Ülke genelinde olduğu gibi, İnce’nin memleketi Yalova’da da sahadaki sözlerle sandık birbirini tutmadı. Yani 24 Haziran öncesinde “Bakan çıkardık, şimdi sıra Cumhur-başkanı’nda” diyen Yalovalı seçmen tercihini Erdoğan’dan yana kullandı. Hatta İnce’nin köyü, kendisinin oy kullandığı sandıkta bile... Parlamento seçiminde ise üçe çıkan milletvekillerinin ikisini AKP, birini de CHP kazandı. Bir başka deyişle, sandığın ülke genelindeki görüntüsü Yalova’ya da yansıdı. Nitekim gecikmeli olarak medyanın karşısına çıkan İnce de “Küçük bir Türkiye’dir Yalova. Rize gibi bir biçim değildir. 81 vilayetten adam vardır” sözleriyle bu durumu pekiştirdi. Aslında bunu İnce’nin, 1 Kasım 2015’te yüzde 31.3 oranında oy alarak CHP milletvekili olduğu seçimde de görmek olası. Çünkü o zaman da AKP’nin oy oranı Türkiye geneli gibi yüzde 49’lardaydı. Dolayısıyla da ortaya çıkan tespit şu:
İnce’nin kampanyasının startını verdiği ve insanların meydanlara sel gibi aktığı söylenen memleketi Yalova’da da kaybetmesi sürpriz değil. Tam aksine, burada önde çıksaydı sürpriz denilebilirdi. Niyesini Yalova 1995’te il olduktan sonra ilk iki milletvekilliğinden birini kazanan eski Çalışma Bakanı ve İnce’nin hemşehrisi
24 Haziran sonra-sında bir kez daha gördük ki CHP aynı CHP... Hem aldığı oy oranı hem de bunun nedenlerini sorgulamak açısından. Çünkü Kılıç-daroğlu’nun dediklerine bakılırsa, ortada yine yenilgi falan değil, aksine, AKP’yi yıpratmak adına çok ciddi bir başarı(!) söz konusu. Dahası, İnce’nin aldığı oyların CHP’yi sollaması da olması gereken, hatta beklentinin altında kalan sıradan bir vaka... Dolayısıyla da ülkeden ziyade partiye iktidar olma sevdası ve kararlılığına(!) devam. Yani seçimden önce çok tutulan, sevilen ve ana slogan haline getirilen “tamam” sözcüğünü kendileri açısından dillendirmenin anlamı yok.
Peki, bu olası mı? Kılıçdaroğlu’nun olayı soğutma çabaları ve delege dengesiyle bir süre için belki olabilir ama parti içinden gelen tepkiler, toplumsal baskı ve olası gelişmeler dikkate alındığında zor. Özellikle de İnce’nin yeniden alanlara ineceğini açıklaması, daha doğrusu “sine-i CHP” demesinden sonra... Zira sık sık yenilenmekten söz eden ancak hep patinaj yapan CHP’de bu kez değişim rüzgârı şiddetinin ve etkisinin oldukça yüksek olacağı açık. Havanın nasıl döndüğüne ilişkin işaretler de fazlasıyla var. Neler yaşanabileceğini dün CHP’nin önde gelen bazı isimleriyle
Düne kadar İstanbul’un siyasi MR’ı son iki oylamanın sonuçlarına odaklıydı. Buna göre; birinde (01 Kasım 2015 genel seçimleri) AKP 4.5 milyon, MHP ise 790 bin küsur oy almıştı. Dolayısıyla da 16 Nisan 2017’deki referandumda anayasa değişikliğini savunan cephenin potansiyel oy gücü 5.3 milyon civarındaydı. Ancak sandıklarda ‘evet’ oyları 4.5 milyonun biraz altında kalmıştı. Dahası bu sonuç, İstanbul’da büyükşehir belediye başkanı seçildiği 1994 yılından bu yana girdiği bütün oylamaları kazanan Erdoğan’ın ilk yenilgisi (Evet:48.6-Hayır:51.4) olmuştu. Öyle ki; AKP’nin üstünlüğünün olduğu Küçükçekmece, Esenyurt, Eyüp ve Üsküdar’da da hayır çıkmıştı. AKP’nin oy depoları Bağcılar, Başakşehir, Esenler, Güngören gibi ilçelerde de ciddi düşüşler yaşanmıştı. Bunlar da doğal olarak CHP’nin lokomotifliğini yaptığı hayır cephesine toplamda 1 milyon artı oy olarak yansımıştı. Yani İstanbul’daki son görüntü Erdoğan açısından pek iyi değildi. O nedenle de Erdoğan 24 Haziran öncesinde bütün gücüyle İstanbul’a yüklendi, hatta kampanyasının kapanış konuşmasını da kaybettiği Eyüp’te (Ekim 2017’de Eyüpsultan oldu) yaptı. Ve dün sandıktan çıkan sonuçla hem İstanbul genelinde durumu dengeledi hem az
Yüksek tempolu, erte-lenme olasılığı dahil oldukça komplo teorili ve yasak ihlalleri açısından çok tartışmalı bir kampanya sürecinin sonuna geldik. Yarın sandık, yani demokrasinin gereği ve vatandaşlık görevi olan oy kullanma zamanı. Daha doğrusu, ülkenin geleceğine dönük kader anı... Çünkü kampanya süresince herkes eteğindeki taşı döktü, söylenecek olanlar söylendi. Şimdi sıra milletin ortaya koyacağı nihai kararda. O nedenle, bu seçim döneminde tüm adayların ve parti liderlerinin birleştiği tek ortak nokta olan “Herkes oyunu kullansın” vurgusu çok önemli... Hem halkın iradesinin tam yansıması hem de sandıktan çıkacak dengeler açısından. Özellikle de yarım ya da bir puanlık oynamalarla (artı-eksi) farklı olasılıkların söz konusu olduğu dikkate alındığında. Dolayısıyla da hangi adaya gönül verdiyse ya da hangi partiyi benimsiyor ya da destekliyorsa her seçmene öncelikle düşen görev, yarın sandığa gidip oy vermek. Yoksa sandığın sesinden sonra ne söylesen boş...
Tabii bu sorumluluk sadece oy kullanmakla da bitmiyor, bunun bir de sandığa sahip çıkma boyutu var. Şöyle ki bıçak sırtı dengeler nedeniyle tek bir oy bile çok kıymetli ve ufacık bir hata ya da olası manipülasyonda gerek
Sandığa üç gün kalmasına rağmen sonuca dönük beklentiler hâlâ büyük bir muamma. Evet, buna ilişkin çok sayıda kamuoyu araştırması yayımlandı; dahası, sosyal medyada hemen her gün yeni öngörüler dolaştı, dolaşıyor ama hepsi birbirinden çok farklı, dolayısıyla da daha fazla gizem artırıcı nitelikte. Şu an itibarıyla somut görünenler ise adayların son kozlarını ortaya koyduğu mitinglerindeki lokal coşku ve heyecan dışında ülke genelinde hakim olan sessizlik ya da durgunluk. Kimse ne yapacağını söylemiyor ama bu kararsız değil, kararını açıklamayan seçmen anlamına geliyor. Yani artık tercihler yapılmış ve sandık günü gelsin de oyumuzu verelim, bitsin bu iş gibisinden bir hava söz konusu. Örneğin, dün konuştuğum bazı kamuoyu araştırmacıları ve deneyimli politikacıların buluştukları ortak nokta şuydu:
Bugün halkın kime, hangi partiye oy vereceği açısından çok iyi, doğru bir tespit yapılabilse, 24 Haziran’daki seçimin sonucunu bire bir verir... Ya da çok küçük bir sapma olur. Onlar da iki ittifak arasında değil, ittifak içerisinde hangi partiye oy vereyim şeklinde olabilir. Bir başka deyişle, artık bugünden sonra seçmen tercihi değişmez...
Aslında bunlar sadece bu seçime özgü değil,
Sandık yolunda son düzlüğe girdik. Hafta sonu oy deposu İstanbul’da adayların mitingi ya da etkinliği vardı. Yani bir yanda Cumhurbaşkanı adayları ve parti liderlerinin pik yapan performansları, öte yanda seçim sonuçlarına dönük olasılık hesaplamaları tam gaz devam ediyor. Dolayısıyla da siyaset arenasında karşılaştığımız en dinamik, en karmaşık ve en kritik seçim atmosferindeyiz. En çok konuşulanların başında da seçim ilk turda biter mi, bitmezse ilk ikiye kim kalır ya da parlamento dağılımı nasıl olur var. Olası ikinci tura dönük sorular ise kim kime neden oy verir ya da vermez gibi daha da karmaşık. Açıkçası, seçimden ziyade çok bilinmeyenli bir denklem söz konusu. Özellikle de olası ikinci tur açısından. Çünkü ilk turun sonucuna ya da parlamento seçiminden çıkacak dağılıma göre seçmen kitleleri arasında çok farklı geçişkenlikler olabilir. Yani olası ikinci tur denklemi ilk turda çıkan rakamları alt alta yazıp toplayarak değil, ancak birden fazla çıkarma, bölme işlemiyle çözülebilir. Hem de parlamento dağılımıyla doğru orantılı olarak. Niyesini ikinci tur olasılığı ve bazı kamuoyu araştırmacılarının öngörülerine göre sıralayalım;
Parlamento çoğunluğu Cumhur İttifakı’nda olursa,
Cumhurbaşkanı adaylarının kampanyaları tam gaz devam ediyor. Bayram, tatil demeden her gün en az bir ilde, hatta birden fazla yerde miting var. Bu mitinglere de hatırı sayılır kalabalıklar katılıyor ya da taşınıyor. Dahası, canlı yayınlarla ekrana yansıyan görüntüler, yani meydanları dolduran kalabalıklar ve heyecan kat sayıları üzerinden adaylar arası güç polemiği yaşanıyor. Ve de sandığa dönük öngörüler havada uçuşuyor. Sanki meydanı dolduran herkesin oyları cepteymiş gibi...
Tabii bu ilk değil, eskiden de böyleydi. Örneğin, 1980 öncesindeki seçimleri anımsıyorum da partilerin bugünkü gibi özel uçak, helikopter, olanakları olmadığı için liderler seçim otobüsleriyle Ankara’dan yola koyulup karış karış ülkeyi turlarlardı. Her köyde, ilçede halkla temas, il merkezlerinde de mitingler olurdu. Yani aynı günde birkaç ilde değil, daha zamana yayılmış uzun soluklu programlar, mitingler yapılırdı. Onları izleyen biz gazetecilerde cep telefonu, iPad, laptopla henüz tanışmadığımız için PTT merkezlerinden yazdırmalı telefon bağlantılarıyla (süresi memurun insafına kalmış) gelişmeleri aktarırdık. Çekilen fotoğraflar da kartlara basılarak, dönemin gelişmiş cihazı “telefoto” ile merkezlere
TSK’nın başlattığı Kandil harekâtı sürüyor. Hedef, teröristlerin ulaşılamaz sandıkları ana karargâhlarına ay yıldızlı bayrağı dikmek ve bölgede meşru bir güç tesis edilinceye kadar da orada kalmak. Yani daha öncekiler gibi gidip de hemen dönmek yok. Çünkü sürekli atıp tutan teröristler Mehmetçik’i karşılarında görünce, daha doğrusu geldiğini duyunca tüyüyor, TSK’nın gerekli temizliği yapıp bölgeden ayrılmasından sonra yine ortaya çıkıyorlardı. Dolayısıyla da bu kez böyle bir durumun olması söz konusu değil. TSK, ülkeye terörist girişlerini önlemek ve Kandil’i bir daha alevlenmemek üzere söndürmek konusunda son derece kararlı. Tabii PKK’nın lider kadrosunu hepten susturmayı da...
Peki, bu nasıl olacak? Soruya Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin yanıt veriyor:
“Burada çok fazla birliğe, yani öyle 30-40 bin kişiye de gerek yok. 7-8 bin kişilik bir birlikle değişik yerlere üs kurmak suretiyle çok rahatlıkla Kandil kontrol altına alınabilir. Çünkü Türkiye’nin artık hem profesyonel hem de bu işlerde pişmiş bir ordusu ve silahlı, silahsız İHA’ları var. İstihbarat olarak da çok geliştik. 3-4 ayda Kandil temizlenir.”
Ya PKK’nın lider kadrosu?
“Hiçbir zaman