Rusya korkusuyla NATO’nun güvenlik şemsiyesi altına sığınmak isteyen ya da ABD’nin planı, baskısı dâhilinde hareket eden İsveç’te peş peşe gelen, Türk kamuoyunu rahatsız eden alçak, iğrenç provokatif eylemler sonrasında akla gelenler malum:
Ya İsveç yöneticilerinin kafalarına taş düştü, zekâ sorunu oluştu ya da İsveç NATO’ya girmek istemiyor veya vazgeçti.
Çünkü siz İsveç olarak NATO’ya girmek istiyorsunuz, Türkiye ile bir mutabakat muhtırası imzalamışsınız ve belirli bir taahhüt altına girmişsiniz. Evet, hukuki bir bağlayıcılığı yok ama siyasi bir bağlayıcılığı var ve üstelik bunu da NATO Genel Sekreteri’nin gözü önünde yapmışsınız. ABD falan da ‘tamam’ demiş. Dolayısıyla, ciddi bir devlet sözü varsayımıyla sizden beklenenler de açık ve net. Türkiye’yi haklı istekleri konusunda ikna etmek. Ancak bu süreç yaşanırkenki görüntü ise tam tersi. Verilen sözler konusunda ağırdan alınması yetmiyormuş gibi Stockholm’de terör
Seçim tarihi henüz resmileşmese de artık belli. Kesin gibi denilen CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylık durumu ise 6’lı masa atmosferindeki basınca göre hala değişkenlik gösteriyor. Bir bakıyorsun Kılıçdaroğlu artık tamam adaylığı ilan edilecek deniliyor bir bakıyorsun başka birisi de olabilir noktasına evriliyor. Hatta bu anlamda Kılıçdaroğlu’nun çok net bir şekilde adaylık yolunu kapattığı belediye başkanları İmamoğlu ve Yavaş’ın isimleri bile yine vizyona girdi. Yani siyasi beklentilere odaklı 6’lı masadaki dinamik etkenler, hararet, rüzgâr ve özellikle İYİ Parti lideri Akşener faktörüyle bağlantılı olarak Kılıçdaroğlu’na dönük ibre bir düşüyor bir yükseliyor. Şöyle ki; Akşener defalarca İmamoğlu ya da Yavaş isimleri masaya aday olarak gelirse biz hayır demeyiz dedi. Ama aynı Akşener defalarca şunu da söyledi:
“Sayın İmamoğlu da Sayın Mansur Yavaş da Millet İttifakı’nın belediye başkanları. Biz destekledik. Ben kişisel olarak çok gayret ettim. Ama günün sonunda bu arkadaşların
Cumhurbaşkanı adayı kim olacak tartışmalarıyla gündemden düşmeyen 6’lı masada sıkıntı yaratan bir başka, daha doğrusu asıl konu da milletvekili listeleri denklemi. Özellikle de paydaş partilerin örgütleri açısından. Çünkü bu doğrudan kendilerine dokunan, ilgilendiren bir durum. Malum, barajı geçebilecek partilerin listesinden masadaki diğer partiler aday göstermek zorunda. Bu da ortak aday arayışından zor bir süreç. Her partinin kendine göre bir hesabı, beklentisi var. Masadaki her partinin genel başkan yardımcıları, genel idare kurulu üyeleri, falan hepsi kendilerini milletvekili görüyor. Masada herkes eşit açıklamalarıyla öyle bir algı yaratıldı ki liste tespitlerinde de beklenti yükseldi, pazarlık kızıştı. Dolayısıyla, olası kırgınlık, küskünlüklere gebe bir durum da söz konusu. Sonuçta dışarıdan birileri listeye girecek, birileri daha gerilere itilecek ya da hiç yer bulamayacak. Bu anlamda en kritik pozisyonda olanlar da CHP ve İYİ Parti. Bu zor ve kritik süreci CHP Parti İçi Eğitim Sorumlusu, eski Mersin Milletvekili
Rusya’dan korkan İsveç NATO’nun güvenlik şemsiyesi altına sığınmak istiyorsa yapması gerekenler belli. Sözünde durmak ve Türkiye’ye verdiği taahhütleri yerine getirmek. Neydi onlar? Terör örgütü PKK/YPG’yle ilişkisini kesmek, kucak açtığı, koruyup kolladığı teröristleri Türkiye’ye iade etmek. Ki bu bağlamda başlarda altına imza attığı mutabakata uyacakmış gibi bir havası da vardı. Hatta İsveç basınında PKK/YPG’li ve FETÖ’cülerin iade edilme korkusu yaşadıkları bile yer aldı. Ama sadece o kadar. İsveç şu ana dek bir kişiyi iade etti, o da terör suçlusu falan değil sabıkalı dolandırıcı! İsveç hâlâ terörist yuvası yani. Dahası, o korktuğu, paniklediği söylenen teröristler hepten azmış durumda. İsveç devleti ise, bırak müdahaleyi, alenen teröristlerin alçaklıklarına göz yumuyor, hiç utanmadan, sıkılmadan bir de meseleyi meşrulaştırma çabası içine giriyor. Hem de yine birbiriyle çelişen tavırlar, daha doğrusu skandallarla. Mesela Stockholm’de
6’lı masa paydaşları “aday kim” diye sorulduğunda hep henüz o konuyu konuşmadık, “Önce neyi nasıl yapacağımızı konuşalım sonra kim olacağına karar veririz” dediler, diyorlar ama aradan geçen bir yıldan sonraki görüntüye bakıldığında değil aday birçok şeyin konuşulmadığı ortada... Özellikle de neyi nasıl yapacakları anlamında. Paydaşlardan Davutoğlu bir şey söylüyor kriz oluyor, Babacan bir şey söylüyor kriz oluyor ya da Akşener “noter değiliz” diyor masada hava dönüyor. Masadakilerin sık sık dillendirdikleri “eşitlik” kavramı üzerine de kafa karıştıran bir görüntü var. Bir herkes eşit deniliyor, bir paydaşların oy oranına göre uygulama sinyali veriliyor. Özellikle de adayın nasıl belirleneceği ve de kazanırlarsa vaat ettikleri güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş sürecinde ülkeyi nasıl yönetecekleri bağlamında. Mesela Davutoğlu’nun ısrarlı ve giderek keskinleşen “birlikte yöneteceğiz seçilecek Cumhurbaşkanı masadaki Genel Başkanlardan onay almadan karar
Suriye’deki varlık gerekçesini DAEŞ’i (IŞİD) yok etmek olarak açıklayan ABD, buna yönelik sözde mücadelesini tam anlamıyla oyuna çevirdi. Bir bakıyorsun DAEŞ bitti, bitiyor havası veriyor ama sonrasında en büyük tehdit diye yeniden celalleniyor. Yani ABD’nin kirli planları doğrultusunda DAEŞ bir saklanıyor ve bitti sanılıyor, bir hortluyor. Mesela, Mart 2019’da önceki ABD Başkanı Trump DAEŞ’in tamamen yenilgiye uğratıldığını açıklamıştı, terör örgütünün lideri Bağdadi öldürüldüğünde de bu tezler pekiştirilmişti. Ama TSK’nın Ekim-Kasım 2019’da Barış Pınarı Harekâtı kapsamında terör örgütü PKK/YPG/PYD’ye dönük temizliği başladığında ise ABD’den “Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki adımları IŞİD’le mücadeleye ciddi ölçüde zarar veriyor” gibisinden akıl dışı açıklamalar, hatta yaptırımlar gelmişti. Hem de Türkiye’nin sadece Fırat Kalkanı Harekâtı kapsamında binlerce DAEŞ’li teröristi temizlediği
6’lı masada henüz aday belli değil ama kazanırsa vaat ettikleri güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş sürecindeki yönetim mekanizmasının nasıl olacağı daha şimdiden arapsaçına dönmüş durumda. Bu da doğrudan masada oturanlardan kaynaklı. Masanın oy oranı düşük partileri diyor ki “Bir kişiyi aday göstereceksek yüzde 50 artıyı bizim sayemizde alacak, onun için de ‘Ben seçildim kafama göre takılırım’ diyemez. Öyle bir lüksü olmayacak, imzalayacağımız protokol gereği özellikle stratejik konularda birlikte karar vereceğiz.” Peki nasıl olacak? Stratejik kararların içeriğini kim, neye göre belirleyecek? Bir genel müdür ataması bile stratejik karar olabilir. Tek tek yazılacak mı bu stratejik karardır şu değildir diye? Evet, bunlar belki partilerin kendi tabanlarını konsolide etmek anlamında siyaseten söylenmiş sözler olabilir ama gerçekten böyle düşünüyorlarsa ki somut bir yalanlama gelmedi sorun var demektir. Hem 50 artı bir sisteminde bir oyun bile ne kadar önemli olduğu
Ankara-Şam arasındaki yakınlaşma adımları nedeniyle rahatsız olan ABD ısrarla diyor ki:
Esad ile görüşmeyin...İlişkileri normalleştirmeye çalışmayın… Bizim zalim Esad’a bakış açımız değişmedi...
Eee, başka?
Suriye’de PKK/YPG/PYD ya da türevlerine operasyon da yapmayın, düşünmeyin bile… O bizim ortağımız, DAEŞ ile mücadele olumsuz etkilenir...
Abuk, sabuk, ipe sapa gelmez ne varsa söylüyor yani… Bu durumda ABD’ye verilecek yanıt da belli:
Ya bi yürü git...
Türkiye müstemleke mi şunu yap bunu yapma diyeceksin. Sen git bu afranı, tavrını Yunanistan’a göster. Egemen ve bağımsız bir ülke olarak Türkiye ulusal çıkarları, menfaati neyi gerektiriyorsa onu yapar, yapıyor da. Diyalogsa, diyalog, harekâtsa harekât. Bunlar doğrudan Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren bir durum ve bu işlerin müsebbibi de sensin. DAEŞ ile mücadele bahanesiyle geldin Suriye’ye çöreklendin. Onun için de öncelikle sen kendine bir çeki düzen ver. Çünkü kafandaki kirli plan, tezgâh