Ülkesinin işgal altındaki topraklarını kurtaran Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in yumruğunu sıkıp havaya kaldırarak yaptığı zafer konuşmasındaki “Bu yumruk demir yumruktur. Bu demir yumrukla, düşmanın başını eziyoruz ve ezeceğiz de. Aynı zamanda bu yumruk birliğimizdir. Azerbaycan halkı bu yumruk gibi birleşti. Bu birlik ebedi olacak” sözleri çok anlamlı ve herkese ders niteliğinde.
Çünkü 28 yıl önce Ermenistan, Dağlık Karabağ’daki o toprakları işgal ederken Azerbaycan’ın o günlerdeki görüntüsü tam bir kaos ortamıydı. SSCB’nin dağılmasından sonra ülke bağımsızlığına kavuşmuştu ama dış mihrakların, özellikle de Rusya’nın müdahaleleriyle her türlü kirli oyunların, darbelerin yaşandığı bir dönemdi. Rusya yanlısı, daha doğrusu Rusya’nın adamı hainler kaleyi içten yıkmaya çalışıyorlardı. Bunu fırsat bilen Ermenistan’da Hocalı katliamını yapmış, ardından da Rusya’nın silah, hatta doğrudan asker desteğiyle Dağlık Karabağ’ı işgal planını devreye sokmuştu. Yani Azerbaycan o günlerde aslında içten
Kovid-19 salgınının yeniden ivme kazanmasıyla vaka ve ölüm sayılarındaki artış tedirgin edici boyutlara vardı. Dolayısıyla Avrupa’nın birçok yerinde yasaklar geri geldi bizde de art arda yeni tedbirler, kısıtlamalar devreye giriyor. Tabii öncelikle vurgulanan da yine maske takma, hijyen hassasiyeti, sosyal mesafe ve izolasyon konusu. Çünkü güvenli aşı bulunana dek yapılabilecek en etkin korunma yöntemi bu. Yani hemen herkesin “aşı bulunacak salgın bitecek” beklentisi henüz umut aşamasında. Evet, gelişmeler aşının eli kulağında olduğu şeklinde ama bir yanda da üretilecek aşılar için yan etki tartışması ve öncelik kapışması da var. Bu arada hala tartışılan bir başka noktada virüsün değişkenliğinin yanı sıra vücutta kalıcı etki bırakma ya da başka hastalıkları tetikleme olasılığı. Ki bu bağlamda da ciddi riskler söz konusu. Örneğin Dünya Sağlık Örgütü’nde uzun yıllar salgın hastalıklar ve virüslerle ilgili Tanı, Sınıflandırma ve Değerlendirme Bölüm Başkanlığı görevini yürüten Koç Üniversitesi Öğretim
İzmir depremi için TBMM’de, AK Parti, CHP, MHP, İYİ Parti ve HDP’nin ortak önergesiyle kurulan ‘Deprem Araştırma Komisyonu’ hem birlik beraberlik mesajı açısından anlamlı ve önemli hem de sorunların çözümüne dönük umut verici. Çünkü meseleye siyaset üstü bir anlayışla yaklaşma gibi bir konsensüs söz konusu. Her partinin grup başkan vekillerinin mesajı da bu konuda kararlılık içeriyor. Ama asıl sıkıntı komisyonun çalışmaları sonucunda hazırlayacağı rapordaki tavsiyelerin yerine getirilmesinde. Çünkü bu gibi komisyonlar ilk değil, geçmişte de kurulan benzer örnekleri ve onların tespitleri sonucunda hazırlanan raporlar var fakat ne derece dikkate alındığı da yaşadığımız acılarla ortada. Üstelik de o komisyonların kurulmasına gerekçe olan konuşmalarda bugünler öngörülmüşken. Örnek mi? İşte 23. dönemde TBMM’de Deprem Araştırma Komisyonu kurulma kararı öncesinde yapılan konuşmalardan (4. Yasama Yılı / 46. Birleşim / 12 Ocak 2010) bir özet. Dönemin MHP İzmir
İzmir’de yaşanan acılardan ne kadar ders aldık göreceğiz ama gerçek şu:
Marmara bir deprem denizi ve altında canlı, aktif bir fay sistemi var. Ve de İstanbul’da korkulan deprem olacak. Dahası, o depreme dönük en iyimser senaryo bile tüyler ürpertici. Ancak biz hâlâ hazırlıklı olmak noktasında garip bir vurdumduymazlık içindeyiz. Üstelik bu sadece binaların dönüşümü açısından değil, her konuda. Örneğin, İstanbul’da 1 milyon 600 bin bina var. Bunun yüzde biri göçük olsa 16 bin bina yapar. Kim, nereye, nasıl yetecek, yetişecek? Yani günün birinde göçük altında kalanı UMKE’nin, belediyelerin ya da STK’ların göndereceği timler değil, komşusu kurtaracak. Peki, bu konuda mahalle örgütlenmesi duyduk mu, hiç böyle bir hazırlık oluyor mu, malzeme var mı? Evet, bir zamanlar konteynerler vardı ama onu da hırsızlar açtı, içindekileri yürüttü. Devam edelim:
Depremde en önemli şey, yangın çıkar. Bu da evlerde çok fazladır ve depremin
Koronayla mücadele, terör, doğu Akdeniz, Karabağ gibi ülke içi, bölgesel ve küresel sıcak gelişmelere odaklanmışken, İzmir Seferihisar merkezli sallantıyla deprem gerçeğine döndük. O andan itibaren de zamana karşı verilen hayat kurtarma seferberliğini izledik, izliyoruz. Bu bağlamda da bir kez daha gördük ki afetlerin sonrasına dönük müdahalelerde, 1999’daki facianın ardından epey yol aldık ve gerçekten iyiyiz ama aynısını afetlere hazırlık açısından söylemek mümkün değil. Hem binaların güçlendirilmesi hem de deprem anında neler yapılması gerektiğini bilmek açısından. Yani arama kurtarma faaliyetleri, lojistik destek anlamında tüm kamu kuruluşları ile Sivil Toplum örgütleri anında organize olup yardıma koştular, ancak yine bildik engelle, görüntüyle karşılaştılar. Çünkü o kadar acı tecrübeye ve uyarıya rağmen insanlar yine cep telefonlarına yüklendi ve iletişim sıkıntısı yaşandı, sorumsuzca trafiğe çıkan araçlar nedeniyle yollar kilitlendi, dolayısıyla da kurtarma-yardım
Ülkece aklımız ve yüreğimiz İzmir’de… Büyük geçmiş olsun… Enkaz altında kalanların en kısa zamanda kurtarılmalarını umuyor, ölenlere rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralananlara da acil şifalar diliyoruz …
Cumhuriyet Bayramı arifesinde ABD ile Fransa büyükelçiliklerinin vatandaşlarına dönük güvenlik uyarıları ve İskenderun’daki terör saldırısıyla hem alınan kararların niyeti hem de istihbarat paylaşımı konusuna odaklandık. Evet, Amanos Dağları’ndan Türkiye’ye eylem amaçlı gelen iki PKK’lı terörist zaten sürekli teyakkuzdaki güvenlik güçlerince fark edilip etkisiz hale getirildi ama o sırada yaşanan patlama da yüreğimizi ağzımıza getirdi. Dolayısıyla da “ABD ve Fransa’nın bu tür eylemlerden haberi var mıydı, vardı da neden bunun bilgisini Türk güvenlik birimlerinden esirgediler ya da vatandaşlarına bu uyarıları yaparken niyet ve maksatları neydi?” gibisinden sorularla kafalar karıştı. Çünkü Türkiye’ye dönük kirli tezgâhların yanı sıra
Cumhuriyet’in ilanının ilk yıl dönümü 29 Ekim 1924 tarihi yeni Türkiye Cumhuriyeti için Cumhuriyet kavramının oluşmasında, 1919 yılından itibaren gerçekleştirilenlerin yanında sembolik bir anlam içermekteydi. İstanbul’daki kutlamalar ise buranın Osmanlı Devleti’nin son başkenti olması açısından da önem taşımaktaydı. Çünkü Cumhuriyet’in ilanının ilk yılında da kökeni önceki ve yeni dönemdeki kişisel beklentiler ve düşünce farklılıklarından kaynaklanan bir ortam söz konusuydu. Dahası, 3 Mart 1924’te halifeliğin kaldırılması nedeniyle derinde, sinmiş bir tepki de vardı. Yani bir yıl önce Cumhuriyet’e giden süreçteki fırtınalı ve zor günler devam ediyordu. Aslında bu sürpriz değil, Mustafa Kemal Paşa tarafından önceden kestirilen bir durumdu. Örneğin Büyük Taarruz gerçekleştirilmiş, İzmir’in kurtarılmasına birkaç gün var, cephede Mustafa Kemal Paşa’yla Halide Edip arasında bir diyalog yaşanır. Halide Edip “Paşam, bir hayli yoruldunuz, artık İzmir de kurtarılmak
Azerbaycan, işgal altındaki topraklarını tek tek kurtarıyor. Bu bağlamda da Karabağ’ın güney sınırını tamamen kontrol altına alan Azerbaycan ordusu stratejik Laçin koridoru ve Gubadlı’ya doğru ilerliyor. Hem de PKK’lı teröristlerin, paralı askerlerin Ermenilerle birlikte saf tutmasına rağmen. Dahası işin içinde bir de Ermenistan’ı kışkırtan ülkelerin silah, finans ve diplomatik destekleri de var. Yani görüntüde yürütülen mücadele her ne kadar hak, hukuk tanımayan işgalci Ermenistan’la olsa da aslında bu kirli ittifaklara, tezgâhlara karşı verilen bir savaş. Dolayısıyla yürütülen operasyonun zorluğu sadece bölgenin coğrafi şartlarından değil, özellikle bundan da kaynaklanıyor. Yoksa ordusu bozguna uğrayan, ağır zayiat veren Ermenistan’ın Başbakanı Paşinyan hala “sorunun diplomatik çözümü yok” diye efelenebilir miydi? Hele de askerleri cepheden kaçan, ekonomisi batmış bir Ermenistan söz konusu olduğunda. O nedenle de akla gelen soru şu:
Ermenistan PKK’lı teröristlere vereceği parayı, attığı