YSK tarafından seçimin yenilenmesine karar verilen İstanbul’da 31 Mart görüntüsü şuydu:
Seçmen Sayısı: 10.570.939, Kullanılan Oy: 8.866.614, Açılan Sandık: 31.186 Katılım Oranı: 83,88 Geçerli Oy: 8.547.074 Geçersiz Oy: 319.540...
Yani İstanbul ‘da 100 seçmenin 16’sı sandığa gitmedi. 3 de geçersiz oy ortaya çıktı ve 19 oldu. 81 kişi üzerinden baktığımızda da her iki aday arasında binde 1-2’lik bir fark söz konusu...
Dolayısıyla da 23 Haziran’a dönük stratejiler küskün-kırgın seçmen, Kürt oylar, kutuplaşma veya kırılma, kankalık ve hepsinin kesiştiği ekonomi, daha doğrusu vatandaşın cebi olmak üzere “4K1E”ye odaklanmış durumda. Bu bağlamda da her iki ittifak cephesi arasında tam anlamıyla damlaya damlaya oy devşirme hesapları ve bağlantıları yapılıyor. Dahası şimdiden “avantaj bizde” diyenler de oluyor. Evet her iki taraf açısından da bazı verilere dayalı kayıp-kaçak oyların nedenleri ve bunların kazanılmasına dönük etkin çözüm reçeteleri olabilir ama yine de siyasette iki artı ikinin her zaman dört etmediğini de hatırlamalarında yarar var… Ki buna dönük olarak dün konuştuğum bazı kamuoyu araştırmacılarından ilginç saptamalar da geldi. İşte bazıları:
“Sandığa gitmeyenler var ama
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, Kongre’de katıldığı oturumda, Trump’un SDG-PKK bağının farkında olduğunu söyledi. Bunu nihayet kabullenmesi ya da dillendirmesi güzel de ne yani, ne olacak? Yani Trump’ın anlayacağı dille So what? Bugüne dek PKK’yla bağlantıları yok yalanıyla YPG/PYD’lileri silahlandıran, eğiten ve sonrasında da yine bir harf değişikliyle SDG (Suriye Demokratik Güçleri) yutturmacasını ortaya atan ABD “Hata ettik” deyip tornistan mı yapacak? Teröristlere “Bundan böyle silah milah yok, elinizdekileri de geri verin” mi diyecek? Veya Trump, Fırat’ın doğusu için gündeme getirdiği güvenli bölge konusunda Türkiye’nin baştan beri önerdiği, TSK’nın kontrolünde 30-40 kilometre derinlik formülüne yeşil ışık mı yakacak? Dün bu durumu emekli tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu’na sordum. Öncelikle de Jeffrey’in “Başkan Trump SDG ile PKK arasında siyasi bağın farkında” sözlerini. Yanıtı şuydu:
“SDG ile PKK arasında sadece siyasi bir bağ değil, organik bağ vardır. SDG’nin omurgasını, ana eksenini kim oluşturuyor? YPG/PYD terör örgütü. YPG nedir? KCK (Kürdistan Topluluklar Birliği) sözleşmesine göre, PKK’nın Suriye’deki kolu. Yani o da KCK’ya bağlı. KCK kime bağlı?
İstanbul’un seçilmiş 98 milletvekili var. Bir başka deyişle, parlamentonun altıda biri İstanbul temsilcisi. Dolayısıyla da İstanbul’un İstanbullunun sorunlarının Ankara’ya taşınma ve TBMM’de çözüm üretilme yüzdesi hayli yüksek. Tabii kâğıt üstünde çünkü bunun realiteye dönüşmesi o milletvekillerinin performansıyla doğru orantılı. Bu bağlamda da sıkıntı olduğu açık ve net. Hem kronik sorunların varlığını koruması hem de İstanbul’un vekillerinin vatandaşla kurduğu bağın daha çok seçim dönemlerine odaklı olması nedeniyle. Yani vekiller normal zamanlarda istisnalar hariç pek sokakta halkın arasında görünmüyorlar. Nitekim vatandaşa sorsan birçoğunun ismini hatırlamaz bile. Onun için de seçmenin kafasında bazı soru işaretleri söz konusu. Özellikle de inandırıcılık açısından... Aynen şimdilerde olduğu gibi. Şöyle ki; malum şu anda 23 Haziran’a dönük hemşehri odaklı seçim stratejileri kapsamında iktidar ve muhalefet cephesinden yenisi, eskisi yüzlerce milletvekili İstanbul’da kamp kurdu, devamı da yolda. Onlar da geldikten sonra sandık gününe kadar neredeyse her mahallede sekiz on milletvekili olacak. Ve her biri öncelikle hemşehrilerini ikna etmek için sokaklarda dolaşacak, evleri, iş
Samsun’dan dünyaya 100 yıl önce yakılan ateşin bugüne kadar hiç sönmediğini ve sonsuza dek de sönmeyeceğini bir kez daha haykırdık... İktidarı ve muhalefetiyle tek ses, tek yürek olarak... Ve böylesine anlamlı bir günde bu görüntü hepimizin içini ısıttı, umut oldu. Çünkü dün olduğu gibi bugün de özgürlük ve bağımsızlığımıza kast eden ihanet ve şer odakları söz konusu...
Yani Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Gençliğe Hitabesi’nde uyardığı dahili ve harici bedhahlar... Hem aleni ama daha çok da sütre gerisinden... Dolayısıyla da aynı hayaller şimdilerde maşa olarak kullanılan terör örgütleri üzerinden kuruluyor. Buna dönük olarak da lafın gelişi gizli ama aslında bildik “el” ya da “eller” terör örgütlerini kolluyor, silahlandırıyor bazılarını da canlandırma niyetinde... Örneğin; PKK’yla mücadele devam ederken geçen hafta Ankara’da TBMM kabul salonunda bir görevliyi rehin almak isteyen terör örgütü DHKP-C üyesi, biri kadın 2 kişi yakalandı, sorguları da halen devam ediyor. Bu arada da İstanbul ve İzmir başta olmak üzere terör örgütüne dönük yoğun operasyonlar ve gözaltılar oldu, oluyor. Yunanistan’ın iadesi istenen tutuklu 9 DHKP-C’liye tavrı da malum... Bu durumu eski MİT Kontrterör Dairesi
Mustafa Kemal ATATÜRK, “1919 senesi Mayıs’ının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-ı umumiye” diye söze başladığı Nutuk’ta parçalanmış, işgal altındaki Osmanlı Devleti’nin durumunu ayrıntılarıyla anlattıktan sonra şöyle der:
“Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da ulusal egemenliğe dayalı kayıtsız şartsız ve bağımsız bir Türk devleti kurmak.
İşte, daha, İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz tatbikatına başladığımız karar, bu karar olmuştur.”
Ve tam 100 yıl önce bu hedefe kilitlenerek işgal altındaki İstanbul’dan Bandırma Vapuruyla ayrılan Mustafa Kemal Paşa, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından özgür, albayraklı İstanbul’a ilk kez 1 Temmuz 1927’de Ertuğrul yatıyla döner. ÇünküMustafa Kemal’in İstanbul’a gitme planları vekiller heyeti tarafından sürekli erteleniyordu. Sonunda karar verilir ve önce trenle İzmit’e oradan da Ertuğrul yatıyla İstanbul’a gelir. Geldiğinde de kendisini karşılayanlara Bandırma vapurunu sorar...O günlere dönelim;
1927’nin İstanbul’unu İpek Çalışlar Mustafa Kemal ATATÜRK Mücadelesi ve Özel Hayatı kitabında anlatıyor:
....1 Temmuz Cuma sabahı irili ufaklı
İdlib’de yükselen tansiyonun görünen ve görünmeyen olmak üzere iki nedeni var. Biri Rusya ve Suriye rejiminin kapsamlı operasyon niyeti ve hazırlığı, diğeri bölgedeki terör örgütleriyle ilişkileri olan CIA, MOSSAD, MI-6, Fransız, Alman ve Suudi Arabistan gizli servislerinin manipülasyonları. Dolayısıyla da Türkiye İdlib’de diplomatik, askeri ve istihbarat boyutları olan çok zor bir görev üstlenmiş durumda. Hele de Türkiye dışında hiç kimsenin barışçıl çözümden yana olmadığı düşünüldüğünde… O nedenle de İdlib’de tansiyonun nasıl düşeceği veya düşse de ne kadar stabil kalacağı konusunda fazlasıyla soru işareti bulunuyor. Dahası bölgedeki terör örgütlerini kullanan, tetikleyen CIA ve MOSSAD başta olmak üzere ülke gizli servislerinin daha başka kirli tezgâhlar düzenlemeleri de söz konusu. Nasılını Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin, anlatıyor:
“İdlib’deki bütün örgütleri ABD istihbaratı, Avrupa, bölge gizli servisleri kullanıyor… Dahası Türkiye ile radikal unsurlar arasında bir ilişki kurmaya çalışıyorlar. Yapacakları belli Türkiye’den oraya ikmal yapıldığını, radikallere yardım edildiğini falan söyleyebilirler. Türkiye’yi terörist örgütlerle iş
İstanbul’da yenilenecek seçimde öne çıkan “hemşehrilik” dinamiği aslında her sandık döneminden bildiğimiz bir siyaset klasiği. Ta 1960’lardan bu yana. Çünkü İstanbul’da nüfusun büyük çoğunluğunu Türkiye’nin her vilayetinden gelen vatandaşlar oluşturuyor. Dolayısıyla da her seçim öncesinde her parti tarafından özellikle aday belirleme ve liste sıralamasında bu dengeler, hassasiyetler dikkate alınır, alınıyor. Ki bunun da doğru ya da yanlış uygulamalarının sonuçlarına dönük fazlasıyla örnek var. Hatta 31 mart seçimleri öncesinde bir çok yerde ithal-yerli aday tartışması da yaşandı. O nedenle de tam anlamıyla bıçak sırtı bir durumun söz konusu olduğu böylesine kritik bir seçimde hemen tüm partilerin hemşehrilik ve akrabalık bağı gibi yakın markaja odaklanmaları son derece önemli. Hele de bazı araştırmalara göre; hemşehriliğin seçmen tercihinde yüzde 15 etkili olduğu dikkate alındığında. Ancak bu kez durumun etki açısından daha farklı olduğunu da hesaba katmalarında yarar var. Hem artık zayıflayan bağlar hem de bu kez söz konusu olan hemşehrilik, akrabalık bağı dinamiğinin daha çok hemşehrilik, akrabalık talebi havasında olması nedeniyle...Yani doğrudan adayla değil, herkesin kendi
Suriye’deki çatışmasızlık bölgesi İdlib’in güney kesimleri Rusya ve rejim güçlerinin havadan ve karadan yoğun saldırılarına hedef oldu, oluyor. Son iki haftada atılan binlerce bomba nedeniyle yüzlerce sivil öldü, 150 binden fazla insan da Türkiye sınırı yakınındaki Atme kampına sığındı. An itibarıyla kamptaki sığınmacı sayısı da bir milyonu buldu. Dolayısıyla da Türkiye ile Rusya arasındaki Soçi Mutabakatı’yla teröristlerin silahsızlandırılması ve çatışmasız çözüm hedeflenen 4 milyona yakın nüfusun bulunduğu İdlib’de sorun azalma değil, aksine, gittikçe artma sinyali veriyor. Özellikle de bölgedeki Suriye El Kaide’si olarak nitelenen Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) güçlenmesi ve Esad rejiminin bu gerekçeyle İdlib’e dönük kapsamlı bir operasyon hazırlığında olması dikkate alındığında... Ki bu noktada Rusya’nın da yeşil ışık yakma durumu var. Yani Türkiye’nin çabalarına rağmen İdlib’de başa dönme riski söz konusu. Bunda Esad rejimi ve Rusya kadar, İdlib’deki çözüm formüllerinin önünü tıkamak ve karışıklık, kaos isteyen ABD’nin de payı büyük. Nasılını emekli tuğgeneral Dr. Naim Babüroğlu anlatıyor:
“Eğer Rusya’nın iddia ettiği gibi Heyet Tahrir el-Şam Hımeymim Hava Üssü’ne, güneye