Eğer istersen, yürekten oynarsan, peşinen teslim olmak yerine mücadeleyi seçersen, sahaya en doğru on biri sürersen, rakip kim olursa olsun, en az onun kadar kazanma şansına sahip olursun.
İşte Hırvatistan galibiyeti... Üç gün önce yanlışlarımızın faturasını ödediğimiz Ukranya karşılaşması, üç gün sonra doğrularımızın karşılığını aldığımız Hırvatistan galibiyeti... Yabancı sayısı, hakem falan hepsi bahane... Hırvatistan karşısında doğruları yaptık ve haklı bir galibiyet aldık. En azından ilk on birde ayağı düzgün adamlarla sahaya çıktık. Üst düzeyde mücadele ettik ve futbolda “hücum” etmenin de olduğunu aklımıza getirdik.
Elbette, galibiyet takım oyunuyla geliyor. Ancak ben Oğuzhan’ı öne çıkarmaya kendimi mecbur hissediyorum. Türkiye’ye geldiği günden beri Beşiktaş’ta ya da milli takımda böyle bir Oğuzhan izlemedim. Takımın gerçek anlamda lideriydi. Savunmada da vardı, orta alan organizasyonunda da, gol yollarında da...
Cenk Tosun’un içten mücadelesine saygı duydum. Sağ savunmada Kaan’ı izlerken, Ukranya maçında bu kanadı Şener’e teslim eden Lucescu’nun ister istemez hatırını sordum.
Arda elbette kendi kalitesinin çok gerisinde... Ancak sezon başından beri maç oynamayan Arda’nın sahada kaldığı yetmiş dakikada son derece iyi mücadele ettiğini söylemeliyiz. Ama Arda bu... Biz ondan kalitesini ortaya koymasını bekliyoruz. “Hırvatların Modric’i varsa, bizim de Arda’mız var” demek istiyoruz. Lucescu üç gün içinde ilk on birde tam yedi değişiklik yaparak bir anlamda kendi yanlışını kabul etti. Bu yanlış bize ağır bir fatura çıkarmış olmasına rağmen, üç gün sonra doğruyu bulmasından son derece mutluyuz.
Her kötü sonuçtan sonra bu hakem işlerine, yabancı sayısına sarılmayı, bahane yaratmayı artık bırakalım. Üç gün üçünde yabancı sayısı mı değişti? Ama Macar hakem Kassai’nin canımızı yakmadığını söylemeliyiz.
Umarım bu Hırvatistan maçından sonra, çoğu galibiyetten sonra olduğu gibi kendimizi dev aynasında görmeyiz, “bu dağları biz yarattık” demeyiz. Tonla sorunumuz var... Son derece kötü, keyfi, yanlışlarla dolu bir futbol dünyamız var. Zora geldi mi oynayan, dağılmaya çok hazır bir futbolcu topluluğumuz var. Papatya falı gibi bir iyi, bir kötü giden maç grafiğimiz var. Artık şu papatya falı açmayı bırakalım da, kalan iki maçı kazanalım. Sonuçta yıkılmadık, ayaktayız.