Açıkçası maç içinde belki hissedilmedi ama ilginç bir gerginlik vardı. Arnavut ve Sırpların durumu malum. Politik gerginlik yaşanıyor. Yılların da getirdiği bir birikim söz konusu. İsviçre’nin en önemli oyuncularının da Arnavut olması ve Xhaka ile Shaqiri’nin attıkları goller sonrası “ Çift başlı Kartal “ işareti yapmaları köklerine bir mesajdı. Açıkçası saha içinde bu tip durumların futbolun önüne geçmemesi çok önemli. Çünkü maçtan günler öncesinde Sırp ve Arnavut basınında yer alan bizzat futbolcuların açıklamaları ortamı germişti. Bunun maça yansıma ihtimalinden bahsediliyordu. Neyse ki olmadı.
Dünya futbolunun en önemli birkaç ülkesinden biridir Sırbistan... Teknik adamları, futbolcuları, menajerleri, üst düzey yöneticileri... Her yerdeler.
Ancak Yugoslavya dağıldıktan sonra milli takım düzeyinde başarıları yok. Uluslararası organizasyonlara dahi katılmakta zorluk çekiyorlar. Katıldıklarında da şampiyon olmuş gibi seviniyorlar... Hep iyi oyuncular çıkarsalar da bir türlü doğru takımı ve teknik adamı bulamadılar. Önemli kulüp takımlarında birbirinden büyük başarılar kazanan futbolcular, milli takım forması altında sıradan bir görüntü çiziyordu. Sırbistan sonunda aradığı o
İlk İzlanda maçını teknik direktör Sampaoli’nin hemen arkasından izledim. Kulübenin dibindeydim. Vücut dili pek iyi değildi. Çok panik, tedirgin... Bu kadar panik olmasına şaşırdım. Sanki başına geleceklerini biliyormuş gibiydi. Onu izledikçe ben panik oldum.
Ardından kampa gittim. Arjantinli meslektaşlarım bunun doğal olduğunu söyledi.
“Son finali kaybettikten sonra artık tek çarenin kupayı kazanmak olduğunu tüm takım biliyor” dediler. Belli ki teknik adam bu baskıyı kaldıramıyor. Messi de aynı baskının altında. Sanki zorla oynuyor. Saha içinde sakin gibi gözüküyor ama bence kendisi bu baskıyı Sampaoli gibi gösteremiyor. Dışa vuramıyor. Takım elenirse sonunda ihale bu iki isim üzerinde kalacak.
Arjantin’in en büyük sorunu futbolun gerçeklerinden uzak olması. “Vamos” diye kenardan bağırarak olmuyor bu işler artık. Kendi eleme grubunda Brezilya ve Uruguay’ın ardından ancak üçüncü olabilmiş. Son anda vizeyi almış. Burada oynadığı iki maç ise güçlü Avrupa takımları, İzlanda’ya ve Hırvatistan’a karşıydı.
Hâlâ tartışılır Avrupa Şampiyonası mı Dünya Kupası mı daha zordur diye?
Sebebi Avrupa takımlarının daha sistemli ve taktiksel açıdan daha üstün olmalarıdır.
Önce İzlanda ardından
İspanya ve Portekiz’in grubundasın. En kolay maçın İran. Tek kale oynayıp son dakikada kaybediyorsun. İkinci maçtan mutlak puan alman gerekiyor ve 4’te gol yiyip 86 dakika üstün oynamana rağmen gol bulamıyorsun. Bu tabloda kupaya veda etmen kaçınılmaz olur.
Daha ilk yan top...
Biliyorsun adamın ne yapacağını ama yine de tutamıyorsun. Ani gelişen bir atak da değil. Maçın hemen başı. Doğru pozisyon al ve konsantre ol. Tüm kontrol sende. Ama Ronaldo böyle biri işte. Tek vücut hareketiyle Da Costa’yı ve Fas savunmasını gönderdi. Maçtaki tüm dengeyi bozan isim oldu. Önce Messi’yi dün de Ronaldo’yu stattan izleme şansım oldu.
İkisi arasındaki temel fark Ronaldo’nun müthiş konsantrasyonu ve iştahı. Tek eksik olan Dünya Kupası’nı istiyor. Bir dahaki kupayı kazanmak için çok daha yaşlı olacağını biliyor. Maçtaki temel etken zaten kendisi oldu. Ronaldo’yu dışarıda tuttuğumuzda Fas’ın özellikle hücumda çok daha etkili bir takım olduğunu söylemek lazım.
Kupaya devam etmek için son şansıydı. Erken gol yemesine rağmen oyun anlamında hemen reaksiyon verdi. Sayısız pozisyon buldu. Özellikle yan toplarda. Tüm maç oyunu kontrol etmek hem de Portekiz’e karşı kolay değil. Bırakın dengeyi kurmayı biraz
Polonya, Euro 2016 çeyrek finalisti. Şampiyon Portekiz’e elendiler. FIFA sıralamasında ise 8. sırada. Özetle Avrupa ve Dünya’nın en iyi 8 takımı içinde yer alsa da dün ortada böyle bir takım yoktu. Buraya gelirken rakibi Senegal’e göre çok daha zorlu bir elemeden geçti. Lider olarak gruptan çıkıp Rusya vizesi aldı. Beş yıldır da teknik direktör Nawalka yönetiminde çalışıyor. Maç öncesi tüm veriler Polonya lehindeydi. Ancak mücadele çok farklı geçti. Senegal daha atletik ve yaratıcı bir takım. Özellikle bu tip takımların en büyük sıkıntısı taktik anlayış ve disiplin oluyor. Beni maç boyu Senegal’in en çok bu yönü etkiledi. Hızlı, atletik, agresif, çift forvet ve etkili orta sahayla hücum oynarken savunmada rakibine alan bırakmamak gerçekten büyük başarı.
Bunun mimarı da kuşkusuz teknik adam Aliou Cisse. Daha önce önemli bir tecrübesi bulunmayan genç çalıştırıcı kenardan takımını çok iyi yönetti. Takımının panik yapmasına hiç izin vermedi. Özellikle gol yenen son bölümde. Sanki saha içinde gibi oyuna müdahale etti. Oyun olarak üstün oynasa da Senegal’e maçı hediye edenin Polonya olduğunu da belirtelim. İlk yarıda Piszczek’in kendini yere bırakması, ikinci yarıda Krychowiak’ın
Kupanın ilk günlerinde dünya futbolunun önde gelen birçok ismine favorilerini sorduk. İçlerinde Capello, Scolari, Mattheus, Zanetti, Puyol gibi isimler vardı. Listeyi daha da uzatabiliriz.
Hepsinden özetle Almanya, Fransa, Brezilya, Arjantin, İspanya cevaplarını aldım.
Bir kişiden bile futbolun beşiği, dünyanın en iyi ve pahalı ligine ev sahipliği yapan İngiltere’nin favori olduğunu duymadım.
Sonunda West Ham’ın eski golcülerinden Bobby Barnes ile denk geldik. İşte sonunda bir “ Favori İngiltere “ cevabı alacaktım. Ama gelmedi. Barnes bile Almanya ve Fransa deyip kendi ülkesini favori görmüyordu.” Peki İngiltere? “ diye sorduğumda “Bizimkiler daha genç takım. Burası için yeterince tecrübesi yok. Belki gelecek turnuvalarda olabilir” cevabını verdi.
Barnes’ın haklı olduğunu dünkü maçta anladım.
Almanya, Brezilya, Arjantin hepsi kötü başladı. Fransa zor kazandı. Doğru. Ama dün bu takımlardan hangisi olursa olsun maçı 15. dakikada bitirirdi. Barnes’ın söylediği o takım o kadar amatörce goller kaçırıp üstüne bir de o kadar gereksiz bir penaltı yaptırdı ki...
Gerçekten inanılmaz.
Hayatımda ilk defa Meksika’da maç izledim diyebilirim! Mücadele Moskova’da oynansa da hem tribünlerde hem de sahadaki Meksika coşkusu beni sanki Mexico City’e götürdü. An itibariyle tartışmasız en iyi seyirci ve takım performansı. Seyirci nerede ne yapması gerektiğini biliyor. İlk yarıda “Oley oley” sesleri. Hakemi ve rakibi baskı altına alan uğultular. Takımla birlikte hızlı hücuma kalkma ve gerektiğinde sessizlik...
Meksika tribünü bir başkaymış.
Almanya, maç öncesi favori görülüyordu. Bunda Meksika’nın yeterince bilinmemesinin ve Almanların kağıt üzerinde çok güçlü olmasının etkisi var. Avrupa, Güney ve Kuzey Amerika’da oynayan birçok oyuncudan oluşuyor Meksika. Bu üçünün sentezi bir takım ortaya çıkarmış teknik direktör Osorio.
Hem Avrupa hem de Güney Amerika futbolunun gerekliliklerini kusursuz yapınca Almanya’yı çaresiz bırakıp, perişan ettiler. Sadece son vuruşlarda başarılı olsalar tarihi fark olurdu.
Kendi ceza sahasından topu alan Meksikalı, tek başına orta sahayı geçip Neuer ile sayısız kez karşı karşıya kaldı. İlk yarıda sonuncusu gol oldu zaten.
Almanya, tacı bile yanlış attı baskı altında olduğu için. Yanımdaki Alman spiker takımının oyununu gördükçe çıldırdı.
Yetenek ve çabukluk, düzen ve fizik gücüne karşı. Maçı izlerken dikkatimi ilk çeken bu oldu.
Arjantin’in hücum gücünü anlatmaya gerek yok. Kulübede Higuain ve Dybala’nın beklediğini söylemem yeterli herhalde. Tek yumuşak karnı; savunma. Bunun için teknik direktör Sampaoli, Biglia ve Mascherano’yu savunmanın önüne yerleştirmiş. Ama çözüm olmadı. İzlanda önde baskı yaptığı zaman tüm dengesi bozuldu. Bu savunmayla kupada bence işleri zor. İleride ise işi bitirecek Messi, Agüero, Di Maria gibi isimler bulunuyor. Bir kere ceza sahası içinde boşluk yakaladılar ve cezayı kestiler.
“İzlanda Duvarı” diye bir ifade var mı bilmiyorum ama olmalı. Bunu çok iyi savunma yaptıkları için söylemiyorum. Etkiye, tepki ve reaksiyon veriyor. Cesur ama gözü kara değil. Bilinçli bir cesaret içinde oynuyor. Arjantin gibi gücü tek bir yerde toplanmış değil, eşit oranlarda dağılmış durumda.
Messi’ye ikili sıkıştırmaları çok iyi yaptılar. Sayısız top kaybetti Messi. Bu da Arjantin’in oyun üstünlüğünü almasına engel oldu. Zaten ceza sahasına giremiyorlar. Bir de dışında kayıplar olması İzlanda’yı oldukça rahatlattı. Arjantin’i adeta kendi ağının içine aldılar belli bölümlerde. Messi durunca sistem
Bence Portekiz’in penaltısı, penaltı değil. İspanya’nın ilk golünde net faul var. Bir de İspanya lehine verilmeyen bir penaltı. Futbolcular çok fazla bireysel hata yaptı. İki takımın oyun planında da ciddi aksaklıklar söz konusuydu. Özetle takımlarda, teknik adamlarda ve hakemlerde büyük hatalar yaşandı. Buna rağmen izleyenler için sıkıntı yoktu.
Maçta öyle bir tempo oldu ki kimse tek pozisyona takılmadı. Öyle miydi, böyle miydi derken ikinci sonrasında üçüncü bir pozisyon gelişti. Maç, kimseye tek pozisyona takılacak fırsatı ve süreyi tanımadı. Bu kadar çabuk oyunda doğal olarak hatalar oldu. Ama oyun aktı. Maç sanki 20 - 25 dakikada bitti.
Bu maç gösterdi ki kusursuz bir oyun yok. Yakın zamanda biri Avrupa biri de Dünya Şampiyonu olmuş iki takımın maçında bile bu kadar basit ve hatta amatörce hatalar oluyorsa bizim de belki futbola bakışımızı biraz daha yumuşatmamız gerekiyor.
O gol yenir mi? O adam kaçar mı? O nasıl vuruş? Hakem o pozisyonu nasıl görmez? gibi soruları sorarken bu maçı hatırlamak gerekir. Dünyanın en büyük futbolcularının, takımlarının ve hakemlerinin hataları bize kusursuz bir oyun olmadığını bir kez daha gösterdi. Bu yüzden hepimizin artık tespitlerini ve