YSK’nın İstanbul Büyük-şehir Belediye Başkanlığı seçimini yenileme kararının ardından siyasette iki parçalı görüntü var. Bir yanda karara dönük yorum ve eleştiriler devam ediyor, hatta bu kez CHP cenahından seçimin tümü iptal edilsin diye bir başvuru söz konusu. Diğer yanda ise partiler dayanışma arayışları ve 23 Haziran seçimine dönük stratejiler üzerine odaklanmış durumda. Özellikle de İstanbul’un siyasi ve sosyal haritası, yapısı açısından. Çünkü 16 milyon insana ev sahipliği yapan İstanbul’da 80 vilayetten vatandaş var. Nüfusun büyük bir çoğunluğunu da Anadolu’dan göç edenler oluşturuyor. Yani İstanbul demek, Türkiye demek. Hem insani hem de fiziki bağlantı anlamında. Ve bunun da seçim sonuçlarına etkisi bugüne kadar fazlasıyla kanıtlanmış durumda. Şöyle ki, kamuoyu araştırmacılarına göre, İstanbul’daki Sivaslıyı ikna ediyorsanız, Sivas’ı da ikna etmişsindir veya İstanbul’daki Kastamonuluyu ikna etmişsen, Kastamonu’yu da kazanmışsın anlamına geliyor. Ya da tam tersi, Sivas’taki, Kastamonu’daki vatandaş İstanbul’daki hemşehrisine doğrudan telkinde bulunuyor. Yani bu bir zincir ve domino taşı gibi birbirini etkiliyor. Nitekim Bahçeli’nin hemşehri, akraba ana eksenine oturttuğu, 2
YSKİstanbul’da seçimlerin yenilenmesi için AKP ve MHP tarafından yapılan olağanüstü itirazları bugün görüşmeye başlayacak. Hatta kararını açıklayabilir diyenler de var. Olasılıklar malum:
- İtirazlar reddedilir, mazbata Ekrem İmamoğlu’nda kalır.
- Seçimi yenileme kararı çıkar, yeni bir seçim takvimi başlar.
O nedenle her iki taraf da yüksek beklenti içinde. AKP seçimin iptali için yeterli neden olduğunu savunuyor ve kesinlikle yenilenmesi gerektiğini söylüyor… Dahası olası bir seçim durumunda sonuca dönük tahminler bile dillendiriliyor. Buna karşı CHP cenahı ise YSK’nın mazbatayı verdiği gibi İmamoğlu’nun seçimleri kazandığını ilan edeceğine inanıyor. Yani, seçimlerin yenileneceğine ilişkin bir olasılık düşünmüyor. Dolayısıyla da YSK’nın alacağı karar açısından zordan öte bir durum söz konusu. Onun için de bu kararda kritik eşik öncelikle kamu vicdanının tatmin olması. Bu bağlamda da karar ne olursa olsun altının iyi doldurulması, yani gerekçesinin kafa karışıklığına neden olmayacak şekilde çok net ortaya konulması son derece önemli. Hem siyasetteki tansiyonun düşmesi hem de YSK üyelerinin kariyerleri açısından. Dün YSK’nın içinde olduğu bu sıkıntılı durumu bazı deneyimli bazı siyas
Güvenli bölge konusunda yapıcı arayış algısı veren ABD’nin gerçek niyetinin terör örgütü YPG/PKK’yı güvence altına almak olduğu çok açık. Evet, ABD’nin Suriye özel temsilcisi Jeffrey “Türkiye’nin tüm güvenlik endişeleri giderilecek” gibisinden sözler ediyor ama ABD’nin öngördüğü ya da kafasındaki formül diye konuşulanlar daha çok terör örgütünü koruyup kollamaya dönük tuzaklar içeriyor. Özellikle de ABD’nin verdiği sözler konusundaki sabıkası dikkate alındığında... Dolayısıyla, 32 kilometre derinlikte Türkiye-ABD askerlerinin ortak devriye formülüne de ihtiyatlı yaklaşmakta yarar var. Niyesini emekli tuğgeneral, Dr. Naim Babüroğlu anlatıyor:
“Diyelim ki Türkiye-ABD askerleri 450-500 kilometrelik Fırat’ın doğusundaki Türkiye-Suriye sınırında ortak devriye görevi yaptılar. Bu ne sağlayacak? Güneyden yani Suriye’den herhangi bir tehdidin, bir ateşin Türkiye topraklarına gelmesi engellenecek. Bölgede geçiş-çıkışlar da bir şekilde kontrol altına alınmış olacak. Tamam güzel de, kim korunmuş oluyor dolaylı olarak burada? Güneydeki PYD/PKK terör örgütü. Çünkü bu bir noktada Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna operasyon yapma olasılığını tamamen ortadan kaldırmış oluyor. Bir adım daha gelelim,
Bugün 69. kuruluş yıl dönümünü kutlayan MİLLİYET’in bir parçası olmanın onurunu yaşarken, bu uzun sürede ülkede ve dünyada ne çok şeyin değiştiğini düşündüm. Ve MİLLİYET’in hiç sönmeyen meşalesinin sıcaklığında anılara daldım. Öncelikle de 38 yıl önce MİLLİYET’in Cağaloğlu’nda Nuruosmaniye Caddesi’ndeki eski binasının kapısından içeri girdiğim güne. İç dünyamda iki farklı duygu esiyordu:
Gurur ve endişe...
Gururluydum, çünkü; yayın hayatına girdiği 3 Mayıs 1950 tarihinden başlayarak doğru haberleri ve sorumlu yayıncılık anlayışıyla haklı olarak basında güven madalyasıyla taltif edilen, sporda liderliği asla tartışılmayan, keza dış haberler, ekonomi ve kültür-sanat gazeteciliği, sayfalarıyla yenilikçiliğin öncülüğünü yapan, bunun yanı sıra gazetecilik faaliyetiyle hayatın her alanına sosyal ve kültürel gelişmeye katkıda bulunma sorumluluğu taşıyan, dahası Çanakkale Abidesi’nin inşasından Zap Suyu’na köprü yapılmasına kadar birçok sosyal sorumluk projesine damga vuran MİLLİYET’in kapısındaydım. Yani 1976’da bir Ankara gazetesinde (Flaş Ankara) mesleğe adım atmış genç bir gazeteci olarak Babıali’de böyle bir marka gazeteye, daha doğrusu okula gelmekle hayalimi gerçekleştiriyordum...
DAEŞ bitti mi, bitiyor mu derken bugüne dek öldürüldüğü ya da yaralandığına dair iddialar ortaya atılan örgütün lideri Ebubekir el Bağdadi’nin uzun bir aradan sonra yayınlanan video görüntüleri birçok soruyu da beraberinde getirdi. Görüntülerdeki kişi gerçekten Bağdadi mi? O ise bu görüntüler başına 25 milyon dolar ödül koyan ABD’ye “CIA’yı ya da MOSSAD’ı nasıl atlattım ve hâlâ varım” mesajı mı? Yoksa doğrudan ABD’nin Suriye’deki varlık nedeni olarak gösterdiği gerekçeyi kalıcılaştırmaya yönelik yeni bir CIA tezgâhı mı?.. Yani terörist başının görüntüsünden verdiği mesajlara kadar fazlasıyla “komplo” teorilerine açık bir durum söz konusu. Hele de DAEŞ’in iplerinin CIA ve MOSSAD’ın elinde olduğu iddiaları dikkate alındığında. Çünkü ABD’nin Suriye’deki kirli oyunu neydi? DAEŞ’le mücadele adı altında bir başka terör örgütü YPG/PKK’yı silahlandırıp eğitmek ve alan açmak. Ve bunu yaptı da. Dolayısıyla bu videoda da ABD tezgâhı kokusu almamak mümkün değil. Bu durumu MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’e sordum. İşte yanıtları:
“2014’ten itibaren kendisinden ciddi bir haber alınamıyordu, onun için çeşitli yorumlar yapılıyordu fakat ilk defa böyle bir görüntü ortaya çıktı. Irak’ta
FETÖ temizliğine dönük operasyonlar özellikle TSK’da tam gaz devam ediyor. Daha üç gün önce mahrem asker abiler operasyonu kapsamında aralarında çok sayıda muvazzaf rütbeli (albay, yarbay, binbaşı) asker yakalandı. Aynı durum MİT’in yurt dışından paketleyip getirme faaliyetleri için de geçerli. Ancak tüm bunlara karşın bu tehdit bitti, bitiyor demek zor. Özellikle de FETÖ’nün her kuruma sızdığı gerçeği ve yurt dışına kaçan asker, iş adamı gibi FETÖ’cülerin Türkiye karşıtı lobi faaliyetleri dikkate alındığında... Çünkü FETÖ’nün beyin takımından olan bu isimler kara propagandalarıyla hem bulundukları ülkelerin kamuoyunu etkiliyorlar hem de yöneticilerine Türkiye’yle ilgili bilgi taşıyorlar... Yani hainliklerini sürdürüyorlar. Tabii onlara kucak açan ülkelerin destekleriyle. Ki bu açıdan bakıldığında da tam anlamıyla bir pervasızlık söz konusu. Nasılını Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski Başsavcısı emekli Albay Ahmet Zeki Üçok anlatıyor:
“Avrupa’da müze açıyor, konferanslar düzenliyor, kitaplar, raporlar yayınlıyorlar. Avrupa Parlamentosu’na gidip konuşmalar yapıyorlar. Bunlar öyle azımsanacak şeyler değil. Yeniden yapılanma sürecinde oluşturulan, yeni yapının kendilerine göre ortaya
ABD’nin F-35’leri vermeme tehdidi ya da şantajına karşı Türkiye’nin tavrı her zamanki gibi çok net:
“B planımız hazır, böyle bir gelişme olursa başımızın çaresine bakarız.”
Yani başka yerden alırız ve kendi uçağımızı yaparız. Ki bu konuda Rusya’dan anında “Türkiye’ye savaş uçağı tedarikine hazırız” mesajı geldi ve daha başka seçenekler de söz konusu. Tabii eksileri ve artılarıyla beraber. Özellikle de “Uçak yapmak zaman alır ya da başka ülkelerden alınacak uçaklar ABD sistemine alışmış pilotları zorlar” iddiaları dikkate alındığında. Dahası, bunun bir de lojistik destek sistemleri gibi artı yatırım gerektiren boyutu var. Çünkü bu mevcut sistem de ABD uçaklarına göre kurgulanmış durumda. Ancak bunların hiçbiri vazgeçilmezlik anlamına gelmiyor. Dolayısıyla da en çok konuşulanların başında “F-35’e karşı B planı ne?” sorusu var. Buna Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı em. Korg. İsmail Hakkı Pekin’in yanıtı da şöyle:
“F-35’ler gelse bile ikişer üçer gelecekti. Türkiye’nin hesabı 2030’lara kadar mevcut, modernize edilmiş F-16’ları kullanmak. B planının Rusya’dan uçak alınması falan olacağını sanmıyorum. Zaman içerisinde F-16’ların eksiklerini tamamlamak için Avrupa’dan bazı
Trump, S-400, F-35 çıkışlarından sonra Türkiye’nin de dâhil olduğu 8 ülke için 2 Mayıs’ta bitecek İran muafiyetlerini uzatmama kararıyla Ankara-Washington hattını yine gerdi. Sırada “güvenli bölge” konusu da var. Çünkü Türkiye’nin “güvenli bölge”den beklentisi, tavrı çok net. Sınırımda terör yapılanmasına izin vermem diyor ve bu konudaki kararlılığını da Fırat’ın batısında hem DAEŞ hem de YPG/PKK temizliğiyle gösterdi. Fırat’ın doğusuna dönük olarak da hazırlıklar tamam... Buna karşılık ABD ise silahlandırdığı terör örgütü YPG/PKK’yı koruyup, kollamak adına yeni formül arayışında. Bu bağlamda son gelişme de Amerika’nın Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’in, “Türkiye ile Suriye’de YPG’nin yer almadığı bir güvenli bölge kurulması için çalışmalar yapıyoruz” şeklindeki sözleri. Tabii yersen... Çünkü bugüne kadarki taktiği çözüm üretmekten ziyade daha çok oyalama ve yutturmaca üzerine kurgulu ABD’nin bu yaklaşımı da yine soru işaretleriyle dolu. Özellikle de YPG’siz güvenli bölgenin ne anlama geldiği ve boşluğu kimin, nasıl dolduracağı konusunda. Yani ABD’nin YPG/PKK’yı gözden çıkarma gibi bir durumun inandırıcılığı yok. Niyesini dün konuştuğum üst düzey bir askeri yetkili anlatıyor:
“