Graz maçında rakibin golü öncesi yediği çalım nedeniyle tribünlerden büyük tepki çeken Hasan Ali ile Vardar’ın golü öncesinde Skrtel’in yediği çalım arasında ne fark var?
Kaleci Volkan son Göztepe maçında berbat bir gol yedi de, genel istek üstüne oynayan Kameni yediği golde “konu mankeni“ değil miydi?
Aykut Kocaman‘ı eleştirebilirsiniz... Ancak bu kadar önemli bir Avrupa maçında oynatacak golcü bulamıyorsa, bu hocanın mı, hocadan önce başkalarının mı hatası... Görünen o ki, sorun sahada değil, sahadan önce başlıyor...
Maça gittim, canlı izledim... Başakşehir Sevilla’ya yenildi ama “ben takımım“ diye bağırıyor... Galatasaray‘ın lig maçını izledik... Ndiaye‘nin, Belhanda’nın rakip savunmanın arkasına attığı topların tekini Fenerbahçe rakip savunma arkasına atabildi mi?
Fenerbahçe’de çok ciddi anlamda kalite eksikliği var, üretici, yaratıcı eksikliği var... Maçı değiştirecek, kaderi değiştirecek adam eksikliği var... Açıkçası kalite yerlerde sürünüyor... Bir Giuliano bunlara çare olur mu, açıkçası çok da emin değilim...
Aykut Hoca’nın golcüsü yok ama buna rağmen genç Ahmethan ile her maçta çok zaman kaybediyor... Aatıf en azından deli- dolu haliyle, adam eksiltmekteki başarısıyla takıma
Aykut Hoca, ”iyi futbol, özlenen Fenerbahçe“ için iki ay süre istediğinde “özlenen Fenerbahçe için dilerim iki ay yeter“ demiştim. Göztepe maçında bir kez daha gördük ki, eksikleri gidermek, taraftarın gözüne girmek, futbolun gereklerini yerine getirmek için bu iki ay bile yetmeyecek gibi...
Şurası kesin: Giuliano, Soldado, sakatlığı alışkanlık haline getirmezse Mehmet Ekici takıma girdiğinde, bu takımın havası mutlaka değişir, bir başka olur... Ama buna rağmen Fenerbahçe yıllardır futbolu o kadar unuttu ki, unuttuklarını hatırlamak, daha ileri gitmek Aykut Hoca’nın istediği bu iki aya sığmayacak sanki.
Göztepe takımı tam 10 yabancı ile oynamasına rağmen maça ve oyuna yabancı kalmadı. Fenerbahçe ise her şeyi Valbuena’dan bekledi. Fransız yıldız hemen her maçta olduğu gibi gene tek başına çok şey yaptı... Ama takım arkadaşlarının büyük bir bölümü, Fransız yıldıza “Fransız“ kaldılar...
Neustadter buysa, yeni bir stopere “acil“ koduyla ihtiyaç var. Alınmayacaksa Skertel‘in yanına hemen Mehmet Topal‘ı çekmek gerekiyor… Zaten orta alana Giuliano‘lar, Mehmet Ekici‘ler girdiğinde bu alanda mutlaka yer açmak gerekiyor…
Volkan‘a da şaşırıyorum… Bu hatanın adı “şanssızlık“ olamaz…
Aykut Hoca göreve geldiği günden beri Fenerbahçe seyircisini tribünlere çağırıyor... Bu çağrı dün akşam büyük ölçüde karşılığını buldu... Tribünler uzun bir aradan sonra dolmasa bile ciddi anlamda kalabalıktı... Ancak futbol bu olacaksa, Fenerbahçe pozisyon yaratmakta bu kadar zorlanacaksa, fizik gücünü ikinci yarıya taşıyamayacaksa, kısa süre sonra kameralar tribünlerdeki coşkulu kalabalıkları değil, gene boş tribünleri çeker...
Aykut Hoca, geldiği günden beri gerçekçi bir yaklaşım sergiliyor. Son açıklamasında iki ay süre istedi. Ancak bu kadar eksiği gidermek için iki ay yeter mi, o konuda kuşkuluyum... Herşeye rağmen tur atlanan bir gece olması, Fenerbahçe‘nin özgüvenine katkı yapması açısından önemli ve değerli...
Futbolda “yaşına - başına değil, işine bakacaksın“ anlayışına çok katılıyorum... 33‘lük Valbuena sadece Fenerbahçe‘nin değil, sahanın en iyisi, en etkilisi olarak ortaya çıktı... Rakip ceza alanı çevresinde bir seyyah gibi geziyor... Hiç durmuyor, hiç bitmiyor, her dakika oyunun içinde... Dirar‘ın da sağ kanatta hakkını teslim etmeliyiz... Ancak takımın geri kalanları için olumlu konuşmak kolay değil... Merak ettim 33‘lük Valbuena ne koştu, takımın 23’lük,
Fatih Terim’in istifası açıkcası benim için ciddi bir sürpriz oldu. Ancak şunu kabul etmeliyiz ki son Alaçatı olayının ardından kamuoyunda Fatih hocaya karşı ciddi bir tepki oluştu. Hocayı iyi tanıdığımı sanıyorum. Ailesi ile ilgili bir sıkıntı olursa önüne engel koymaz. Kim ne der diye düşünmez ve sonuna kadar gider. Aslında bu istifa ile kendisi de rahatladı. 2 Eylül’deki Ukrayna, maçında olası kötü bir sonuçta hoca çok daha fazla yıpratılırdı. Hadi o maçı geçtik diyelim, ardından 5 Eylül’deki Hırvatistan maçında da yine aynı şeyler yapılırdı. Hoca diken üstünde bu işi götüreceğine istifa ederek hem kendini, açıkcası bana göre hem de Futbol Federasyonu’nu ciddi şekilde rahatlattı.<#comment>#comment>
Birbirimizi yiyip bitirdiğimiz gürültüden, kavgadan nefes almakta güçlük çektiğimiz bir ortamda karşımıza Kosova gibi grubun sonuncusu ve en zayıf takımının çıkması bizim adımıza çok ciddi bir fikstür şansıydı... Nitekim en iyi maçlarımızdan birini oynamasak bile, bu oyunla bile en iyi sonuçlarımızdan birini aldık... Hele milli takımın yenisi Cengiz Ünder’in taşıdığı ay- yıldızlı formaya çok yakışması, Volkan Şen’in Fenerbahçe forması ile koca bir sezonu golsüz kapatıp, milli forma ile golünü atması, sonradan oyuna giren Yusuf Yazıcı’nın asist yapması açıkcası yüzümüzü güldürüp, moralimizi düzeltti... Ancak stoperlerimizin her hava topunu rakibe bırakması, Berisa gibi hızlı hücumcular karşısında çok ağır olması, orta alanımızın beklentilerin çok gerisinde kalması, ciddi eksikler olarak da gözümüzün içine girdi...
Bunlar düzelir, eksikler giderilir, hepsi olur... Ancak bizim özellikle son yıllarda milli takımı “angarya“ gibi gören anlayışı değiştirmemiz gerekiyor... Gene bu son yıllarda milli takım içinde sanki öyle bir grup oluştu ki, hiçbir şeyi beğenmeyen, burnundan kıl aldırmayan, Hocanın otoritesini zorlayan bir grup... Sanırsınız ki, her Avrupa Şampiyonası’na giden, her Dünya
Görülüyor ki Cim-Bom’da, hoca ile bazı futbolcuların bir arada çalışması zor... Hatta mümkün değil... Bu şartlarda Galatasaray’da dikiş tutmaz. Mayısın ve ligin sonu geliyor. Galatasaray’da radikal bir “bahar temizliğine” acilen ihtiyaç var.
Galatasaray’ın Kasımpaşa yenilgisinden sonra başkan Dursun Özbek’in telefonla yapılan çağrı üzerine ilk kez bir maç sonrası soyunma odasına inmesi ve futbolcularla yaptığı sert konuşma, çektiği rest güncelliğini koruyor. Maraton programında açıkladım ama dinlemeyenler için Milliyet’te de yazmayı düşündüm. Başkan, soyunma odasına indiğinde futbolculara, “Giydiğiniz formadan utanın. Benim gözüm yaşlandı, gördüğüm kadarıyla siz çok rahatsınız ve başka şeylerin peşindesiniz” diyor.
Muslera izin istiyor, “Başkanım” diyor, “çok hoca değiştirdik, çok sistem değiştirdik, uyum sağlamada zorlanıyoruz.” Başkan Özbek, “Çok hoca değiştirdik diyorsunuz da, Hamza kötü, Mustafa Hoca kötü, Riekerink “ehh işte”, Igor Tudor kötü, sizin hiç mi kabahatiniz yok” cevabını veriyor. Bu sırada araya oturuşuyla, rahat tavırlarıyla De Jong giriyor ve “her kulüpte inişler çıkışlar olur. Ama bu tip takımlarda 25 oyuncuyu birden değiştiremeyeceğinize göre, hocayı
Futbolcular transfer edilirken kulüpler sağlık kontrolünden geçiriyorlar... Keşke mümkün olsa da “zeka testinden“ de geçirseler... Bunu niye söylüyorum: Maçın en iyilerinden biri olan Rizeli Saadane sarı kartla oynuyor, buna rağmen gidiyor kaleci Ertuğrul‘un henüz elinden çıkarmadığı topu oyuna sokmasını engelliyor ve al sana ikinci sarıdan kırmızı kart... Üstelik uzatma bölümü başlarken... Sonrası, Emenike’nin kafayla asisti, Moussa Sow’un ikinci kafa golü... Saadane oyunda olsa, Fenerbahçe belki de maç boyu yakalamakta sıkıntı çektiği bu pozisyonu bulamayacak...
Her fırsatta başkanları, hocaları eleştiriyoruz da, futbolcu da sorumluluğunu bilecek... Aslında Mehmet Topal’ın da tehlike sınırında olduğunu bildiği halde, gereksiz bir giriş yapıp cezalı duruma düşmesi ve Beşiktaş maçında oynayamayacak olması, maçın bir başka ilginç yanı...
Moussa Sow’u seyirci seviyor, ne kadar formsuz olursa olsun gole yakın bir oyuncu... Buna rağmen sezonun büyük bölümünde Sow’un oturup emekliliğini ilan eden Van Persie’nin oynaması, hangi futbol aklının tercihi merak ediyorum... Fenerbahçe bu sezon futbolu unuttu, Emenike de sarı-lacivertli formayı... Ama gördük ki Emenike oynadığı kısa sürede,
Müthiş bir başlangıç oldu... İlk çeyrekte Başakşehir‘in inanılmaz temposuna, bindirmelerine, paslaşmalarına ve gollerine tanık olduk... Fenerbahçe savunmasının da “perişan“ hallerine...
İlginç olan, Rize maçı sonrası çıkan olaylarla morali ve motivasyonu “dip“ yapan Başakşehir’in maça bu kadar iyi başlaması, üç gün önce deplasmanda Galatasaray’ı yenerek morali “zirve“ yapan Fenerbahçe‘nin de bu kadar kötü başlamasıydı... Sanki iki takım arasında roller değişmişti...
Fenerbahçe ilk yarıda golü bulmasına rağmen, rakibinin eksikliğinden, moralsizliğinden, kalesindeki “çaylak“ Faruk’tan yararlanamadı... Attığı golde de Ozan’ın etkili vuruşu ve Caiçara’nın çizgiden çıkardığı top dışında rakip kaleye gitmekte bile nazlandı, zorlandı...
Ancak şurası ilginç ve kesin; Fenerbahçe futbol adına asla iyi işler yapmıyor, yapamıyor... Buna rağmen istediği sonuçları alabiliyor... Açıkcası bu da bir marifet olmalı...
Son maçlar için kaptan Volkan’ın da hakkını teslim etmeliyiz... Her savunma yanlışında, her savunma zaafında ya da rakibin her yaratıcı pozisyonunda ortaya çıkıyor, tehlikeyi önlüyor... Sezon sonu gelirken, gerçek Volkan da sahalara döndü gibi...
Ancak Lens’i anlamakta zorluk çekiyorum...