31 Mart seçimlerinden bu yana geçen üç ayda siyasette ve hemen her gece ekranlarda İstanbul’daki oyların yeniden sayılması ya da sayılmaması gerektiğine odaklı tartışmaları izledik. Hâlâ da izliyoruz. Yani artık sandığa 8 gün kaldı, yarın da iki aday arasında ekranda “siyaset derbisi” var ama Yüksek Seçim Kurulu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini yenileme kararı üzerine gerek iktidar gerek muhalefetteki ateşli ve hiddetli değerlendirmeler bitmiş değil. Özellikle de oyların tümü yeniden sayılsaydı, seçimin iptaline gerek kalmazdı ve de 23 Haziran’da yeniden sandığa gidilmezdi noktasında... Bu bağlamda da başından beri AKP’lilerin savunduğu, son olarak da Cumhur İttifakı’nın adayı Binali Yıldırım’ın katıldığı bir televizyon programında dile getirdiği tez şu:
“Oyların yüzde 10’u yeniden sayıldı, fark 29 binden 13 bine düştü. Tamamı sayılsaydı, fark kapanırdı ve açık ara lehimize dönerdi. Ancak CHP’nin İl Seçim Kurulu’na itirazı ve orada hukuka müdahalesiyle bu engellendi. Oyların tamamının yeniden sayılmasının YSK tarafından reddedilmesiyle de olağanüstü başvurudan başka çaremiz kalmadı.”
Hukuka müdahaleyle suçlanan CHP’nin kurmaylarınca öne sürülen karşı tez ise
Doğu Akdeniz’de askeri hareketlilik, karşılıklı tehditler ve birtakım manipülasyonlarla sular her geçen gün daha da ısınıyor. Her gerginlikte olduğu gibi ön plana çıkan aktörler de Ortadoğu’nun bildik sabıkalıları ABD ve jandarması İsrail... Dolayısıyla da tespit edildiğinde tüm komşu ülkeler için umut olan bölgedeki hidrokarbon zenginliği barışa katkı sunacağına, savaş tamtamlarının çalındığı bir havaya dönüşmüş durumda. Çünkü ABD ve İsrail körüklüyor, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve onunla iş birliği yapanlar da enerji pastasını yutmak adına efelik yapıyor. Özellikle de Türkiye ve KKTC’yi Doğu Akdeniz’den dışlamak, yasal haklarını gasp etmek niyetiyle. Tabii anında da gereken yanıtı alıyorlar. Hem de en kararlı ve en sert bir dilden. Ancak bunlar Doğu Akdeniz’de dönen kirli oyunun görünen tarafı, bunun bir de CIA ve MOSSAD başta olmak üzere bölgedeki doğal gaz yatakları bağlamında çıkar peşinde koşan tüm işbirlikçi ülkelerin gizli servislerinin de dahil olduğu manipülasyon boyutu da var. Orada da her türlü bilgi kirliliği, algı operasyonu gibi tezgâhlar söz konusu. Dün bu durumu MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’e sordum. Yanıtı şuydu:
“Doğu Akdeniz’de çok büyük gaz
Uzun bayram tatilinde İstanbul’un başkan adayları Anadolu’da, ülkenin her bölgesinden gelen milletvekilleri de İstanbul sokaklarında turladı. Hesaplar malum tatilci seçmeni yakalamak, İstanbul’da kalan seçmeni de hemşehrileri olarak ikna etmekti. Tabii bu arada da İstanbul’a dönük projeden çok siyasi odaklı, etnik damarlara dokunan mesajları doğrudan yerinde iletmek ve oradaki hemşehrileri aracılığıyla dolaylı olarak İstanbul seçmenini etkilemekti. Çünkü iki aday arasındaki denge tam anlamıyla bıçak sırtı. Dolayısıyla da bu kez bir oy kafadan iki oy (birine artı, diğerine eksi)değerinde, yani çok kıymetli. Evet, bazı anketlerde iki aday arasında yüzde 1-2 puanlık farklar (lehte-aleyhte) öngörülüyor ama bu rakamlar araştırmalardaki artı eksi yanılgı payları nedeniyle pek tatmin edici gelmiyor. Hele de bazı kamuoyu araştırmacılarının ‘sonucu çok zor tahmin edilebilecek bir seçim’ açıklamaları dikkate alındığında. Gerçekten de öyle. Örneğin; 24 Haziran 2018’le 31 Mart arasında oy kullanmayan yüzde 3 civarında bir seçmen var bunları ikna eden avantajlı duruma geçebilir. Daha da önemlisi 31 Mart’ta ilçe belediye başkanlığı seçimlerinde İstanbul’un 39 ilçesinde Cumhur İttifakı’nın
Fetullahçı terör örgütüne yönelik yürütülen soruşturmalar ve açılan davalar sebebiyle yurt dışına kaçan ya da haklarında yakalama kararı olan çok sayıda kişi var. Ve bunların hepsi de kendilerine kucak açan ülkelerin hamiliğinde Türkiye aleyhine faaliyetlere devam ediyorlar. Dahası, FETÖ’yle mücadele eden kişileri itibarsızlaştırmaya dönük kara propaganda ve ölüm tehditlerine de... Örneğin, TSK’daki kripto hainleri tespit etmek için geliştirilen FETÖMETRE’nin mucidi Tümamiral Cihat Yaycı’nın telefonunu bayramda Twitter başta olmak üzere sosyal medyada açılan kripto hesaplar üzerinden vererek, hedefe koymuşlardı... Yani alçaklık devam ediyor. Hem de pervasızca. Dolayısıyla da akla gelen soru şu:
Bunların yerleri belli, MİT orada bir şey yapamaz mı? Yanıtı kendisi de yine FETÖ’nün hedefinde olan Hava Kuvvetleri Komutanlığı eski başsavcısı, emekli Albay Ahmet Zeki Üçok veriyor:
“Hepsiyle ilgili iade taleplerimiz var, kırmızı bültenlerimiz var ama hiçbirisine işlem yapmıyorlar. Onları kullandıkları için böylesine uluslararası bir örgütlenmeye sahip Fetullahçı terör örgütünü kaybetmek istemiyorlar. Almanya, ABD, İngiltere gibi ülkelerde siz de bir şey yapamazsınız. Çünkü radikal siyasi
Çatışmasızlık bölgesi denilen ama havadan, karadan bombaların yağdığı ve her gün onlarca sivilin öldüğü İdlib’de görüntü bayramda da değişmedi. Değişmesi de zor çünkü Türkiye dışında silahların susması için çaba gösteren yok. Aksine kimi yekten kimi ise gizli servisleri aracılığıyla bölgedeki terör örgütlerini kullanarak ateşi körüklüyor. Tabii bir yandan da savaşa karşıymış havası vererek. Örneğin; son olarak Trump’ın katliam olarak nitelendirdiği saldırıların durması için Rusya ve Suriye rejimine durun çağrısı yapması, hatta müdahale sinyali vermesi ama aynı ABD’nin gizli servisi CIA ve onun kan kardeşi MOSSAD aracılığıyla bölgedeki radikal örgütleri manipüle etmesi gibi. Tabii benzer çelişkili durum diğer süper güç Rusya için de geçerli. O da teröristlerle mücadele adı altında sivil hedefleri, hatta hastaneleri bile bombalayan Suriye rejimine destek verdi, veriyor, hatta vuruyor ancak ABD “ne oluyor” diye ses çıkardığında da Soçi Mutabakatı’nı hatırlayıp “İdlib’deki durum Türkiye ile çalışa-rak durduracağımız bir mesele” diyor. Yani tam anlamıyla insan hayatını hiçe sayan “derin” hesaplar söz konusu. Ve kimin kimden yana olduğu, ne düşündüğü, ne planladığı flu… Aslında net de
Pençe Harekatı kapsamında Irak’ın kuzeyinde terörist temizliği ve sığınak imhaları devam ediyor. Sıcak gelişmeler de bakanlık tarafından açıklanıyor. Ancak bunu sadece askeri bir harekât olarak görmek eksik kalır. Çünkü bu sadece dağdaki PKK’yı hedef alan girişim değil, jeopolitik önemi de çok büyük olan kapsamlı bir harekat. Özellikle de son yıllarda gerçekleştirilen diğer sınır ötesi operasyonlarla birlikte değerlendirildiğinde. Şöyle ki; Türkiye son 35 yılda Kuzey Irak’a 20’ye yakın küçük, orta veya büyük çaplı sınır ötesi operasyon yaptı. Ama belirli bir süre sonra arama tarama, temizlik faaliyeti bitirilip geri dönülüyor sonrasında da teröristler o bölgeyi tekrar işgal ediyordu. Şimdilerde ise terörist temizliğiyle birlikte kontrol altına alınan yerlerde üs bölgeleri oluşturuluyor ve Silahlı Kuvvetler unsurları konuşlandırılıyor. Yani kalıcı olunuyor. Dolayısıyla da PKK’nın alan hâkimiyeti daraltılıyor, engelleniyor. Bunun ne anlama geldiğini 1992’deki Hakurk Harekatı’na katılan Hakkari Dağ ve Komando Tugayı’nda kurmay yüzbaşı olarak görev yapan emekli Tuğgeneral Dr.Naim Babüroğlu anlatıyor:
“Terör örgütüyle mücadeleden etkili sonuç alınabilmesi için terörü kaynağında kurutmak
S-400 krizinde en kritik sürece giriliyor. Rusya ile yapılan anlaşmaya göre, hava savunma sistemlerinin ilk parçaları bu aydan itibaren Türkiye’ye gelmeye başlayacak. Bu arada da ABD Türkiye’nin S-400 kararından vazgeçmesi için baskı ve şantaja devam ediyor. Son olarak ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, S-400’lerin teslimatının tamamlanması halinde Türkiye’nin “olumsuz sonuçlarla karşılaşacağı” gibisinden küstahça sözler sarf etti. Yani ABD müttefiklik ve diplomatik teamüllere uygun olmayan, tehditkâr üslubunda ısrarcı. Aslında buna hasmane tavır demek daha doğru. Çünkü Türkiye tehditlere açık olmasına rağmen NATO’dan destek görmediğini, dolayısıyla da tetiği kendi elinde olacak bir hava savunma sistemi istediğini defalarca yineledi, yineliyor. Ki bu konuda ne kadar haklı olduğunu çok net ortaya koyan fazlasıyla tehdit var. Nasılını dün konuştuğum kritik görevdeki üst düzey bir askeri yetkili anlatıyor:
“S-400’ler 30 kilometre irtifada hallediyor gelen füzeyi ya da uçağı ve Türkiye’ye bağımsız bir hava savunma imkânı veriyor. Mesela şu anda Türkiye’nin hava savunması ABD’nin iki dudağı arasında. Yani NATO’nun göndereceği Patriotlara falan bağlı. Bir de Malatya Kürecik’te bir radar
TSK, ülkeye terörist girişlerini önlemek ve Kandil’i bir daha alevlenmemek üzere söndürmek konusundaki kararlılığını ‘Pençe Harekâtı’yla bir kez daha gösterdi, gösteriyor. Tabii bu arada istihbari başarı, askeri güç ile teknoloji konusundaki imkân ve kabiliyetini de... Çünkü MİT-TSK senkronizasyonuyla önce belirlenen hedefler nokta atışlarla havadan karadan vuruldu, ardından da uçar birlik harekâtıyla Hakurk’a Türk komandosu yağdı. Hem de bölgede cirit atan ve artık alenen PKK’yı koruyup, kollayan CIA, MOSSAD’a rağmen... Yani MİT ve TSK öyle gizli, öyle seri hareket etti ki bölgedeki ABD ve İsrail ajanlarının dahi haberi olmadı, olamadı. Dolayısıyla da TSK’nın halen devam eden “Pençe Harekâtı” sadece bölücü terör örgütüne, teröristlere değil, onları koruyan, kollayan ülkelere ve onların gizli servislerine de çok net mesajlar içeriyor. Hem nokta hedef tespitleri hem de harekâtın şekli açısından. Nasılını Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Em. Korg. İsmail Hakkı Pekin anlatıyor:
“Hedef seçilmesi için istihbaratın çok iyi olması lazım. İnsan istihbaratı olarak MİT o bölgede çok iyi örgütlenmiş vaziyette, İHA’ların yaptığı istihbarat ve birliklerdeki karşı tarafın