Galatasaray’ın şampiyonluğunu içten duygularla kutluyorum... Bu şampiyonluğu bahanelerle, “ama“larla kimse küçültmeye, küçümsemeye çalışmasın... Galatasaray, Süper Lig tarihinin ilk kez görülen dörtlü yarışında, yani tartışmasız en sıkıntılı, en zor sezonunda çok çok hak ettiği bir şampiyonluğu kazandı... Saygı duymak, alkışlamak ve yiğidin hakkını teslim etmek gerekiyor... Hiçbir zafere çiçekli yollardan gidilmiyor... Şampiyonluğa giden uzun yolda tuzaklar var, duraklar var, sıkıntılar, pusular var... Galatasaray bunların hepsini aşıp da geldi... Dar yollardan geçti, zor yollardan geçti, kaptan karşılaştığı fırtınaları aşıp gemisiyle limana şampiyon olarak geldi...
Galatasaray bu şampiyonluğu dün gece değil “o gece“ kazandı... Ne oldu “o gece“, bilmek lazım... Hemen anlatalım: İlk yarının son haftası Göztepe maçı öncesi Tudor gönderildi... Göztepe maçına 48 saat kala, yani maçtan iki gün öncesinin akşamında Başkan Dursun Özbek, Serdar Güzelaydın’ı aradı... “Hocayı daha önce de almak istedim olmadı, federasyon izin vermedi... Şimdi engel yok, tam zamanı“ dedi... ”Git, konuş, işi bitirelim“ diye kararlılığını gösterdi...
Güzelaydın perşembe akşamı saat 20.00’de Fatih Hoca’nın
Hem Beşiktaş için, hem de Osmanlıspor için böyle bir maçı oynamak ne kadar sıkıntılı, ne kadar zor... Beşiktaş‘ın şampiyonluk umudu kalmadı, Şampiyonlar Ligi umudu yok denecek kadar az... Üstelik takımın ekstra adamlarının yarısı, belki de daha fazlası yok... Motivasyon deseniz yok, hedef yok, ortada Beşiktaş‘ı Beşiktaş yapan takım yok...
Öyle ki, iki sol bekin Caner ile Adriano sakattı, cezaydı takımda yer almıyorlar... Yetmedi, temelden sol bek olan Tosiç cezalı... Yoklukta sol bekte oynayan Necip... Bir de sakatlar yetmiyormuş gibi ilk yarıda sakatlanıp çıkan Tolgay... Kırk yılda bir olacaklar, gelip Beşiktaş‘ı buldu...
Osmanlıspor için farklı değildi maç... Yoğun bakımdaki bir takım... Beşiktaş‘ın kolu kanadı kırık olsa da, takımın ekstra adamları sahada bulunmasa da, karşındaki takım Beşiktaş... Hiçbir şeyi olmasa forması var, markası var... O forma yeter... O arma yeter...
Böyle bir maçın tekniği - taktiği mi olur? Elbette olmaz... Zaten ilk yarıda gelen Serdar Gürler golü, bir organizasyon sonucu değil, Medel‘in ıskası sonucu geldi... Bu yarıda oyun 1-0 devam ederken Ceyhun-Necip mücadelesinde Halis Özkahya “müdahele topa“ dedi... Oysa pozisyon sanki penaltıya daha yakın gibi
“Aslan” gibi delikanlı ile “şampiyonluk” denilen güzeller güzeli, lig başladığından bu yana birbirlerine hep ilgi duydular, hep yakın durdular. Bazen birbirlerine sırtlarını döndüler, bazen yüzleri asıldı. Ama birinci günden bugüne kadar birbirlerini ihmal etmediler.
Bu birlikteliği bozacak bir yanlışa imza atmadılar. Şimdi kendileri de biliyor; iki adım sonrası “nikah masası”... Aylar sonra ellerin birleşme, dudaklardan “evet”in çıkma zamanı... Bu kadar uğraştıktan, bu kadar emek verdikten sonra ağızlarından “hayır” çıkar mı? Hiç sanmam. Artık buna izin vermezler...
Galatasaray’ın kâbusa dönen deplasman maçlarını bir kenara bırakıp, Akhisar karşısında bu kadar kararlı başlaması ve daha ilk 20 dakika dolmadan iki farkla öne geçmesi, artık şampiyonluğa ne kadar inandığının çok açık ve çarpıcı bir örneğiydi.
İlk Galatasaray golünde Linnes ile Feghouli’nin sağ kanattan çok iyi bir organizasyonları vardı ama golde aslan payı, topa yatmakta geciken kaleci Fatih Öztürk’e aitti.
İkinci golde Rodrigues’in hızının, becerisinin ve vuruş ustalığının ne kadar önemli olduğunu gördük. Rodrigues’i her izlediğimde futbolda hızın ne denli önemli olduğunu bir kez daha anlıyorum. Akhisar erken şoka
Galatasaray, bildiğimiz, tanıdığımız, alıştığımız Galaasaray gibi başladı... Aslantepe’nin Aslan’ı gibiydi... Tıpkı bundan önceki maçlarda olduğu gibi... Bizi şaşırtan, hayal kırıklığına uğratan Beşiktaş oldu... Perşembeden pazara üç gün geçmişti ama sanki Beşiktaş bu üç gün içinde Kadıköy’den Aslantepe’ye gelememişti...
Oysa Aslantepe’de oynuyorsan, karşında Galatasaray varsa, bire bin katacaksın, pozisyonunu çok dikkatli alacaksın, fırsat yakalarsan “hovarda“ gibi harcamayacaksın.
Galatasaray çok iyi başlayıp, Beşiktaş tanınmayacak kadar kötü ve güvensiz başlayınca daha ilk dakikalardan oyunun Galatasaray’a döneceği belli oldu... Buna rağmen futbolun cilvesi Beşiktaş’a “Bir gol at, maça ve oyuna dön” diye bir şans tanıdı... Ancak Negredo çok net pozisyonda çok acemi bir vuruş yapınca Beşiktaş ayağına gelen bu fırsatı da tepti. Galatasaray golünün geleceği belliydi. Gökhan’ın aksadığı sağ kanatta önde Rodrigues, arkadan gelen Nagatomo ile Beşiktaş savunmasının dengesini yerle bir etti. Fernando golünde Nagatomo‘nun gerilerden bindirip savunmanın arkasına sarkarak topla buluşup asist yapması, futbolun ve maçın en çarpıcı hareketiydi...
Gol sonrası da fazla değişen birşey olmadı.
Alanya, ülkenin sadece “turizm cenneti” değil, Süper Lig’in de “deplasman cenneti...” Haftalar öncesinden düşmesi kesinleşen Karabük’ten sonra kendi sahasında en fazla puan yitiren, en fazla maç kaybeden, en çok gol yiyen ve en son sırada bulunan takım Alanyaspor...
Diyeceğim o ki, deplasmanlarda “cehennem” sıkıntısı çeken Galatasaray için Alanya deplasmanı bulunmaz bir fırsattı. Buna rağmen Muslera olmasa, Galatasaray yeni bir hayal kırıklığı ile İstanbul’a dönebilirdi.
Nitekim, maç başladı Alanyaspor cömert ev sahipliğini göstermekte gecikmedi. Gomis’in golünde kaleci Haydar mükemmel bir asist yaptı... Zaten ikinci golü Tzavellas kendi kalesine attı.
Galatasaray baktı ki Alanyaspor’un cömertliği sınır tanımıyor, “Ayıp olmasın, bir jest de ben yapayım” dedi. Fernandes golünde Galatasaray savunması kalabalıktı ve Alanyasporlu oyuncunun önünü üç Galatasaraylı oyuncu vardı. Buna rağmen Fernandes’in vuruş açısını kapatamadılar. Allah’ı var, Fernandes de bu ikramın hakkını verdi ve mükemmel bir gol attı.
Bu dakikalarda karşılıklı ikramlara katılmayan tek adam kaleci Muslera oldu. Savunmanın sallandığı ve Alanyaspor’un gelmeye başladığı dakikalarda önemli müdahaleler yaptı.
Galatasaray geri
Ne goldü öyle... Gerçekten ne goldü öyle... Nasıl tanımlasak acaba... ”Süper“ desek az, “mükemmel“ desek yeter mi... Göz kamaştıran olağanüstü bir goldü... Mariano’nun maçın ve belki de şampiyonluk yarışının kaderini değiştirecek bu golünü, FIFA şimdiden “yılın golü“ adayları için bir kenara yazsın... Mariano’nun kendi sahasından hızla çıkıp gelişi, önünü açışı, içeriye kaçışı ve sol ayağı ile topu doksana takışı kolay unutulmaz... Aslantepe tarihi yazılırken elbette çok gol yazılır ama bu gol başka türlü yazılır...
Benim anlamadığım Mariano maç boyu kopup kopup gelirken ve neredeyse her dakika içinde bir orta yaparken, Elia kendisini bir kez kovalamadı, hatta yalandan “refakat koşusu“ bile yapmadı... Abdullah Avcı gibi bir teknik taktik ustası Mariano’nun bu gelişlerine nasıl önlem almadı, inanılır gibi değil...
Aslında birinci dakikadan son dakikaya kadar Galatasaray’ın hak ettiği bir oyundu... Bir Fatih Terim klasiği olan “baskılı başlangıç“ ilk onbeş dakikadan sonra hızını ve etkisini azaltmış olsa bile maçın egemen tarafı Galatasaray‘dı... Mariano‘nun golüyle başladık ama, sol kenarda Nagatomo da mükemmel işler yaptı. Donk başlangıçta süpriz olarak yorumlandı ancak maçta
Son maçında Kayseri deplasmanında beş gol atıp geliyorsun, ama Kadıköy‘de maçına 500 seyirci daha fazla gelmiyor... Niye: Çünkü seyircinin umudu yok, seyirci bu futbolu reddediyor... Zaten kalan haftalar artık sayılı... Şampiyonluk kaçtı kaçıyor... ”Yıkılmaz kale“ denen Kadıköy, bu sezonun “puan cenneti“ oldu... Hadi, Kadıköy’de çok puan kaybettin, biraz futbol oyna, biraz coşku yarat, tribünleri bi oturt-kaldır da heyecan olsun... Bunların hiçbiri yoktu ilk yarıda... Fenerbahçe adına, futbol adına herşey “sıfır“dı... Nitekim devre de 0-0 bitti... Fenerbahçe çerçeveyi bulan şut atmadan, kaleci Karcemarskas yere yatmadan...
Ancaaak... Bu olumsuzlukların hepsi ilk 45 dakikada kaldı... Bu yarı sonundaki tepki ve Valbeuna’lı başlangıç işe yaramış olacak ki, ikinci yarıda çok daha farklı, çok daha hırslı, iştahlı, baskılı bir Fenerbahçe izlemeye başladık... Sahadaki görüntü zaten neyin olacağını, ya da olmayacağını çok açık gösteriyor. Nitekim ikinci yarının hemen başındaki “parlak“ başlangıç ve Giuliano’nun kaçırdığı pozisyon golün geç kalmayacağının habercisi gibiydi. Bu parlak başlangıç Skrtel golüyle “ektiğini biçmeyi” başardı... Bu golde top çizgiyi geçti mi geçmedi mi, günahı
Galatasaray’a bakıyorum... Başakşehir‘i, Beşiktaş‘ı tartıyorum... En iyisi Galatasaray... Artıları daha fazla olan Galatasaray, eksileri daha az olan gene Galatasaray... Üstelik futbol olarak, puan olarak yarıştığın iki takımın da önündesin ve yarıştaki bu iki rakibinle kendi sahanda ve seyircin önünde oynayacaksın... Puan farkı sende, futbol farkı sende, fikstür avantajı yine sende... “Zordur almak bizden kızı” misali, Galatasaray‘ın elinden bu liderliği ve avantajları almak zor gibi görünüyor. Gider Başakşehir, Beşiktaş Aslantepe‘de Galatasaray‘ı yener, o zaman başka... Ama Galatasaray şimdiye kadar Aslantepe‘de kaybetmedi ki... Bu hesapta bir başka...
Trabzon’un ilk onbirinde Sosa‘yı, Yusuf‘u, Abdülkadir‘i görünce “dişe diş” bir maç bizi bekliyor sandım... Oysa özellikle ilk yarıda çok kötü yanıldım... Galatasaray hızlı, hatta mükemmel başladı, Trabzonspor sadece kendini savunmaya çalıştı... ”Dişe diş” maç bir yana “tek kale“ maç oldu... Trabzonspor genelde deplasmanlarda kazanan takım ama “her kuşun eti” yenmiyor... Başlangıç ile birlikte yüklenen Galatasaray‘ın “hızlı hücumları“ Trabzonspor savunmasına yerleşik bir düzen alma fırsatını bile vermedi... Mariano, formayı