Beklenti - Gerçeklik = Hayal kırıklığı...
İngiltere yıllarca bunu yaşadı. 1966’dan sonra her kupada bu beklentinin altında ezildi.
Birçok önemli jenerasyon geldi geçti. Herkes yaşına göre hatırlamaya çalışsın o önemli, efsane isimleri. Ama sonunda dün sahadaki genç ve kimsenin şans vermediği takım başarıya ulaştı. İki maç daha var kupaya ama Almanya, Brezilya, Portekiz ve Arjantin’in olmadığı yarı finalde olmak önemli bir başarı sayılır. Zaten İngilizlerin sevinç gözyaşları da bunu gösteriyor.
Bu başarının temelinde gerçeklerle yüzleşmek yatıyor. Yakın zamana kadar her turnuvaya iddialı gidip hüsranla döndükten sonra milli takım üzerindeki baskı da kendiliğinden ortadan kalktı. O kadar güçlü olmadıklarını anlayıp, ayakları daha sağlam yere bastı.
Hatta Moskova’da Barnes ile konuştuğumda, “Bizimkiler çok genç. Belki bir dahaki turnuvada başarılı olurlar” demişti.
Dünkü sonuç ve İngiltere’nin başarısı sadece doğru diziliş ya da yapılanma ile açıklanamaz. Mutlaka bunlar çok önemli. Ama 52 yıl sonra ilk kez bir İngiliz takımı sahada bu kadar rahat ve beklentiden uzak mücadele etti. Bu da doğal olarak bu genç takım üzerindeki baskıyı azalttı. Her maç daha iyi oynadılar.
İlk
Fransa teknik direktörü olsam ve önümde şöyle bir seçenek olsa hemen karar veremezdim. “Cavani oynamayacak ama maça 1-0 geride başlayacaksın”. İşte bu kadar önemli bir isim sakatlığı sebebiyle kulübede oturan Cavani...
38’deki atak aslında bu eksikliği en iyi anlatan pozisyondu. Uruguay, ilk kez bu kadar az adamla ve hazırlıksız yakaladı Fransa savunmasını. Peki Stuani ne yaptı? Ne rakibini geçebildi, ne pas verebildi ne de şut atabildi. İnsan, orada Cavani olsa ne yapardı diye düşünmeden edemiyor?
Bir de üzerine dönen topta Fransa, golü bulup öne geçti. Fransızlar, bireysel açıdan daha kaliteli oyunculara sahip. Rakibinin yıldızı da oynamayınca çok rahatladılar. Suarez tek başına kalınca savunmayı tehdit edemedi.
Mesela Varane’ın rahat bir pozisyonda kaptırdığı top vardı. Mutlaka ileride o müthiş ikili olsa Fransız savunmasını geçmeyi başarır ya da en azından birkaç kez hataya zorlardı. Yıldız forvetinin olmadığı maçta üzerine Muslera’nın hatası da eklenince Uruguay maçtan erken koptu. Çeyrek final, Fransa için rahat bir grup maçına dönüşmüş gibiydi. Yarı finale yükseldiler. Şampiyon da olabilirler ama sahada öyle bir takım yok aslında. Ne rakibine ne izleyene “ Bu takım
İsviçre kötü takım. Bence hak etmeden bir üst tura çıktı.
Bir de öyle bir özelliği var ki yer aldığı her maç sıkıcı. Rakibi kim olursa olsun kendine benzetiyor.
İsveç zaten kalite olarak kapasitesi belli bir takım. Ama buna rağmen iyi oynayarak buraya kadar geldiler. Almanya ve Almanya’yı perişan eden Meksika maçlarındaki performansları gayet iyiydi. Seyir zevki olarak da tatmin ediciydi. Ama İsviçre tamamen kontrollü ve sonuç odaklı oynuyor.
Hatta bunu o kadar ileri bir seviyeye taşıdılar ki maalesef orta çağ futbolu oynuyorlar diyebilirim. Eleme maçları tam da onlar için. Behrami ve Dzemaili’yi koy orta sahaya. Savunma yap, boşluk bulmaya çalış. Bekle, bekle, bekle... Ağır ve gitmeyen bir oyun. İleride Shaqiri bir şeyler yaparsa yapsın. Neyse ki maçı 0-0 götürüyorum diye sevinen rakibine, İsveç cevap verdi. Golü bulunca oyun biraz hareketlendi. Ve hak ettiği bir maçı kazandı. Bu maçla birlikte İsviçre elendi ve kupada “Orta Çağ Dönemi” sona erdi. İsviçre maç boyu tek pozisyonu uzatmalarda buldu. Teknik direktörü Petkoviç ile Young Boys-Fenerbahçe eşleşmesi öncesi tanışmıştık. Oynattığı futbol ve kupada üst turlara kadar ilerlemesiyle adından söz ettirmişti. O da futbolun bu sonuç
1930’daki ilk kupadan bugüne kadar futbolda çok şey değişti. Antrenman metodları, taktik anlayışlar, hız, dayanıklılık gibi bir çok detay sıralayabiliriz. Ama değişmeyen en önemli unsur yetenek. Modern futbolda değeri daha da arttı.
İki takımı kıyasladığımızda Fransa, Arjantin’den daha iyi takım. Organizasyonu, taktiği, teknik direktörü rakibinin en az bir seviye üzerinde.
Arjantin’in hücum oyuncuları da bireysel anlamda Fransa’nın daha önünde. Daha yetenekli özetle.
Ama bakıyorsunuz Arjantin teknik direktörü Sampaoli’nin çıkardığı kadroya inanılır gibi değil. Dünya’nın en iyi takımlarından birinin içine Messi’yi tek başına atmış. Çırpınıyor Messi.
Teknik adam, rakibine karşı tek güçlü olduğu yanını bile kullanmamış. Daha da kötüsü ortaya savunma ve hücum yapamayan bir takım çıkartmış.
Mesela “ikililer” her zaman çok önemlidir. Orta saha ve forvetin uyumlu olması takımın hücum gücünü fazlasıyla arttırır. Arjantin’de de bu açıdan en iyi uyumu sağlayan isimler Juventus’ta büyük başarılar imza atan ve birbirlerini ezberleyen Higuain ve Dybala. Biri pası veriyor diğeri atıyordu. Sampaoli bunu bile düşünemiyor. Tek yaptığı kulübede panik içinde ordan oraya koşturmak. Arjantin’in başında
1930’daki Dünya Kupası’nda Yugoslavya bayrağı altında Brezilya’yı mağlup etmeyi başaran Sırbistan, bu süreç 100 yılı bulmadan bir galibiyet almak ve gruptan çıkmak istiyordu. Maç öncesi motivasyonları buydu ama rakip de çok güçlüydü. İşleri Sırbistan adına zorlaştıran bir başka unsur da teknik direktör Krstajic oldu.
İsviçre maçının son dakikasında savunma arkasına atılan top ve devamında gelen gol, belli ki teknik direktörü biraz yanıltmış.
O pozisyonda rakibini düşürmeyen Tosiç’in yerine milli takım ile üçüncü maçına dün çıkan 23 yaşındaki Veljkovic’i tercih etmiş.
Savunmadaki diğer isimse 21 yaşındaki Milenkovic. Dünya’nın en iyi hücum yapan takımlarından birinin karşısına bu kadar genç iki merkez savunmayla çıkarsanız hata yapmanız ve açık vermeniz kaçınılmaz olur. Bu baskıya tecrübesiz stoperlerin direnmesi mucize olurdu.
İkinci yarı dengeli ve daha keyifli başladı. 50- 65 arası Sırplar soğukkanlı oynadı ve önemli fırsatlar buldu. İlk yarı topu, havadan Mitrovic’e göndermekten başka bir şey yapmayan Sırplar, ayağa oynayarak Brezilya savunmasını ve orta sahasını çok zorladı. Tite’nin, Fernandinho ile hemen orta sahaya müdahalesi ve devamında gelen golle Brezilya maçı kopardı.
Maç içinde aklımda tek kalan hareket Danimarkalı Cornelius’un pası oldu.Sol kanattan içeri doğru, yerden ve sert kestiği topa geriden gelen Eriksen’in koşusu futbol adına en güzel dakikaydı. Onun dışında fiyaskoydu.
Adı büyük kendi küçük bir maç oldu. Tribünlerden protestolar yükselince futbolcular oynamaya başlıyordu. Fransa garantilemişti. Beraberlik grup liderliği için yeterken Danimarka’nın durumu biraz daha farklıydı. Kaybederse ufak bir risk vardı. O da 18’de Peru’nun, Avustralya’ya karşı attığı golle ortadan kalktı.
Geriye kalan 70 dakika futbol adına büyük kayıp olarak geçti. Grup son maçları ya çok keyifli ya da tam tersi şekilde geçiyor. İki takımı da belli noktalara kadar anlamak mümkün ama en azından binlerce kilometre gelen futbolseverler biraz daha fazlasını hakediyorlar. Antrenman maçı daha keyifli geçerdi.
Fransa adına bir yandan da faydalı bir maç oldu. Bir kere gruptan rahat çıktı. Birçok takım son maça ecel terleri dökerek çıkarken onların üzerinde böyle bir baskı yoktu. Fiziki ve mental açıdan fazla yıpranmadı. Diğer bir konu ise bazı etkili isimleri dinlendirmesi oldu. Pogba, Tolisso ve Matuidi ceza sınırındaydı. Oynamamaları bu açıdan önemliydi. Maç berabere
Bence Quaresma, Ronaldo’dan daha yetenekli futbolcu. Ama yetenek bir yere kadar. Ronaldo daha çok çalıştı ve arkadaşının gerisinde olmasına rağmen bu açığını farklı yönlerle kapattı. Bir kere Quaresma’dan farklı olarak futbolun bir takım sporu olduğunu ve sadece hücumun olmadığını erken yaşta anladı.
Bundaki temel detay çok erken yaşta doğru takım ve antrenör ile çalışması oldu. Lizbon’dan United’a gidip Sir Alex Ferguson’dan temel eğitimlerini çok iyi aldı. Hatırlayın Ronaldo’nun ilk yıllarını. Taç çizgisi kenarında yaptığı saçma, takımına hiçbir katkı sağlamayan çalımları...
Bu ve benzeri hastalıktan Ferguson sayesinde çok erken yaşta kurtuldu Ronaldo. Komple bir oyuncu oldu. Quaresma ise yanlış takımların, sistemlerin ve teknik adamların elinde dibe vurdu. Yeteneklerinin farkında olduğu için her türlü sorunun üstesinden tek başına gelebileceğini düşündü. Sonunda 29-30 yaşındayken Al Ahli’ye gitmek zorunda kaldı. Nerdeyse bu kadar yetenekli bir oyuncunun kariyeri bitiyordu.
Ülkesindeki takımları bir kenara koyarsak en başarılı olduğu kulüp Beşiktaş. En başarılı olduğu teknik adam ise Şenol Güneş oldu. 32-33 yaşından sonra zirve yaptı. Hâlâ eksikleri var mesela. Gereksiz kart görme
Bir oyuncunun tek başına takımını birkaç maç dışında kurtaracağına inanmam. Ancak her takımın da bir lidere ihtiyacı olduğuna inanırım. İşler kötüye gittiğinde takımı toparlayacak, herkesin sorumluluktan kaçtığı anda sahneye çıkabilecek bir karaktere...
Futbol istediği kadar ilerlesin, modern hale gelsin bu durum bence değişmeyecek.
Messi ve Lewandowski’nin maçlarını yerinden izledim. İkisi de çok etkisiz ve çaresiz kaldılar. Dünya’nın en iyi oyuncularından bahsediyorum. İkisinin kulüp takımlarında neler yaptığını biliyoruz. Ancak Rusya’da takımları, teknik adamları ve sistemleri yetersiz. Dolayısıyla yeteneklerini gösterecek ortamı dahi bulamıyorlar.
Özetle başarı için iyi takımın ve bir de saha içinde liderin olacak.
Almanya’da Meksika maçının faturası Mesut’a kesilmiş. Löw’e göre Almanya’nın Meksika maçındaki mağlubiyetinin sorumlusu Mesut. İlk 11’de forma vermedi.
Bu kararı sportif gerekçelerle aldığını düşünüyorum. Peki, Almanya, toparlandı mı? Hayır. Polonyalı hakem, net penaltısını vermediği İsveç’in ilk yarı sonunda korneri kullanmasına bile izin vermedi. Buna rağmen son şampiyon yine iki lider oyuncu sayesinde kurtuldu. Önce Gomez girdi savunmayı dağıttı ardından Kroos son