 Meslek Yüksekokulu, 1 Konservatuvar, 43 adet Uygulama ve Araştırma Merkezi ile Van Gölü kenarında kurulmuş, şehir merkezine 15 kilometre mesafedeki Merkez Zeve Kampüsü ile Gevaş, Özalp ve Erciş ilçelerinde eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdüren, 30 bin öğrencisi, binlerce akademisyeni olan çağdaş bir eğitim kurumu. Dahası, sitesini tıkladığınızda karşınıza çıkan “Yeni Nesil Teknolojiler: Teknokenti ile geleceğin teknolojilerini üreten bir üniversite” sloganına uygun gelişmeleriyle bir dünya üniversitesi olma yolunda. Açıkçası, o günle bugün arasında müthiş bir fark var. Tabii aynı durum Van için de geçerli. Yani o gün ve daha sonrasında defalarca gidip gördüğüm, hava karardı mı cadde ve sokakların ıssızlaştığı, bir elin parmakları dışında kalacak doğru dürüst otelin bulunmadığı Van yerine artık ışıl ışıl parlayan cadde ve sokakları, çok sayıda lüks oteli ve kültür sanat faaliyetleriyle doğunun parlayan yıldızı sıfatını fazlasıyla hak eden bir şehir var. Bunda da Van sevdalısı kaplanların payı büyük. Keşke Van’ın bugünü ve yarınını uzun yıllar MİLLİYET’in Van Temsilciliği’ni yapan bilge gazeteci ağabeyimiz rahmetli Yalçın Kitapçı da görseydi. Çünkü o da kaplanlar gibi tam anlamıyla bir Van sevdalısıydı...