İstanbul’da yenilenecek seçimde öne çıkan “hemşehrilik” dinamiği aslında her sandık döneminden bildiğimiz bir siyaset klasiği. Ta 1960’lardan bu yana. Çünkü İstanbul’da nüfusun büyük çoğunluğunu Türkiye’nin her vilayetinden gelen vatandaşlar oluşturuyor. Dolayısıyla da her seçim öncesinde her parti tarafından özellikle aday belirleme ve liste sıralamasında bu dengeler, hassasiyetler dikkate alınır, alınıyor. Ki bunun da doğru ya da yanlış uygulamalarının sonuçlarına dönük fazlasıyla örnek var. Hatta 31 mart seçimleri öncesinde bir çok yerde ithal-yerli aday tartışması da yaşandı. O nedenle de tam anlamıyla bıçak sırtı bir durumun söz konusu olduğu böylesine kritik bir seçimde hemen tüm partilerin hemşehrilik ve akrabalık bağı gibi yakın markaja odaklanmaları son derece önemli. Hele de bazı araştırmalara göre; hemşehriliğin seçmen tercihinde yüzde 15 etkili olduğu dikkate alındığında. Ancak bu kez durumun etki açısından daha farklı olduğunu da hesaba katmalarında yarar var. Hem artık zayıflayan bağlar hem de bu kez söz konusu olan hemşehrilik, akrabalık bağı dinamiğinin daha çok hemşehrilik, akrabalık talebi havasında olması nedeniyle...Yani doğrudan adayla değil, herkesin kendi hemşehrisine “oyunu şuna ver” telkiniyle bağlantılı bir durum bu. Onun için de sonucu etkiler ama partiler açısından beklentileri karşılar mı gibisinden bir fluluk söz konusu... Nitekim dün konuştuğum bazı kamuoyu araştırmacılarının ortak öngörüsü de bu yöndeydi:
“Partiler açısından hedef kitlelerin 31 Mart’ta iki adaydan birine oy vermesinin sebebi İstanbul’la ilgili, kendi memleketiyle ilgili değil ki oranın il başkanının lafıyla hareket etsin. Konuşur, hürmet eder, saygı gösterir, ‘şuna oy ver’ denildiğinde de ‘tabii, emredersiniz, biz zaten onu yapacağız’ der ama oyunu değiştirmez.
Her parti adına İstanbul’a gelen illerin kanaat önderleri ya da partilileri liderlere diyecekler ki; ‘ben şu akşam şu toplantıya, iftara gittim beyefendi bir görseniz adamlar beni ayakta karşıladı. Anlattım kendilerine niçin oyların bizim ittifaka verilmesi gerektiğini ve herkes coşkuyla alkışladı görseniz gözünüz yaşarır.’ Anlatan sahtekar değil doğru şeyi anlatıyor ama o görüntünün oyla alakası yok. Hala o duygularla İstanbul’da yaşayan Ordulu, Malatyalı, Sivaslı veya Kastamonulu yok mu var ama eskiden olduğu gibi sandığa etkisi fazla değil.”
Bu konuda deneyimli bir siyasetçinin düşüncesi de şuydu:
“Seçmenin saflarını belirginleştirdiği, tercihini henüz daha yeni yaptığı bir seçim yaşadık ve aynı adaylarla seçmenin tercihi üzerinde bir değerlendirme olacak. Bu seçmeni hemşehri gruplarıyla etkilemek bütün partiler için geçerlidir ama bunun toplumsal karşılığı zor çünkü bu daha çok seçmen sayısı düşük olan yerlerde karşımıza çıkıyor. Oralarda insanlar lokal, mikro milliyetçilik yaparak hemşehrilik bağıyla bu işi gerçekleştirir. Ama burası İstanbul ve adayı öne çıkarabilecek onunla bir hemşehrilik bağı yok. Herkes kendi hemşehrisinden (x)adaya oy vermesini istiyor.”
İstanbul’daki hemşehri dernekleri üzerine çalışmaları olan bir akademisyenin görüşü ise “Aynı şehirden gelenler, girişimciliğin verdiği özgüvenle değişik siyasi partilere yöneldiklerinden dolayı, hemşehrileri bir partiye kanalize etmek oldukça zordur. Geçmiş yıllarda; hemşehriciliği, hemşehri derneklerini, kendi siyasi amaçları doğrultusunda kullanan belirli kişilerden dolayı, hemşehriler, kendi aralarında bütünlük içinde değil” şeklindeydi.
Yani dememiz o ki; hemşehrilik dinamiğinin sandığa yansımasına odaklananların yaptığı etki hesaplarında bu detayları da dikkate almalarında yarar var. Tabii siyasette iki artı ikinin her zaman dört etmediğini de....