AKP İstanbul ve 6 il dışında başkan adaylarını açıkladı. Aslında onların durumu da belli ama henüz resmiyet kazanmadı. Bu seçimi 24 Haziran’ın rövanşı havasına sokma amacındaki ana muhalefet partisi CHP’nin görüntüsü ise malum. Açıkladığı bazı il ve ilçeler var ama seçimin kaderini doğrudan etkileyecek İstanbul başta olmak üzere, Ankara ve İzmir’de hâlâ ses yok. Daha doğrusu, var da henüz tek ses değil. Bu da her ne kadar CHP kurmaylarınca aday zenginliği olarak nitelendirilse de daha çok Kılıçdaroğlu’nun tercihinin isimler arasında gidip gelmesiyle bağlantılı. Çünkü Kılıçdaroğlu’nun kafasındaki adaylarla parti teşkilatının önerdiği isimler pek örtüşmüyor. Yani İYİ Parti ile ittifak sorununu sonunda aşan CHP’nin de adaylar konusunda kafası karışık... Dolayısıyla da “Ya yanlış yaparsak” tedirginliğindeki Kılıçdaroğlu tam anlamıyla bir aday labirentinde denilebilir. Üstelik de bu sadece büyükşehirler değil, oralardaki tüm ilçe başkan adaylıkları için de geçerli. Zira ilçelerde de mevcut başkan, eski başkan ve parti yöneticileri ile farklı kesimlerden olmak üzere çok fazla aday adayı var. Dahası, CHP’nin kalelerindeki çekişme de seçimi kazanmanın ötesinde oy patlatma iddiasına
FETÖ’cülerin yargıya, askere, polise, üniversiteye, bürokrasiye kısaca devlete nasıl sızdıkları artık sır değil. Bunun 1950-1960’lı yıllardan başladığı ve uzun yıllar Fetullah Gülen’in nasıl korunup kollandığı da... Örneğin Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin geçenlerde bir televizyondaki tartışma programında “Fetullah Gülen, Mehmet Şevket Eygi gibi isimler 1959’da Özel Harp Dairesi içinde görevlendirildi. Görevleri, Yeşil Kuşak projesi çerçevesinde komünizmle mücadele faaliyetleriydi. 12 Eylül’den sonra yakalanan Fetullah Gülen’in serbest bırakılması için Genelkurmay Başkanı aradı ve serbest bırakıldı” dedi. Bunun üzerine biz de Pekin’i aradık ve bu konunun detaylarını sorduk. Tabii öncelikle de Fetullah Gülen’in Özel Harp Dairesi elemanlığını... Yanıtı şuydu:
“Bu adamlar kanaat önderleri olduğu için ister istemez böyle bir teşkilat gözardı edemez bunları. Mutlaka içine alması lazım. Önemli olan teşkilatlanan bu kişilerin kontrolü. Yani devletin bunları kontrol etmesi gerekiyor. Çünkü bu güçlendikten sonra yavaş yavaş ABD’nin kontrolüne geçmiş bir adam. Tabii ABD istihbaratı da böylesine önemli bir örgütü bırakmak istemez.”
Fetullah Gülen Özel
Fırat’ın doğusunda bir oldubittiye asla izin vermeyeceğini defalarca deklare eden ve teröristleri hamilikten vazgeçmesi için ABD’yi güzellikle ikna etmeye çabalayan Türkiye artık son seçeneğin arifesinde... Yani Fırat’ın doğusunda daha önce batısında olduğu gibi bir temizlik harekâtının eli kulağında. Çünkü ABD sürekli oyalıyor ve YPG/PKK her gün daha çok güçleniyor. Örneğin, bir ay önce ABD’nin gözlem noktaları yoktu ama şimdi var. Yarın bu gözlem noktalarıyla beraber devriye faaliyetlerini yürütecek YPG ve ABD askeri... Bu arada Fransa da buradaki askeri varlığını artıracak. Ki buna dönük girişimleri de malum. Açıkçası, her geçen gün olası bir harekâtta TSK unsurlarının karşılaşacağı engeller eksilmiyor, artıyor, artacak. Dolayısıyla da Türkiye’nin buna tahammülü yok... Bu bağlamda da olası harekâtın zamanlamasına dönük öngörüler dillendirilmeye başladı. Örneğin emekli tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu diyor ki:
“Ben kısa zamanda operasyonun gerçekleşeceğini düşünüyorum. Artık kışın operasyon yapılmaz demiyoruz, kışın da yapılır. Afrin operasyonu 20 Ocak 2018’de yapıldı. Semboller önemli ülkeler için. Türkiye için de önemli. Afrin benzeri bir tarihte bu harekâtın başlayacağını
CHP’nin İstanbul, Ankara ve İzmir adayları henüz belli değil ama seçime dönük başarı olasılıkları her dakika tartışılan çok sayıda aday adayı var. Bu her seçim öncesinde her siyasi parti açısından olması gereken bir durum ancak yaratacağı sıkıntıları da göz ardı etmemek kaydıyla. Çünkü bu her ne kadar parti cenahınca aday zenginliği ya da en doğru isim arayışı olarak görülse de süre uzadıkça kararsızlık ve kafa karışıklığı olarak da algılanma riski söz konusu. Nitekim an itibarıyla örneğin İstanbul’da adaylık ibresi bir iki isim arasında gidip geliyor ama bu arada “Ana muhalefet partisi seçimin tarihi çok öncesinden belli olmasına rağmen bir türlü aday bulamadı” gibisinden eleştiriler de oluyor... Gerçekten bu eleştirilerde haklılık payı olabilir mi? Dün bu soruyu 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için CHP (SHP ile birleşmemişti o tarihte) adayı olarak yarışa giren Ertuğrul Günay’a yönelttim. Yanıtı şuydu:
“Seçim olacağı 5 yıldan belli, İstanbul da Türkiye siyaseti için çok belirleyici önemli bir yer. Ben doğrusu ana muhalefet partisinin o mu olsun, bu mu olsun diye hâlâ beyin jimnastiği yapmasını yadırgıyorum. Bu köklü bir siyasi gelenek ve
ABD terör örgütü PYD/YPG, yani PKK’ya silah desteğine devam ediyor. Hem de Trump’ın bundan sonra silah verilmeyeceğini söylemesine, hatta Menbiç mutabakatında verilenlerin toplanacağının kayıt altına alınmasına rağmen... Yani ABD ikiyüzlülük konusunda oldukça istikrarlı. Çünkü bu 1990’lı yıllardan beri dinlediğimiz bir hikaye. O günlerden bu yana tek fark geçmişte teröristlere el altından yaptığı desteği artık alenileştirmesi... Dolayısıyla da ABD şimdilerde PKK için “terör örgütü” deyip türevlerinden ayırmaya çalışıyor, hatta terörist başlarına ödüller koydu ya onlar da hepten hikaye... Hele de geçmişte el altından PKK’ya verdiği destekler dikkate alındığında... Örneklerini Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik, 35 bin askerle o güne kadarki en kapsamlı Çelik Harekatı’nı (22 Mart 1995) yöneten dönemin Jandarma Asayiş Bölge Komutanı emekli Korgeneral Hasan Kundakçı anlatıyor:
“ABD o zaman da silah veriyordu. Türkiye’nin hareketlerine karşı istihbari bilgi veriyordu. Patlayıcı maddelerle ilgili destekleri oluyordu. Mesela TSK’nın envanterinde o dönem patlayıcı olarak C3, C4 vardı. PKK’nın elinde de buna benzer belirli miktarda patlayıcılar olduğu biliniyordu. Fakat bir baktık ki
Mart 2019’a dönük başkan adaylarının tamamı henüz ortaya çıkmadı ama herkes kazanmak iddiasında... Bu elbette ki olması gereken bir durum. Hiçbir partinin ya da siyasinin “Biz değil, o kazanır” demesi beklenemez ancak olabilirliğinin de mevcut ya da olası adaylar ile 2014 yerel ve 24 Haziran’daki son sandık sonuçlarına bakarak alt alta yazıp toplama çıkarmalarla izah edilemeyeceği de bir gerçek. O nedenle de tek bir isim veya ittifak hesaplarıyla “Seçimi alırız, aldık” demek hiç inandırıcı değil. Özellikle de İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere büyükşehirlerde. Çünkü yukarıdan aşağıya tüm aday profilleriyle bağlantılı olarak parti geçişliliğinin çok daha kolay olduğu bir seçim söz konusu. Yani seçmen birisini kendisine yakın hissederse tarafını değiştirebilir. Dolayısıyla da büyükşehir adayı kadar, ilçe başkan adayları, hatta belediye meclis üyeliği adaylarının da popülerliği, oy verilebilir olması başarı açısından son derece etkili. Yoksa büyükşehirlerde sandık yenilgisi kaçınılmaz. Örneğin kamuoyu araştırmacısı Adil Gür diyor ki:
“İstanbul’da Esenyurt’u, Küçükçekmece’yi, Üsküdar’ı kaybederseniz büyükşehiri alamazsınız. O nedenle de tüm adaylar çok önemli. Çünkü
ABD’nin Suriye’deki varlık gerekçesi neydi? DAEŞ’i yok etmek. Ama ABD ne yaptı? Teröristlerle mücadele adı altında bir başka terör örgütü YPG/PKK’yı silahlandırıp eğitti, dahası alan açtı, açıyor. Yani ABD Fırat’ın doğusuna dönük kurguladığı kirli tezgâhını uygulamak için DAEŞ’i bahane etti, kullandı hâlâ da aynı kafada. Dahası, şimdilerde bu bahaneler arasına İran’ı da ekledi. Açıkçası, ABD, YPG/PKK’dan vazgeçmem diyor ve Suriye’de kalıcı olmak noktasında da ısrarlı. Bunu hamleleriyle de ortaya koyuyor. Nasılını emekli tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu anlatıyor:
“DAEŞ’i gerekçe olarak gösteren ABD 30 bin YPG/PKK’lıyı eğiteceğini söyledi ama o arada bunları İran’a karşı kullanacağını da itiraf etti. Şu anda Fırat’ın doğusunda 70 bin terörist var, 30 bin daha ekleyin, 100 bin ediyor. Zaten hedefi 100 bin değil miydi? Geçen yıl YPG’nin sözde liderleri ‘ABD bizim gücümüzü 100 bine çıkaracak’ demişlerdi. Peki, bu 100 bini kime karşı kullanacak? Görünen gerekçe DAEŞ diyor, şimdi de yeni bir gerekçe olarak İran’ı ortaya attı. Dolayısıyla, kimse karşı çıkamıyor buna. O zaman İran’a karşı kullanılacaksa İran rejimi ne zaman devrilecek bilen var mı? Yok. Peki, Suriye 2011’de başladı. Suriye
Cemal Kaşıkçı’yı infaz edenleri ve ölüm emrini vereni herkes biliyor ama henüz adını resmen zikretmiyor. Hem de CIA başta olmak üzere bir çok istihbarat servisinin elindeki katliam kanıtları ve bunların doğrudan Prens Selman’ı işaret etmesine rağmen. Çünkü herkesin gözü Suudi’lerin petrolü ve parasında. Ki Trump da bunu yekten söylüyor. Dolayısıyla da cinayetin tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmamasında da hazırlanışında olduğu gibi birçok ülke gizli servisinin parmağı var. Özellikle de CIA ve MOSSAD’ın. Nasılını Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin anlatıyor:
“ABD bölgeyi yeni baştan Suudiler vasıtasıyla dizayn etmeye çalışıyor. Bu dizayn içerisinde kimler var? ABD var, İsrail var, Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri var. İngiltere bu işin dışında tutuluyor. Dolayısıyla İngiliz gizli servisi MI6, özellikle Suudi Muhaberatı, CIA ve MOSSAD’a yönelik bir karşı harekat içerisinde. Yani onları takip ediyor, ne yaptıklarını izliyor. Hatta bu olayda da o gün yapmasalar büyük ihtimalle MI6 devreye girip işi planlamışlar, Kaçıkçı’yı kaçıracaktı, götürecekti. Kurtaracaktı bu işten Kaşıkçı’yı...”
Nasıl yani?
Şöyle Kaşıkçı İngiltere’den