Hep söylemişimdir; bu tip maçlarda kadrondaki ve alt yapıdaki gençlerini oynatırsan, kupadan gelen paradan daha değerli şeyler kazanırsın. Dünyada bir çok büyük kulüp gençlerini oynayabilecekleri takımlara kiralar, kimi zaman üstüne para bile öderler. Yeter ki oralarda bizim futbol jargonumuzda yer alan “pişmek” kelimesini hayata geçirsinler. Maça sadece Beşiktaş cephesinden bakmıyorum. Aynı ifadeler Adana Demirspor için de geçerli. Her ne kadar dört gol yese de genç kalecileri Emre bir çok kritik pozisyonda önemli kurtarışlar yaptı. Beşiktaş tarafında ise genç Oğuz Aksoy ve üçüncü golü atan Atınç. Bakmayın Oğuz’un ikinci yarının başında oyundan çıktığına. Geleceği olan bir futbolcu.
Adana Demirspor - Beşiktaş maçında gençleri överken tecrübeli isimlere haksızlık etmeyelim. Dünyanın her liginde Uğur Boral, Ramon Motta’yı keser. Uğur, Samsunspor’dan Beşiktaş’a geldiğinde kariyerinin sonuna gelmiş, yedek kulübesinde oturup maaşını alacak bir futbolcu değildi. Bu Uğur yaz dönemindeki kampın da en iyi isimlerinden biriydi. Dünkü maçta yaptığı asistleri geçtim iki defa ceza sahası önünde zor pozisyonlarda kafasıyla sürekli kaleyi yokladı. Hep diyorduk ya, Beşiktaş’ın ligdeki bazı
Siz bakmayın “Beşiktaş'ın forması bile bu ligde ikinci olur" diyenlere...
O günler ve bu tür benzetmeler artık eskide kaldı.
Öyle elini kolunu sallayarak şampiyon olmak çok kolay değil.
Ayrıca artık kupalar, sadece takımın iyi oynamasıyla gelmiyor... Bu işin stat, seyirci, zemin, teknik heyet, sağlık ekibi, yönetim kurulu, izleme komitesi ve bunun gibi bir çok ayakları da var.
Bana göre en önemli ayağı ise teknik heyet...
Önemli oldukları için başarısızlıkta ilk gönderilenler hep teknik direktörler olmuştur.
Hal böyleyken, Galatasaray derbisi sonrası Bilic'in bu şekilde eleştirilmesi de gayet normaldir.
Hoca sakın alınmasın basına...
Beşiktaş, Ziraat Türkiye Kupası’nda, lige ve Avrupa’ya nazaran çok daha farklı bir oyun kimliğiyle oynuyor. Şu ana kadar kupada oynanan üç maç, sezon öncesi Avusturya Alpleri’ndeki hazırlık maçları gibiydi. Adana Demir maçı tecrübeli futbolcular için çok iyi bir antrenman, gençler için ise deneyim kazandıkları bir müsabaka oldu.
Bu durum tabii ki kimseyi eleştirmeyeceğiz anlamına gelmez. Öncelikle Kerim Frei’ye değinmek lazım. Daha birkaç maç öncesine kadar yükselen bir grafik sergileyen Frei, yaşamının son günlerinde ne gibi değişiklikler yaptı bilmiyorum ama bir an önce, eski düzenine dönmeli. Oğuzhan ise sezon başından beri neler yapıyorsa, onları bir an önce değiştirmeli. Yoksa bu tempoyla bu kadar yeteneğin olduğu bir takımda ancak birisi sakatlanırsa forma giyebilir.
Adana Demirspor’a değinecek olursak ben önce Alaattin Tosun’dan başlarım. 31 yaşında ve alt yapısı Almanya kökenli. Dün futbolu o kadar basit oynadı ki, Adana Demirspor’un Atiba’sı gibiydi. Ayrıca golleri atan Timur ve Abdülkerim de, konuk ekibin bir başka göze batan isimleri oldu.
Biraz da maçın güzelliklerinden bahsedelim. Gerçekten de bu Yusuf Ziya Öniş Stadı’ndaki gündüz maçlarının ambiyansı çok
Eğer sahada LuaLua gibi bir futbolcu varsa insan bu maç için yazacak pek bir şey bulamıyor. Herşeyi geçtim dün o statta futbolun rahminden yeni çıkmış futbolcular vardı. Atınç Nukan, Ümit Karaal, Furkan Yaman, Oğuz Aksoy ve Gökhan Artun gibi daha ağzı süt kokan gençlerin olduğu yerde, o sahte penaltıyı keşke yerden hafifçe kaleye yuvarlasaydın. Sen bilir misin, attığın bu golle yendiğiniz Beşiktaş’ın, U-19 takımında oynayan Eslem Öztürk, haksız bir penaltıyı yerden kaleciye yuvarlamıştı. Keşke sen de öyle yapsaydın da o gençlere böylesine kötü bir örnek olmasaydın.
Dediğim gibi insan sahayı fazla yazmak istemiyor... Tribünlere bakıyorum, 350 tane Beşiktaş taraftarı. Maçın adamı işte onlardır. Bir zamanlar kışın kurtların indiği bu coğrafyaya gelmelerine şapka çıkarıyorum. Bu soğukta... Üstelik yarın sabah işe de gidilecek. Hepsine helal olsun. Aynı övgüleri Atatürk Olimpiyat Stadı’na gelen Çaykur Rizespor taraftarı da hak ediyor.
Gelelim Beşiktaş’ın gençlerine... Furkan Yaman bir forvet olabilir ama onun “bana top atmıyorlar” demeye hakkı yok. Senin için ilk sayılabilecek böyle maçlarda, topu gerekirse gidip kendin alacaksın. Atınç Nukan ise her geçen gün kendini
Peter Cech... Hepimizin malumu Chelsea'in kalesini koruyan ve Dünya kaleci sıralamasının en tepesinde yer alan isimlerden biri. Aynı zamanda Çek Cumhuriyeti Milli Takımı'nın da değişmez kalecisi. Beşiktaşlı Sivok'un deyim yerindeyse kankası.
Bu arkadaşın ismi son zamanlarda Beşiktaş ile yan yana çok yazılıp çizilmeye başlandı. Kimi zaman İngiliz basınında kimi zaman ise Türk basınında geniş puntolarla yer aldı. Halbuki Beşiktaş'ın hem devre arasında hem de sezon sonundaki transfer planlamasında, Cech'in ismi hiç ama hiç geçmiyor. Cech'i geçtim herhangi bir yabancı kaleci ismi bile geçmiyor. Peki o zaman neden sürekli basında bu tür haberler çıkılor diyecek olursanız hemen anlatayım.
Bilindiği gibi Beşiktaş Yönetimi, ünlü İngiliz kulübü Chelsea ile çok iyi ilişkiler kurdu. Demba Ba transferinden önce başlayan bu süreç tüm sıcaklığıyla devam ediyor. Her iki kulüp arasında özellikle alt yapı ve kiralama konusunda bir çok ön görüşmeler yapıldı. Bu görüşmeler henüz resmiyete dökülmedi. Başta Fikret Orman olmak üzere Dış İlişkilerden Sorumlu Yönetici Erdal Torunoğulları da bu ilişkinin sürekliliğini sağlıyor. Ben de bu yönde Milliyet'te çıkan bir haber yazmıştım. Haberin
Ligde ve Avrupa'da istikrarlı bir şekilde yoluna devam eden Beşiktaş, dün de farklı bir kulvarda taraftarının karşısına çıktı. Ziraat Türkiye Kupası'ndaki ilk grup maçında, Sarıyer'i 4-0 yenen Beşiktaş'ı mesleğim gereği uzun süredir takip ederim. Diğer meslektaşlarımla birlikte, siyah - beyazlı takımla sürekli deplasmanlara gittik geldik. Açık ve net konuşmak gerekirse, hiç bir deplasman beni Sarıyer deplasmanı kadar etkilemedi. Mangalda pişen sarıkanat, fırından yeni çıkmış Sarıyer Böreği ile yağda kızartılmış midye tavadan yayılan kokuların, bünyede yarattığı tahribata hiç girmeyelim. İşin gurme alanından çıkarak futbol tarafına bakacak olursak, balıkçısından manavına kadar, tüm semt, yeniden bir nostaljiyi yaşamanın heyacanı içerisindeydi.
Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç, Sarıyer Kulübü Başkanı Saffet Akkoyun ve Beyaz Martılar'da yöneticilik de yapan değerli sanatçı Ferhat Göçer, bizleri bu şirin Boğaz semtinde çok iyi ağırladı. Aquarius Restoran'da maç öncesi hep birlikte yemeğimizi yediğimiz sırada, sevgili Ferhat Göçer maç için gelen basın mensuplarına, pencereden dışarıyı gösterdiğinde, Çarşı'nın, deniz yoluyla Sarıyer'e geldiğini gördük. En güzeli ise sahildeki
Sosyal medya gençliği, Sarıyer-Beşiktaş maçı için “Bu ne? Dolmuş hattı ismi gibi!” yorumunu yapmıştı. Haklılar... Bir zamanlar ligimizdeki maçlar, İstanbul minibüs hatları gibiydi ama bizim için bu maç bir dolmuş hattı değil, bir Boğaz derbisiydi. Golleri ve Bilic’in kadro tercihini bir tarafa bırakalım. Önce futbolu insanlara sevdiren gerçekleri konuşalım.
İskeleye gelen Çarşı’nın, Sarıyer tribünleri ve balıkçılar tarafından karşılanması, bu maçın en güzel yanıydı. Üç büyüklerin deplasman yasağı yaşadığı bu dönemlerde böylesine bir görüntü, soğuk bir İstanbul gününde içimizi ısıttı doğrusu. Taraftarların sahadaki iki takımı birlikte tribüne çağırması da çok anlamlıydı.
Böylesine güzelliklerle başlayan maçta Bilic, gençlerden sadece Atınç’ı 11’de oynattı. Halbuki gözlerimiz Emre Metin, Furkan Yaman, Ümit Karaal ve Tugay Kaya’yı da görmeyi umuyordu. Tribünlerin tamamen dolu olduğu böylesine bir karşılaşma, bu saydığımız gençler için bulunmaz bir fırsattı. Belki gruptaki diğer maçlarda Kartal’ın gençlerini daha çok seyretme fırsatı buluruz.
Beşiktaş maçı çok rahat kazandı ama Sarıyer tribünleri bir saniye olsun susmadı. Hatta zaman zaman Beyaz Martılar’a, Beşiktaş
Futbolla pek ilgisi yoktu...
Meslek ömrünün büyük bir bölümünü, yeşil sahalar yerine, savaş cephelerinde geçirdi.
Gazeteciliğe başladığı ilk günden beri, tuttuğu notları hep saklamıştır.
Nedenini sorduğumda ise "Olur ya bir gün yine Afgan çöllerine gidersem, daha önceki notlarım çok işime yarayacaktır" diye yanıtlamıştı.
Eski kafalığından değil, müthiş bir arvişci oluşundan dolayı saklardı notlarını.
Yoksa her türlü dijital devrimi de yakından takip ederdi.
Çantasında benim bile bilmediğim, teknolojik aletler olurdu.
Bir keresinde arabasına bindim "Petra, Ruhi Su" dedi...