Yazıyı yazarken Fenerbahçeli Janssen canlı yayına geldi. Görüşlerini yansıtırken “Çılgın bir derbi oldu” dedi. Gerçekten öyle... Beş kırmızı kartıyla, iki penaltısıyla, Şenol Güneş’in tribünlere gönderilmesiyle, verilen-verilmeyen kararlarıyla, bir saniye olsun düşmeyen tansiyonu ile gerçekten çılgın bir akşam, çılgın bir derbi oldu.
Fenerbahçe ne kadar kötü olursa olsun, ne kadar eksik olursa olsun, bir kez daha inandım ki, derbilerde bir büyüsü var. Kadıköy’ün derbiler adına “yıkılmaz” bir tarafı var. Beşiktaş’ı yenebilmek, futbol olarak, sonuç olarak Beşiktaş’a üstünlük sağlayabilmek çok kolay değil... Ama Beşiktaş özellikle ilk yarıda rakibinin işini kolaylaştıran çok ciddi yanlışlar yaptı. Hatta sağ kanatta kendisini imha etti. Beşiktaş’ın kabul etmek gerekir ki en güçlü özelliklerinden biri, kanatlarda son derece etkili olması... Ama baktık özellikle ilk yarıda sağ kanatta Medel müthiş aksadı. Daha ilk 15-20 dakikada Şenol Hoca “Keşke Necip’i oynatsaydım” demiş midir merak ediyorum. Medel gibi üst seviyede bir oyuncunun, Avrupa’nın en güçlü takımlarında forma giymiş bir oyuncunun, rakibine arkadan böyle acemice bindirmesi, hakeme penaltıyı çalma konusunda şans vermesi çok da
Galatasaraylı Gomis gözünü, kulağını açmış Fransa Milli Takımı için teknik direktör Deschamps’tan gelecek haberi bekliyor.
Zaten iştahlı, süper yetenekli, “otomatik pilota” takmış gibi gol noktalarında biten ve işi bitiren bir golcü Gomis... Bütün bunların yanında Fransa Milli Takımı’na çağırılmak için dört gözle beklemesi de Galatasaray’ın işine yarıyor. Motivasyonunu, direncini maksimum noktada tutuyor. Deschamps ne yapar bilemeyiz ama bu işin Galatasaray’a faydası var, zararı yok.
Aslında Galatasaray atabileceğinin azını attı Kasımpaşa’ya... Özellikle ilk yarıda rakibi ceza alanı içine hapsetmişken ve hava almasına bile izin vermediği dakikalarda işi çoktan bitirmeliydi.
Galatasaray’ın artık şunu bilmesi gerekiyor. Gomis’e ne kadar çok top gelirse, Galatasaray o kadar fazla gol atar. Ancak koca Galatasaray’ın gol yükünü sadece Gomis’e yüklemesi doğru değil... N’Diaye’nin, özellikle Belhanda’nın gol noktalarında devreye girmeleri ve Gomis’in yüküne omuz vermeleri gerekiyor.
Ayrıca Feghouli ilk on bire girdiği gün, sanırım Galatasaray’ın Rodrigues’le sadece sağ kanadı değil, sol kanadı da işlemeyle ve Gomis’e top getirmeye başlayacak.
Elbette Mariano... Hakkını teslim etmemiz
Galatasaray ilk üç haftada “Irma fırtınası” gibi esmiş ve önüne geleni yakıp yıkıp geçmişti. Antalya’da önce bunaltıcı sıcak, sonrasında rakibin sert, disiplinli ve geniş alan bırakmayan oyunu bu hızı kesti ve Galatasaray ilk puanlarını kaybetti.
Galatasaray ilk üç haftada maçlara çok hızlı başlamış, daha ilk yarım saat dolmadan en azından bir-iki gol atıp fişi çekmişti. Antalya’da bırakın bir-iki gol atmayı, bu ilk yarım saatte bir-iki pozisyon bile yaratamadı. Üstelik kalesinde çok önemli iki gol tehlikesi yaşadı.
Galatasaray ilk atağında, Gomis’in topla ilk buluşmasında golü attı. Bu Rodrigues’in dört maçta Gomis’e üçüncü asisti... Galatasaray, Gomis’le daha çok gol bulmak istiyorsa Rodrigues’le daha fazla top getirmek zorunda... Üstelik Gomis’e sadece sağ kanattan top geliyor. Sol kanattan bu etkinliği asla göremiyoruz. Zaten Tolga içeri girip oynamayı seven, gerçekte kanat özelliği olmayan bir oyuncu...
Feghouli sağ kanada geldiğinde sola Rodrigues mi geçer, yoksa başka bir alternatif mi yaratılır bilemem. Bildiğim şu: Gomis’in daha fazla gol atması için daha fazla top gelmesi gerekiyor. Böyle büyük bir golcü maç boyu sadece bir kenar topuyla buluşturuluyorsa, hem Gomis’e, hem
Dakika bir, gol bir bu olsa gerek... Maç neredeyse iki santra ile başladı. Önce maçın başlama vuruşu, sonra ilk dakika golünün santrası... Zaten Fenerbahçe’nin gol yemediği maç yok ki... Dört lig maçında sekiz gol yiyen, bu dört maçtan sadece birini kazanan bir takımın şampiyonluk ihtimali ne kadar olabilir ki...
Aslında Fenerbahçe, transferde çok geç kalmanın, henüz takım olamamanın ciddi sıkıntılarını yaşıyor. Üstelik Fenerbahçe 2-0 yenik duruma düştüğü maçta belki de bu sezonun en ofansif, sürekliliği en fazla olan maçını oynadı.
Mücadelesine kimsenin laf edecek hali yok. Ama kalitesi konusunda ciddi sıkıntılar var. Skrtel’e rağmen savunma her maçta gollere “abone” olmuş durumda... Hücumda yakaladığı bunca fırsata rağmen şu görüntü ile ciddi kalite sıkıntısı, beceri sıkıntısı var. İşin henüz başındayız ama, bu görüntü ile Soldado belki gol kralı olamaz ama, böyle devam ederse ligin gol kaçırma kralı olabilir.
Fenerbahçe adına kuşku duyulacak bir başka konu, Giulaino’nun hali... Hadi ilk maçta ortada yoktu, kabul edelim ama, Başakşehir maçında da takımının en zayıf halkalarından biri olarak göründü.
Aslında birinci dakika golü Başakşehir’i gerçek futbolundan uzaklaştırmış, hızını ve
Eğer istersen, yürekten oynarsan, peşinen teslim olmak yerine mücadeleyi seçersen, sahaya en doğru on biri sürersen, rakip kim olursa olsun, en az onun kadar kazanma şansına sahip olursun.
İşte Hırvatistan galibiyeti... Üç gün önce yanlışlarımızın faturasını ödediğimiz Ukranya karşılaşması, üç gün sonra doğrularımızın karşılığını aldığımız Hırvatistan galibiyeti... Yabancı sayısı, hakem falan hepsi bahane... Hırvatistan karşısında doğruları yaptık ve haklı bir galibiyet aldık. En azından ilk on birde ayağı düzgün adamlarla sahaya çıktık. Üst düzeyde mücadele ettik ve futbolda “hücum” etmenin de olduğunu aklımıza getirdik.
Elbette, galibiyet takım oyunuyla geliyor. Ancak ben Oğuzhan’ı öne çıkarmaya kendimi mecbur hissediyorum. Türkiye’ye geldiği günden beri Beşiktaş’ta ya da milli takımda böyle bir Oğuzhan izlemedim. Takımın gerçek anlamda lideriydi. Savunmada da vardı, orta alan organizasyonunda da, gol yollarında da...
Cenk Tosun’un içten mücadelesine saygı duydum. Sağ savunmada Kaan’ı izlerken, Ukranya maçında bu kanadı Şener’e teslim eden Lucescu’nun ister istemez hatırını sordum.
Arda elbette kendi kalitesinin çok gerisinde... Ancak sezon başından beri maç oynamayan Arda’nın
Konoplyanka, her topta beş metre geriden gelip Şener’i geçip, ya vurdu, ya asist yaptı... Ama her defasında Şener’i geçti... Kabahat Şener’de mi, çaresizlikten kendi takımında oynamayan Şener’i ilk onbirde oynatmak zorunda kalanlarda mı? Mehmet Topal’ın hem son milli maçlarda, hem kulübüyle oynadığı Vardar maçında stoper olarak ne büyük yanlışlar yaptığını herkes gördü, herkes biliyor... Ama bu ülke yeteri kalitede stoper yetiştiremediği için çaresizlikten yine Mehmet Topal oynuyorsa, acaba kimleri suçlamak gerekiyor...
Kendi ligimizde, kendi takımlarındaki Tolga Ciğerci’yi, Serdar Aziz‘i izliyoruz... Uçuyorlar, kaçıyorlar, tutulamıyorlar. Ama uluslararası arenaya çıktığımızda “takke düşüyor, kel görünüyor“, çaresiz kalıyorlar, yetersiz kalıyorlar...
Adebayor’un daha geçen hafta verdiği demeç akıllarda: “Ben 33 yaşındayım... Türk futbolculardan daha fitim. Bu işte bir yanlış var”
İçimizden biri Webo “İzlandalar, İrlandalar, Avusturyalar her şampiyonaya gidiyor da, onlardan fazlası olan, eksiği olmayan Türkiye niye gidemiyor?” dedi ve ekledi “Türk futbolu, Türk futbolcusu egolarından kurtulmalı...”
Lucescu deseniz zaten kadroya aldıklarıyla, almadıklarıyla maça 1-0 yenik
Gerçekçi olalım, Beşiktaş geride kalan üç haftada, temposuyla, coşkusuyla, üretkenliğiyle, baskısı ve presiyle geçen yılın gerisinde...
Elbette ligin en iddialı, en iyi iki kadrosundan biri ama şunu kabul edelim ki, şampiyonluk yolunda çarpıcı bir görüntü veren, en azından Beşiktaş’tan daha etkili bir başlangıç yapan Galatasaray ile yarışacağını unutmasın.
Beşiktaş, son iki yıldaki şampiyonluğuna üçüncüsünü katmak istiyorsa, mutlaka geride kalan o iki yıldaki özelliklerini hızla yakalamak zorunda... Baktığınızda kadro neredeyse aynı kadro... Birbirinden önemli isimler var. Ama sanki bir “metal yorgunluğu” da var gibi...
Caner hariç herkes son iki yılın gerisinde... Caner demişken, sürekli ileri çıkıp kestiği toplar bir pastan, bir ortadan çok daha fazlası... Çok etkili... Ancak Gökhan’ın sakatlığından bu yana, kabul edelim ki Beşiktaş sağ kanat hücum zenginliğini kaybetti. Beck’te o özellik yok. Bursa karşısında Adriano oynadı, Gökhan’ın yeri gene dolmadı.
Şenol Hoca, takımı yenilemek, heyecanı zirveye taşımak, o eski tempoyu yakalamak adına acaba yenilere biraz daha fazla şans verse olmaz mı, biraz daha fazla dakika alsalar yararlı olmaz mı? Lens’in, Negredo’nun, Medel’in fizik gücü
Galatasaray’da öyle bir kalite var ki, Belhanda’nın o pasları vermesi, Gomis’in o füzeleri çıkarması, Ndiaye’nin slalomları, Mariano’nun hücum bindirmeleri için Igor Tudor’a ihtiyaçları yok. Hoca kim olursa olsun, bunları yapacak kaliteleri var. Ama bu kadar kreatif ve kaliteli adamı bu kadar kısa sürede “savaşan” adam haline getirmek, bu kadar koşturmak, böyle bir coşkuyu yakalamak... İşte orada duralım ve Igor Tudor’un hakkını teslim edelim.
Geçen yılı hatırlayalım... Rakibin yanında sadece “refakat” koşuları yapan, adeta ayıp olmasın diye rakibe temas bile etmeyen “buyrun geçin” diyen Galatasaraylı oyuncular. şimdi “Pitbull” gibi saldırıyorlar. Kaptırdıkları topu geri almaları 8-10 saniyeyi bile geçmiyor. Üstelik rakip kafasını kaldırdığında, başında en az 2-3 Galatasaraylı oyuncu görüyor. Nefes bile alamıyorlar, hemen yanındaki takım arkadaşına topu atma fırsatını bile bulamıyorlar.
Bir kere ne olursa olsun, Galatasaray’ın bu sağ kanadı herkesi “felç” eder. Önde Rodrigues, arkadan nefes almadan bindiren Mariano, hemen yanlarında Ndiaye, yetmedi, Fernando... Birini kessen, diğerini durdursan, üçüncü-dördüncüsü “bela” gibi başında... Galatasaray bu sağ kanattan adeta “Çin