Sanki zirve yarışı değil, ikram yarışı... Haftanın açılış maçında Beşiktaş iki puanı bıraktı. Cumartesi maçında Fenerbahçe, “Madem rakip gelemiyor, bari ben atayım” deyip kendi kalesine iki gol atıp, iki puan kaybetti. Galatasaray maçından önce Başakşehir sezonun belki de en kötü maçlarından birini oynayıp iki altın puan yitirdi.
Böyle bir fırsat bir sezonda kaç defa gelir? Oynamadan rakiplerinin kaybettiği ikişer puandan toplam altı puan kazanmışsın. Sivas karşısında galibiyeti yakalasan dokuz puanlık bir haftayı geride bırakıp lider olacaksın ki, sonrasında ipler tamamen senin eline geçecek.
Galatasaray böyle bir maçı kazanamadı. Bırakın kazanmayı, rakiplerinin ikişer puan kaybettiği haftada, kendisi üç puan yitirdi. Ama bu parasızlığın gözü kör olsun. Galatasaray’da para olsa, Fernando’nun sakat olduğu bir ortamda Ndiaye’yi satar mıydı, gidişine izin verir miydi? Fatih Hoca’nın dediği gibi bir takımı kurtarmak adına, bir oyuncusunu feda etti. Ama gördük ki Ndiaye ile Fernando’nun oynamadığı Galatasaray orta sahası ile, Sivas maçında izlediğimiz orta saha arasında dağlar kadar fark var. O orta saha sertti, rakibe nefes aldırmaz, pas yaptırmazdı. Sivas karşısındaki orta saha bunu
Galatasaray Kaptanı Selçuk İnan, Kayserispor maçı sonrası yaptığı açıklamada, “Fatih Terim varsa, şampiyonluk şansı hep vardır” demişti. Bu doğru... Sadece Selçuk İnan değil, istatistikler de bunu söylüyor zaten...
Üstelik yeni bir başkan, yeni bir yönetim var. Seyirciden tepki değil destek var. Heyecan, birlik, beraberlik süper... Adeta havada şampiyonluk kokusu var.
Ancak bu heyecanı Osmanlıspor maçında sahada göremedik. Fatih Terim takımlarında özellikle ilk 30 dakikada “Baskın basanındır” misali çok etkili bir başlangıç olurken, bu defa o başlangıcı şaşırtıcı biçimde Osmanlıspor yaptı. Gördük ki Galatasaray orta alanının iki “direnişçi” adamı Ndiaye ve Fernando’nun olmayışı, takımın savunma anlayışına ağır darbe vurmuş.
Feghouli’nin gole kadar ortada görünmeyişi, Belhanda’nın kulübede oluşu, hücum zenginliğini adeta ortadan kaldırmıştı. Özellikle ilk yarıda ısrarla hücumu deneyen, kestirmeden rakip kaleye giden ve kenardan etkili toplar kesen sadece Rodrigues vardı. Galatasaray için sıkıntılı dakikalarda, özellikle Osmanlıspor’un hızlı ataklarında Denayer çok etkili hamleler yaparken, maçın başında “Niye Serdar Aziz değil de Denayer?” diyenlere en güzel cevabı sahada verdi.
Aykut Hoca maçtan önce “futbola biraz daha olumlu baksak“ dedi... Buna yürekten katılıyorum... Yıllardır kötüden beslendik, futboldaki güzelliklere “cimri“ kaldık. Fenerbahçe‘nin Göztepe maçını izlerken, maçın her dakikasına Aykut Hoca‘nın “futbola biraz daha olumlu yaklaşsak“ cümlesini hatırlayarak baktım...
Üstelik Fenerbahçe maça ciddi anlamda ve en karamsarların bile son derece olumlu yaklaşacağı bir başlangıç yaptı. Daha 15. saniyede direkten dönen top, birbiri ardına gelen hızlı hücumlar, rakibe sahanın her yerinde basma anlayışı, Fernandao’nun hava toplarındaki etkisi ve erken gelen gol kötüden beslenenlere bile iyi bir Fenerbahçe vadediyordu...
Ama bu Fenerbahçe görüntüsü ilk 30 dakikada bitti... Sonraki dakikalarda kötülerin beslendiği, her fırsatta eleştirmeyi alışkanlık haline getirenlerin eline bolca malzeme veren bir Fenerbahçe görüntüsü ortaya çıktı.
Örneğin, bu kadar baskılı oynarken, Giuliano‘nun direkten dönen topu ve Fernandao golü dışında pozisyona giremedi Fenerbahçe... Fernandao rakip ceza alanı çevresinde son derece yalnız kaldı... Kenarlardan tek yüksek top alamadı... Kimdi hatırlamıyorum, bir arkadaşım “Giuliano gol atmazsa, o maçta sahada göremezsiniz“
Türk toplumu yeni birinin gelişinin ardından iyi bir şey oldu mu, “Kısmetiyle geldi, kısmetini de getirdi” der ya, Fatih Terim de Galatasaray’daki dördüncü seferine sanki kısmetiyle geldi. Önce Beşiktaş yenildi, sonra Fenerbahçe berabere kaldı, Galatasaray üç puan aldı ve Fatih Terim ilk maçında adeta sekiz puanlık bir başlangıç yaptı.
Bitmedi; Fatih Terim’in “Nerede kalmıştık” tweetinden sonraki üç saat içinde Göztepe maçı için ekstra 2300 bilet satıldı, tam 2000 pasolig kartı alındı ve Aslantepe’deki seyirci sayısı 46 bine ulaştı. Aslında mutlu, bereketli bir başlangıç ligin ilk yarısının da sonu oldu.
Elbette ligin ikinci yarısında değişik bir Galatasaray izleyeceğiz. Göztepe karşısında izlediğimiz Galatasaray, Aslantepe’nin aslanı gibiydi. İç sahada dokuzuncu maçında sekizinci galibiyetini aldı. Baskılıydı, hızlıydı, coşkuluydu ve etkiliydi. Bakmayın ilk yarının 1-1 bittiğine... Bu yarıda Gomis o kadar çok kaçırdı ki, skor 1-1’e bağlandı.
Bazen bir şanssızlık bir şansın başlangıcı olabiliyor. Rodrigues’in takımın en iyisiyken ve beraberlik golünü atmışken sakatlanıp çıkması, yerine oyuna giren Yasin için mükemmel bir şans oldu. Yasin’in kafa golü, ancak birinci sınıf
İgor Tudor’a geçmiş olsun... Artık ayrılık zamanı... Başkan Dursun Özbek “dursun” dese bile İgor Tudor artık duramaz... İgor zaten haftalardır boynundaki iple geziyordu... Altındaki iskemleyi çekmek, istese de istemese de Başkan Dursun Özbek’e kaldı... Başkan çaresiz, bu iskemleyi Tudor‘un altından çekecek...
Zaten bir hoca düşünün ki, boynundaki o iple geziyor, ”ha gitti, ha gidiyor“ diye haftalar değil, günler geçiyor, İgor Tudor adından çok Fatih Terim adını duyuyor... Bu şartlarda çalışan bir hocadan hayır gelir mi? O hocanın akıl sağlığı, ruh sağlığı yerinde olur mu, futbolcular kendisine inanır mı?
Aslında İgor Tudor’un iflah olmaz “üçlü savunma“ anlayışı Galatasaray‘a ağır darbeler indirirken, kendisinin de sonunu hazırladı... Öyle ki, Malatya maçının daha ilk dakikalarında iki kanat adamı, Pereira ile Turgut Doğan, adeta beksiz oynayan Galatasaray karşısında milli oldular...
Malatya’nın ilk golünde Sisokko’nun sol kenardan ortalayıp Galatasaray kalesine paralel giden topu sol kenarda Pereira kafasıyla buluşup gol olurken, bu topa Galatasaray‘ın birinci stoperi, ikinci stoperi, üçüncü stoperi hiçbiri müdahale edemedi... Bekler derseniz, onlar zaten yoktular... Galatasaray‘da
Kendi sahanızda kazanıp deplasmanda berabere kalarak şampiyon olamazsınız... Bunu daha lig tarihi yazmadı... İçeride üç puanı alacak, deplasmanda mümkün olduğu kadar çok kazanacaksınız... Fenerbahçe, özellikle bu sezon kazanarak çıkmanın pek de mümkün olmadığı Timsah Arena’da galip gelerek zirvedeki adımlarını iyice sıklaştırdı. Artık yükseklerde Fenerbahçe’nin ayak sesleri daha iyi duyuluyor.
Oysa ilk yarıda sahada galibiyet adına asla umut vermeyen iki takım vardı... Bursaspor kalesinden Harun‘u, Fenerbahçe kalesinden Volkan‘ı çıkartsanız bu ilk 45 dakika gene 0-0 biterdi... Çünkü kalelere şut çekilmedi, top gitmedi...
Fenerbahçe özellikle bu yarıda atağa kalkarken o kadar çok top kaybetti ki, hücumları daha başlamadan bitti. Ancak Fenerbahçe‘nin savunma anlayışı Batalla‘yı topla buluşturmayınca Bursaspor yarım pozisyona bile giremedi... İkinci yarıda daha hareketli bir Fenerbahçe gördük... Özellikle Dirar’ın hareketlenmesi ve kendini bulması Fenerbahçe‘nin hücum etkinliğini gözle görülür biçimde arttırdı... Ancak oynarken Aatıf, sonradan Aatıf’ın yerine oyuna giren Valbuena kişisel oynamak adına o kadar çok top kaybettiler ki, Fenerbahçe özellikle hücum anlamında bu top
Beşiktaş gibi gerçek bir kadro kalitesine sahip olsanız da, Şenol Güneş gibi büyük bir hocanız bulunsa da, Şampiyonlar Ligi’nde yenilgi almadan gruptan birinci çıkmayı garantileseniz bile, yendiğinizde puan farkını 3’e indireceğiniz, kaybederseniz farkın 9’a çıkacağı ve adeta yarışta darbe yiyeceğiniz bir maçı oynamak, hangi tecrübeye, başarıya ve olgunluğa sahip olursanız olun kolay iş değil...
Böyle bir maçın tekniğini, taktiğini uygulamak, psikolojini yaşamak ve gerilimini taşımak bile her babayiğidin harcı değil... Beşiktaş puan açısından böyle ince ve hassas hesaplara dayalı Galatasaray maçına müthiş bir başlangıç yaptı... Feghouli’nin yeteri kadar yardıma gelmeyişi ile savunmada kaderi ve Quaresma ile başbaşa kalan Denayer, tüm çabasına ve iyi niyetine rağmen Portekizli yıldızı durdurmakta zorlandı... Gökhan Gönül bile Quaresma’nın yanına, yani hücum alanına yardımcı aktör olarak gelince Beşiktaş bu kanattan dakika başı yeni bir atak geliştirip, yeni bir orta yaptı... Galatasaray orta alanı da Beşiktaş orta alanı karşısında yeterli direnci sağlayamayınca, topu tutup oyunu yavaşlatamayınca, savunmanın uzaklaştırdığı her top neredeyse saniyesinde geri geldi... Beşiktaş bir
Ligin başlamasından bu yana genellikle “kötü“ oynayan iki takımın mücadelesinden “iyi“ futbol beklemek büyük ölçüde hayalcilik olurdu... Nitekim futbol bu maçta da genel alışkanlığını ortaya koydu... İzleyenler için kötü bir maç, kazanan Fenerbahçe için “büyük vurgun“ oldu...
Fenerbahçe kazanarak Beşiktaş‘ı yakaladı, hatta averajla geçti... Fenerbahçe derbinin oynanacağı bir hafta başlarken zirveye biraz daha yaklaşma şansını yakaladı... Seyircisini “hadi gelin“ diye tribünlere çağırma hakkını yakaladı... Bu 1-0’la çok şeyi kaptı...
En önemlisi, Aykut Kocaman bu galibiyetle, futbolu her türlü şartta “olumsuz“ açıdan eleştirmeyi alışkanlık haline getirenlerin elinden “geçen hafta üç gol atan Soldado varken Janssen’le başlanır mı“ fırsatını aldı... Allah’ı var, Janssen “bal yapmasa“ bile arı gibi çalışarak, Giuliano‘ya asist yaparak hocasının tercihinde yanlış yapmadığını gösterdi...
Ancak kabul edelim ki, Fenerbahçe “iyi oyunu“ bir türlü beceremiyor... Aykut Hoca hep son dakikalarda yedikleri gollerden şikayet ediyor ama bakıyorsunuz, Fenerbahçe öne geçtikten sonra genellikle savunmada kalmayı alışkanlık haline getirdi... Bakmayın bu maçı gol yemeden tamamladığına... Ligin en