24 Haziran’a dönük yapılan ittifaklar hem milletvekili sayısının hesap-lanmasındaki artılar hem de baraj sorununu kaldırması nedeniyle her partiye yarıyor. Yani tam anlamıyla kazan kazan odaklı bir formül. Dolayısıyla her ortağın mutlu olması gerekiyor ancak yine de tavan ile taban arasında bazı senkron kayma olasılığı nedeniyle çatlak sesler söz konusu. Özellikle de ortakların Cumhurbaşkanlığı seçiminde tercihlerini farklı kullanabilecekleri noktasında. Hem birinci hem de olası ikinci tur açısından. Örneğin ilk turda bazı MHP’lilerin ittifak adayına oy vermemesi ya da olası bir ikinci turda Millet İttifakı’ndan Cumhur İttifakı lehine çözülmeler olması gibi. Doğal olarak bu da her iki ittifakı son derece tedirgin eden bir durum. Nitekim buna dönük çok sayıda tepki ve çağrı açıklamaları da oldu... Yine her iki ittifakı doğrudan ilgilendiren ve tabanda tartışmalara neden olan bir başka detay da parlamento seçimindeki “artık” oyların durumu. Çünkü sisteme göre milletvekili dağılımı, önce ittifakın toplam oyu üzerinden hesaplanacak, ardından ittifaktaki partiler arasında oy oranlarına göre “D’hondt sistemi” uygulanarak dağıtılacak. Bazı seçim bölgelerinde kıl payı sonuç doğuran “artık”
38 yıllık Milliyet yaşantım bazı sıkıntılı dönemler dışında genel olarak hep mutlu, umutlu geçti. Çünkü Milliyet’i Milliyet yapan özelliklerin arasında basında güven olmanın yanı sıra iyi değil kötü günde de kenetlenmek, yani kocaman bir aile olmak da vardı. Bunu da en çok başınız dara düştüğünde ya da aile fertlerinizden birini yitirdiğinizde hissederdiniz. Hem de fazlasıyla...
İşte dün de böyle bir gündü. Birinci ölüm yıl dönümü nedeniyle gazetemizin efsane genel yayın yönetmenlerinden Doğan (Heper)ağabeyimizi anmak için Zincirlikuyu Mezarlığı’na giderken patronumuz Erdoğan Demirören’in vefat haberini aldık. İçimiz acıdı... Kısa bir durgunluk sonrasında da Erdoğan Bey’in 3 Mayıs 2011’de Milliyet’i aldığı gün “Meşale emin ellerde” diye başladığı konuşmasını anımsadık. Şöyle demişti:
“Kurum-larımızı medya sektöründe daha güzel ve ileri bir noktaya götürüp getirebilmek en büyük amacımızdır. Biz gazeteleri büyüteceğiz.”
Bu konuşmanın ardından ilk yıl ortaklıktan kaynaklanan nedenlerle sancılı geçmişti ama Erdoğan Bey’in kararlı duruşuyla onu da atlatmıştık. Tabii yine aile kenetlenmesiyle. Anımsıyorum da Erdoğan Bey o günlerde biz eskileri sık sık çağırır, Milliyet ve medyanın
Türkiye ile ABD’nin mutabık kaldığı yol haritası uyarınca, Menbiç terör örgütü PKK’nın Suriye kolu YPG/PYD’den arındırılacak, ABD’nin verdiği silahlar da geri alınacak. Yani olması gereken nihayet olacak. Çünkü Obama da bu konuda defalarca söz ve teminat vermişti, hatta YPG’li teröristler Menbiç’i terk ediyor gibisinden uyduruk haberler sızdırılmıştı. Sonrasında da Menbiç’te YPG/PKK’lı teröristlerle birlikte şov yapan bir ABD’li generalin “Türkiye bizi vurursa agresif karşılık veririz” sözleriyle ilişkiler hepten gerilmiş ve “Türk askeri ile ABD askeri karşı karşıya gelirse” diye endişelenmiştik. Neyse ki iş o noktaya gelmedi ve TSK’nın kararlılığını gören ABD, Türkiye ile müttefik, stratejik ortak olduğunu anımsadı. Tabii bu şu an Menbiç ile sınırlı. Evet, daha sonra Fırat’ın doğusunda da aynısı uygulanacak deniliyor ama bu noktada da ABD’nin 1990’lı yıllarda başlayan Ortadoğu’daki stratejik yönelimi istikametinde YPG/PKK’yı silahlandırarak araç olarak kullanma ısrarı dikkate alındığında kafalar karışıyor. Niyesini MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş anlatıyor:
“Menbiç’te güvenliğin Türkiye ve ABD tarafından ortak sağlanacağı, YPG/PKK unsurlarının buradan çekileceği meselesi
İlk günlerinde oldukça alçak tondan seyreden, şimdilerde ise sertleşen ve FETÖ bağlantıları ya da “apolet” sökme tartışmalarıyla karşılıklı restleşmelere dönüşen seçim kampanyasına odaklanan ülkede bugün dikkatler sadece meydanlarda değil Washington’da da olacak. Çünkü Türkiye’nin kararlılığı ve baskısıyla Menbiç’in YPG/PKK’lı teröristlerden temizlenmesi için ABD ile karşılıklı imzalar atılacak. Tabii yine bir son dakika sürprizi olmazsa. Atıldığında plan net. Menbiç’ten teröristler çıkacak, denetim Türkiye ve ABD’nin kontrolüne geçecek. Sonrasında da bölgenin demografik yapısı gereği çoğunluğu Araplardan olmak üzere yerel yönetim oluşturulacak. Dolayısıyla da Türkiye’nin bekasına yönelik terör koridoru tehdidini bertaraf etme hamlelerine El Bab ve Afrin’den sonra Menbiç halkası da eklenecek. Hem de tek bir mermi atmadan,yani Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı harekatları gibi sahada değil, ABD’li generallerin, YPG’lilerle verdikleri fotoğraflar ve onlara kol kanat geren söylemlerine rağmen masada varılan mutabakatla... Peki nasıl oldu da o kadar tavır koyan ABD bir anlamda geri adım attı. Soruya emekli Tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu yanıt veriyor:
“Sonuçta ABD için İncirlik önemli, NATO
Fetullah Gülen’in iadesi için usulüne uygun bir başvuru yapılmadı iddiasıyla seçim kampanyası alevlendi. Bu arada MİT’in yakın takibindeki Gülen’in paketlenip paketleneme-yeceğini de tartışmaya başladık. Yani bir tarafta hukuki süreç konusunda yüksek tondan birbirlerini eleştiren siyasiler, diğer yanda da Gülen’i Öcalan gibi “uçurmaya” odaklanmış istihbaratçılar var. Dolayısıyla da çok sorulu, bol kuşkulu bir süreçteyiz. Özellikle de ABD’nin FETÖ bağımlılığı dikkate alındığında... Niyesini Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin anlatıyor:
“ABD’nin bu adamı bize vermesi çok zor, siyasi açıdan vermesi mümkün değil. Ancak onunla işleri bittiği zaman belki bir şey yaparlar, yani öldürür ya da ABD’den Kanada’ya veya başka bir yere nakledilmesini isterler, o sırada da bizimkilerle iş birliği yapıp bu işi öyle hallederler.”
Nasıl yani?
“Bizim istihbarat teşkilatı bir şekilde bu adamı adım adım takip ediyordur. Bu konuda hiç şüphem yok. Daha evvelden yurt dışına gidenler nasıl takip edildiyse, ne yaptıkları, ne ettikleri biliniyorsa, bu da öyledir. Çünkü bu Türkiye ile ABD ve Avrupa arasındaki ilişkileri de etkileyen bir konu. ABD bu konuda büyük ihtimalle
24 Haziran’a sayılı günler kala meydanlarda tansiyon yükseliyor. Adaylar her gün iki ya da üç yerde konuşarak, kozlarını ortaya koyarken birçok kamuoyu araştırma kuruluşu da ülkenin dört bir yanında yaptıkları araştırmalarla halkın nabzını ölçüyor. Şu an itibarıyla da aralarında Cumhur İttifakı önde, ilk turda biter diyen de var; oylar atbaşı gidiyor, kesinlikle ikinci tura kalır diyen de... Yine parlamento seçimine dönük de özellikle HDP’nin baraj altı kalması ya da barajı aşmasıyla bağlantılı olarak farklı sonuçlar öngören geniş bir yelpaze söz konusu. Hepsinin birleştiği tek ortak nokta ise her seçimde olduğu gibi kararsızların varlığı ve onların tercihine göre sonucun belirleneceği. Çünkü araştırmacılara göre, seçimlerde tercihler lider ve parti aidiyeti odaklı olduğu için seçmenin büyük bölümü çoktan kararını vermiş durumda. Dolayısıyla da kampanyalar ve harcamalar seçmenin çoğunluğundan ziyade kararsızlar diye nitelendirilen yüzde 10-12’lik bir kitleyi etkilemek üzerine kurgulu. Yani onları kim ne kadar ikna ederse, o kadar avantajlı duruma geçecek, kazanacak. Ancak bu kez bunlara kararsız denilmesinin yanlış olduğunu savunan araştırmacılar da var. Onlar da diyorlar ki:
“Türki
Milliyet ekibi olarak hafta sonu siyasi literatürde çok önemli bir yeri olan Ankara’daki 864 rakımlı tepedeydik. Ama bu eskilerde Süleyman Demirel’in kastettiği, şimdilerde de Muharrem İnce’nin seçilirsem ‘orayı kullanacağım” dediği Çankaya Köşkü sanılmasın. Çünkü sözünü ettiğimiz yer yine o tepede İnce tarafından karargah olarak kullanılan ve dışarıdan baktığınızda çevresinde demir parmaklıklar, kapısında güvenlik barikatı olmayan son derece mütevazı bir apartman dairesi. Ama içine girip bir duvarında Atatürk tablosu ile Türk bayrağı diğerinde de İnce’nin kırmızı kazaklı resmi bulunan ve görüşmeler için televizyon stüdyosuna dönüştürülen salonun penceresi veya yan odanın balkonundan dışarıya baktığınızda da Ankara manzarasını aynı konumda gören bir yer. Gerçi görüntüyü az da olsa kesen tek tük kaçak bina çıkmaları var ama ufka doğru odaklandığınızda insan Ankara’nın zirvesinde olduğunu fazlasıyla hissediyor. Hele de Portakal Çiçeği Vadisi’nin hemen yanı başındaki o karargahın Çankaya Köşkü’ne üç- dört dakikalık yürüme mesafesinde olduğunu bildiğinde. Kim bilir belki de İnce sık sık önünden geçiyordur yerinde duruyor mu diye...
Tabii bu işin şakası ama gerçekten o manzaradan 1980
Cumhur-başkan-lığı’nda Muharrem İnce’yi aday gösteren CHP’nin bugün tanıtımını yapacağı milletvekili adayları da “ince” hesaplar üzerine kurgulu. Özellikle de AKP’den oy devşirmek adına öngörülen ithal muhafazakâr adaylar açısından. Evet, daha önceki seçimlerde de bunun küçük çapta örnekleri oldu ama bu kez muhafazakâr damarla hem ittifak çatısı altında partisel yakınlaşma hem de doğrudan CHP listelerine fazlaca isim yerleştirme gibi bir durum söz konusu. Dolayısıyla da CHP liderine dönük övgü olduğu kadar, eleştiri de var. Övenler bu seçim öncesinde CHP’nin en kararlı, en belirgin açılımı yaptığını ve Kılıçdaroğlu’nun ilk kez oyun kurucu durumuna geldiğini söylüyor. Eleştirenler de “Evet CHP bu seçimde çok cesur adımlar attı, ön aldı ama muhafazakâr damar yerine milliyetçi damarla yakın temas içinde olsa kendi içindeki ulusalcıları tedirgin etmez, böylece de İYİ Parti’ye oy kaymasını engellerdi” diyor. Dün bu durumu CHP’nin önde gelen bazı isimleriyle konuştum. Öncelikle de eleştirenlerin “SP sistemden dolayı seçimlerde avantajlı durumda. Bu durumda da CHP’nin muhafazakâr adaylarıyla AKP’den oy alması zor” iddialarını. Anlattıklarının özeti şuydu:
“Kılıçdaroğlu yüzde 49’luk bloku