Cumartesi günü Kuzey bir günlüğüne şehir dışındaydı. Can ile güzel bir gün geçiriyorduk. Oyun oynadık, annemlerle chat yaptık ve beraberce evi batırarak güllaç tatlısı hazırladık. Herşey çok güzeldi. Ta ki akşam sularında gözlerinin hafifçe baygın baktığını görene kadar. Zaten son bir saattir anlayamadığım bir biçimde çok sakinleşmişti. Kucaklayıp, yüzüne dudaklarımı değdirdim. Alev alev yanıyordu. Hemen dereceyi kapıp ölçtüm. 39'u gösteriyordu. Kuzey’i aradım ve durumdan haberdar ettim. Birkaç gündür bir burun akıntısı ve nadir hapşırma dışında sağlığı ve neşesi yerinde olan çocuk, tüm şiddetiyle hastalanmak için babanın uzakta olduğu günü bulmuştu. Bu Murphy Kanunu değilse neydi?
Can bugüne kadar öyle şiddetli bir şekilde hiç ateşlenmedi. Bu iyi birşey mi? kötü birşey mi? bilemiyordum. Ancak şunu anlıyorum ki ateşli çocuk konusunda tecrübesizdim. İşin garibi ateşi yükseldikçe bizimkine bir iyilik hali geldi. Uyku saati olmadığı halde yatağa yatmalar, bana tatlı tatlı gülümsemeler, yüzümü okşamalar… İnanın içim acıdı. Refleks olarak ilk yaptığım şey çocuk formülü olan bir ateş düşürücü ilaçtan vermek ve elbiselerini soymaktı. Bir de uyumaması için elimden geleni yapmaya
Çocuk yetiştirme konusuna evvelden beri ilgiliyim. BebekveBen dolayısıyla bu ilgim tavan yapmış durumda. Anne-baba-çocuk konularındaki siteleri, blogları, forumları elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Elbette çok farklı aile tiplerine ve çocuk yetiştirme tarzlarına tanık oluyorum. Bunlar arasında sürekli karşıma çıkan bir tanesi var ki her seferinde beni şaşkınlığa sürüklüyor: Çocuk bakımı dendiğinde kılını kıpırdatmayan baba tiplemesinden bahsetmek istiyorum bugün… Daha önce yazmıştım, .
Bebeğinin bir kere olsun altını değiştirmemiş, ağladığında sakinleştirmek için bir kere bile kucağına almamış, kendi çocuğunun ağzına kaşıkla nasıl mama vereceğini bilmeyen o kadar çok baba var ki… Anneler bunalıyor, anneler isyan ediyor. Ancak çoğu zaman değişen birşey olmuyor.
Çocuk sahibi olmak nerede başlıyor, nerede bitiyor? (Ya da bitiyor mu?) Babanın sorumluluğu bir spermi vererek bebeğin oluşumuna katkıda bulunmak mı? Çocuk sadece uzaktan sevilecek ya da en fazla 10 dakika kucakta zıplatılıp, ağlayınca bir kenara koyulacak tuhaf bir nesne mi? Babalar çocuk yetiştirme konusunda uzaylı ve anneler de her işe yetişen bir süper kahraman mı?
Baba evin geçimini sağlıyor ve anne
“Yuvaya çocuktan çok sizin ihtiyacınız var.” dedi Can’ın doktoru bizi derin düşüncelere sevkederek… Hani yuvaya göndermek çocuğa iyi geliyordu? Hani çocuk yuva sayesinde sosyalleşiyordu? Söylediği cümlenin bir araştırma sonucu olduğunu anlatan doktorumuzla konuştuğumuz sırada, odanın ışığını sürekli açıp kapayarak dikkatimizi altüst eden Can’ı çıktığı sandalyeden indirdim. Kuzey Can’ı biraz sakinleştirmek üzere dışarı çıkartırken, ben de doktorun açıklamalarını dinlemeye başladım. Belki de herşeyi baştan anlatmalıyım…
Biliyorsunuz hem Can hem de ben yaklaşık 3-4 haftadır süründüren bir hastalıkla uğraşıyoruz. Burun akması, gözlerin çapaklanması, özellikle geceleri artan öksürük… Bu süreçte 4 kere doktora gittik. İlk gidişimizde herhangi bir rahatsızlığının olmadığını, şikayetlerin 1 haftalık bir süreci olduğunu ve kendi kendine geçeceğini söylediler. Sabırla bekledik. Ancak tablo kötüye gidince tekrar doktora gittik. Bu sefer kulak enfeksiyonu olduğunu söyleyip, antibiyotik verdiler. Antibiyotiği kullandığımız dönemde belirgin bir düzelme yaşandı. Ancak tam o sırada Can yuvaya başladı. Hastalık geri sardı. Üçüncü gidişimizde enfeksiyonun temizlendiğini söyleyip, alerji ilacı
Bundan bir süre önce yazmamı istediğiniz konular olup olmadığını sormuştum. Sizden güzel sorular ve öneriler geldi. Ancak araya acil işler ve hastalık girdi. Geciktirdiğim için özür dilerim. Bu yazıdan başlayarak önümüzdeki günlerde sorularınızı tek tek ele alacağım. İlk olarak Yıldız’dan başlıyorum:
Kardeşimin eşi hamile ve ben hala olacağım. Hastane ve doktor seçimi yapılacak. Hamileliği boyunca nelere dikkat etmesi gerektiği konusunda bir yazı olabilir mi?
Sevgili Yıldız,
Bu güzel habere çok sevindim. Ortak yönümüz: Kısmetse ben de yakında hala olacağım. Şimdiden çok heyecanlıyım. Kendisi kocaman adam olsa da bizim için her zaman ailemizin bebeği olan kardeşimin baba olacağını, bebek sahibi düşünmek öyle değişik bir duygu ki… Her iki anne adayımıza da şimdiden güzel bir doğum ve bebeklerini sağlıkla kucaklarına almalarını diliyorum.
Gelelim sorduğun soruya… Sorunu iki bölüme ayırmak mümkün. Biri hastane ve doktor seçimiyle, diğeri de hamilelikte dikkat edilmesi gerekenlerle ilgili. Bu yazımda hastane ve doktor seçimi hususunu ele almak istiyorum. Diğer konuya da başka bir yazıda değinmeyi umuyorum.
Doğum doktoru ve hastanesi seçimi bence çok önemli, her
BebekveBen’de ağırlıklı hamilelik, doğum, bebek ve çocuk bakımı ve annelikle ilgili konuları ve Can’ı büyütürken yaşadıklarımı yazıyorum. Ancak bu blog benim olduğu kadar sizlerin de… Bir blogun okurlarının katılımı ölçüsünde güzel olduğuna inanıyorum. O nedenle geçen gün da siz sevgili arkadaşlarıma yazmamı istediğiniz bir konu olup olmadığını sordum. Güzel yanıtlar geldi. Bunları zaman içinde başlığı altında tek tek yanıtlayacağım. İlk soru Tuba’dan geliyor:
Merhaba ben de Amerikada yaşıyorum, 6 aylık bir kızım var. Geceleri emmek için sürekli kalkıyor, bazen saatte bir. Eşim gece çalıştığı için yalnız başıma oluyorum, en ufak gürültüden kalkıyor. Saç kurutma makinesi sesiyle rahatlayıp uyuyor. Şimdi geceleri bile denemeye başladım:) cd çalarda fön makinesi sesi ile uyuyor. Yine çok sık uyanıyor ama en azından yukarıdaki komşunun gürültüsünden uyanmıyor:) Durumu kabullenip bir gün elbet daha az uyanacağının umuduyla yaşıyorum! Amerika’da yeniyiz.1.5 yıl oldu sayılır. Burada çocuk büyütmenin kolaylık ve zorluklarından bahsederseniz sevinirim ya da önerleriniz neler olur?
Selam Tuba,
Amerika’da çocuk büyütmenin kolaylık ve zorlukları konusundaki sorunu yanıtlamak
Geçen gün Twitter’da (detayını tam olarak hatırlamamakla beraber) “Çocuklara oyuncak vererek potansiyellerini kısıtlamayın” gibi bir notla bir yazıya link veriliyordu. Linke tıkladığımda “” başlıklı bir yazıya ulaştım. University of California at Berkeley’de psikoloji profesörü olan Alison Gopnik’in 2009 senesinde New York Times’a yazdığı Your Baby Is Smarter Than You Think (Bebeğiniz Düşündüğünüzden Daha Zeki) isimli yazısından çevrilmiş. Yazının Türkçe versiyonunu okuyunca akla yatan bazı tespitleri olduğunu gördüm. Mesela “çocukların, klişeleşmiş bir şekilde söylendiği üzere, boş bir yazı tahtasından ibaret olmadığı ve sandığımızdan daha zeki olduğu” anlatılıyor.
Bununla beraber Türkçe yazının içindeki bazı cümleler öyle bir kurgulanmış ki, Twitter’da link veren arkadaşın da algısının da o yöne kaydığı belli, “çocuğa oyuncak almanız beyhude, çünkü çocuk zaten başka yollarla öğrenecek.” anlamı sanki zorla çıkartılmaya çalışılıyor. Bazı cümlelerin yazının diğer bölümleriyle uyumsuz olduğunu düşününce, bir de orijinalinden okumak istedim. Düşüncelerimde haklıydım. Yazının orijinalinin yeterince iddialı olmadığını düşünen çevirmen arkadaş, sanırım kendince yorumlar katmış.
Derin bir nefes aldım fotoğraflara bakarken! Bazen yaşam insanı sorguluyor. Onunla kıyaslayınca, bir anne olarak benim yaşadıklarım, günlük şikayetlenmelerim, yok uykusuzdu, yok yemek yemiyordu, yok yaramazlık yapıyordu, o kadar boş, o kadar anlamsız… Geçenlerde Facebook takipçilerimden Özge, bazı yazılarımı cesur bulanlar olduğunu söylemişti. Cesaret? 7 harfli bir kelime. Fakat bazı insanlar onun içini öyle anlamlı bir şekilde dolduruyor ki…
Stephanie Hulse. Otuz yaşında, birbirinden tatlı üç çocuk annesi. Dördüncü bebeğine hamileliğinin onuncu haftasında göğsünde bir yumru fark ediyor. Biyopsi yapılıyor. Onyedinci haftada üçüncü dereceden göğüs kanseri tanısı konuluyor. Stephanie sizce ne yapmalı?
O kadar zor bir karar ki… Bir yanda karnında filizlenen yeni bir yaşam, öbür yanda bedenini kemiren bir hastalık, diğer yanda ilgisine muhtaç olan üç çocuk… Stephanie aramızdan bir kadın, bir anne ve kanserle yaşıyor. Teşhisten bir hafta sonra sol göğsü tamamen alınıyor (mastektomi) ve kemoterapiye başlıyor. Stephanie’nin ailesinde daha önce bir kanser vakası yok.
O kadar zor bir karar ki… Bir yanda karnında filizlenen yeni bir yaşam, öbür yanda bedenini kemiren bir
Hayatımın hiçbir döneminde yaratıcı olmak için bu kadar kafa çalıştırdığımı hatırlamıyorum. Can’ın aramıza katılldığı şu son 2 seneden bahsediyorum elbette. Bu seferki yaratıcılık alanımız anaokulu için öğle yemeği seçenekleri… Okula götürmeye uygun ve Can’ın seveceği menüleri bulmak gerçekten cambazlık istiyor, ama, çözeceğim elbet. Çocuğu aç bırakacak halimiz yok
Öğle yemeği menüsünü anlatmadan önce sabah kahvaltısını nasıl verdiğime değineyim. Biliyorsunuz Can Haziran ayının ortasında anaokuluna başladı. Yaz mevsimi boyunca haftaiçi hergün, yarım zamanlı gidiyor. Sabah kalktığımızda, Can’ı tuvalete sokup, üzerini giydirdikten sonra ilk işim onu kahvaltı sofrasına oturtmak oluyor. Babası bizden önce kalkıp yumurtasını haşlamaya başlamış oluyor. Her sabah 1 yumurta veriyoruz, keyifine göre yiyor ya da yemiyor. Yanında inek sütü, soya sütü, hindistan cevizi sütü, taze sıkılmış portakal suyu ya da çok sıkışıksak hazır meyve suyu içiyor. Hazır meyve sularına fazla gitmemeye çalışıyorum, çünkü şeker deposu olup, obeziteye yol açtıklarını duymayan yok. Arada-sırada veriyorum. Ha illa meyve suyu vermek zorunda mısın? derseniz, başta taze sıkılmış meyve suyu olmak üzere meyve