“Kadersizin işi, muhallebi yerken kırılır dişi“ demişler... Fatih Terim’in ifadesiyle zaten sahada “sakata gelen“ bir Galatasaray var... Takımın yapısını bile etkileyen bu kadar çok sakat varken, ister beğenin ister beğenmeyin, oyunun daha başında Belhanda‘nın sakatlanıp çıkması bu eksikliklere “tuz - biber“ ekti... Bitmedi, gene ilk yarıda faul mü, değil mi, belli olmayan bir pozisyonda Mariano sarı kartı yiyip Fenerbahçe maçında cezalı duruma düştü... Bu kadar sakat varken, bir cezalı deyip geçmeyin, çok etkiler... Galatasaray özellikle savunmanın merkezinde, yani stoperlerini her maç o kadar çok değiştiriyor ki, hatta maç içinde bile o kadar çok değiştirmek zorunda kalıyor ki, bu stoperlerin birbirleri ile uyum sağlamaları imkansız hale geliyor...
Nitekim Malatya‘nın ilk golü böyle bir uyumsuzluğun sonucu geldi... Donald’ın golüyle biten atakta Boutaib topu araya göstere göstere attı... Galatasaray stoperleri aralarından geçip giden topu ne kesebildi, ne de golü atan Donald’ı durdurabildi... Donald da, Allah’ı var, bir gol vuruşu ne kadar güzel yapılabilirse, o kadar güzel vurdu...
Genç stoper Ozan’ın son iki maçta yaptığı ikinci penaltı bu... Şanssızlık diyebilirsiniz,
Schalke, Alman Ligi’nde tehlike bölgesinde... Ama oynadığı Lig Bundesliga... Yani Alman ligi... Alman’ın gücünü, disiplinini, sağlamlığını ortaya koyan bir lig... Schalke, Alman Ligi’nde “can çekişse” bile, ülke dışına çıktığında doğal olarak bu ligin gücünü, dayanıklılığını, sağlamlığını kullanabiliyor. Her Alman takımının yaptığı gibi...
Açıkçası bunu bildiğimiz için Schalke’den Aslantepe’de sağlam bir direniş bekliyorduk. Ama kadrosu eksik olsa bile Galatasaray’ın oyun anlayışı olarak bu kadar eksik kalacağını hiç düşünmemiştik.
Kaleci Muslera’nın en az beş hayati” dokunuşu olmasa, ilk yarıda Linnes, ikinci yarının başında Ozan Tabak, boş kaleye giden topu çıkarmasa, hüsranla noktalanacak bir sonuç alabilirdik.
Özellikle ilk yarıda Schalke’nin defansımızın arkasına attığı toplar o kadar tehlike yarattı ki... Bir değil, iki değil... Koca bir devre boyu bu toplara bir türlü önlem alamadık. Konoplyanka sol kenarda oynuyormuş gibi görünse bile, her uzun topla içerde, yani merkezde buluştu ve her pozisyonda yüreğimiz ağzımıza geldi. Schalke ‘nin genç hocası Tedesco, bu Konoplyanka’yı nasıl çıkarttı, inanamadım. Konoplyanka’nın çıkışı Galatasaray için “Alman yardımı” gibi oldu.
Galatasara
“Ayağa değmedik taş, başa gelmedik iş olmaz” demişler. Galatasaray’ın başına gelen de tam bu... İlk 20 dakikada önce Serdar ile Feghouli’nin, 40. dakikada Fernando’nun sakatlanıp çıkması Galatasaray için kelimenin tam anlamıyla “kabus”tu. Buna rağmen Galatasaraylı oyuncular maçın 11’e 11 oynandığını adeta unuttular. Galatasaray daha ilk yarıda üç ağır darbe yemesine rağmen 11 futbolcuyla sahadaydı, Bursaspor da... Buna rağmen ilk yarıda gelen sakatlıklar Galatasaray’ı sanki moral olarak . Galatasaraylı oyuncular sahada eksik oynuyorlar gibi bir psikolojiye kapıldılar.
Maç yorumu yaparken, kötü bir alışkanlığımız var. Hep büyük takımlardan başlıyoruz. Kabul edelim ki, bu maçta kader ağlarını örmüş olsa bile aslan payı Bursaspor’un, daha doğrusu hocası Samet Aybaba’nındı. Kaleci Harun’u sattılar, genç Okan’ı oynatıyorlar. Ligin en iyi beklerinden birini, Aziz Behiç’i sattılar, Umut’a şans veriyorlar. Hele sağ önde oynayan Burak... O nasıl özgüven öyle... Henüz 18’inde... Dileriz gelişerek devam eder.
Bursaspor’a aslan payını verdik ama eksiklerini de söylemek lazım...
Aslantepe’de bırakın maçı, kolay puan kaybetmeyen Galatasaray karşısında 1-0’dan sonra maçı kopartıp alacak çok
Şu parasızlığın gözü kör olsun. Galatasaray’da para olsa Gomis gibi bir golcüyü satar mıydı? Porto’da bu kadar pozisyon yaratıp tamamında karavana atar mıydı? Bu kadar iyi oynayıp, bu kadar pozisyon yaratıp, eli boş döner miydi? Yazık oldu Galatasaray’a... Aslında o bile az... Yazık kere yazık oldu Galatasaray’a...
Porto sahillerinden Akdeniz sahillerine inince Antalya’da karşımıza başka bir Galatasaray çıktı. Geri dörtlüsünün üçünü değiştirdiği için değil... Porto’daki yüksek enerjiye dayalı maçtan sonra, şalteri indirip voltajı düşürdüğü için...
Düşünün, Şampiyonlar Ligi gibi “Devler sahnesinde”, üstelik Porto gibi bir takım karşısında en az beş net pozisyon yaratan Galatasaray, hayrettir Antalya karşısında özellikle ilk yarıda tek pozisyon bile, hatta “yarım” pozisyon bile bulamadı.
Antalya da maça öyle bir duvar kurarak başladı ki, aş aşabilirsen... Göbekte Diego, Celutska, Chiko gibi kuleler... Sağ kenarda Nazım Sangare, hemen önünde sahanın en iyilerinden biri Doğukan... Duvar sağlam, ataklar “cılız” olunca baskılı görünen oyun üretime dönmedi. Rodrigues, Onyekuru gibi “rüzgarla yarışan” oyuncular bu kez sanki “yürüme hızından” biraz daha hızlı gibiydiler. Orta alandan da
Futbolda özellikle bu sezon güzel şeyler oluyor. Belki küçük şeyler ama, etkili, anlamlı, uzun süredir görmediğimiz güzel şeyler...
Hafta içinde Çarşı Grubu bir açıklama yaparak, Fenerbahçe maçında kendilerine “medeni bir ortam” yarattığı için Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’a teşekkür etti. Galatasaray-Erzurumspor maçından önce baktım, Galatasaray tribünlerinde Ultra Aslan imzasıyla “Süper Lig’e hoş geldin Erzurumspor” pankartı... Üstünde de Erzurum’un simge sanatçısı rahmetli İbrahim Erkal’ın portresi... Bununla da yetinmedi Galatasaray seyircisi... Maç öncesi Erzurumspor takımını çağırıp alkışladı. Önemsiyorum bunları... Desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Yıllardır birbirimize yaptığımız kötülüklerden içimiz karardı. Bu sezon sanki aydınlık bir sezon gibi... Böyle küçük ama etkili, küçük ama anlamlı güzellikler, kararan, kuraklaşan ruhumuzda çok uzun süre sonra umutları yeşertiyor.
Baktık, başlangıçta bu güzellikler sahaya hiç yansımadı. Erzurumspor savunmasından çıkarken, oyun kurmaya çalışırken, kalecisi Sehiç dahil, o kadar büyük hatalar yaptı ki, bunlara “hata” değil, “ikram” demek daha doğruydu. Ama karşısında da bu sezonun en etkisiz başlangıcını yapan Galatasaray
Bir atasözünü değiştirerek işin yorumunu yapayım; “UEFA bir tiyatroya benzer... En kötü insanlar en iyi rolleri oynayıp en iyi koltuklarda otururlar.”
Gördük ki, UEFA Türkiye’nin sunduğu müthiş avantajlara rağmen bir kez daha haklının değil, güçlünün yanında yer aldı.
Lafı uzatmaya gerek yok. Elbette eksiklerimiz elbette risklerimiz vardı. Ama üç aşağı beş yukarı bizde hangi eksik hangi risk varsa aynı ihtimaller Almanya için de geçerliydi.
Almanya kamuoyu bu organizasyonu istemiyor. Statlar Almanya’nın adaylığını protesto eden pankartlarla dolup taşıyor. Oysa Türkiye yeni bir heyecan, Türkiye bu organizasyonu çok istiyor, Türkiye devletiyle, bütün gücüyle bu organizasyonu destekliyor.
Karadeniz, doyumsuz coğrafyasıyla, Gaziantep merkezli güney doğu, Urfasıyla, Mardiniyle tarih boyu gelip geçen kültürüyle, İstanbul tarihiyle, yaşamıyla, Akdeniz eşi benzeri bulunmayan doğasıyla dünyanın dört bir yanından gelecek futbol misafirlerini en iyi şekilde ağırlamak için sabırsızlanıyor.
Artık birbirinden güzel statlarımız var. Avrupa’da eşine az rastlanır otellerimiz var, toplu taşımacılığımız var. En önemlisi sınırsız bir konukseverliğimiz var. Diyorlar ki; Türkiye’de yeteri kadar demokrasi yok, özgürlük yok, ayırımcılık var, terör var. Almanya’da terör yok mu, toplumsal katliamlar yok mu, ırkçılık yok mu?
Galatasaray, Aslantepe’de oynadığında üç şeritli otobanda fırtına gibi uçan arabaya benziyor. Orta şeritten uçuyor, sağ kanattan uçuyor, sol kanattan uçuyor. Aslantepe’ye gelen rakipleri, yanlarından “Vınnn” diye gelip geçen Galatasaraylı oyuncuları görmekte bile zorlanıyorlar.
Ancak Galatasaray deplasmana gittiğinde otobandan çıkıp çakıllı, taşlı yola girmiş gibi sarsılıyor, sallanıyor, futbol adına sert bir fren yapıyor. Hem bireysel hem takım olarak hızının, hırsının, futbol kalitesinin çok ama çok gerisinde kalıyor.
Niye böyle oluyor, anlamak mümkün değil... Eğer Aslantepe’de Galatasaray’ı oynatan o müthiş seyirci ise, o zaman rolleri değişin. Siz tribünlere çıkın, seyirci sahaya insin...
Akhisar’da da benzer bir Galatasaray izledik. Aslantepe coşkusunun, hırsının, hızının, futbol kalitesinin çok gerisinde kalan bir Galatasaray... Rodrigues’e baktık, Aslantepe’de gazdan kalkmayan ayakları, Akhisar’da sürekli frene bastı. Üstelik penaltı atışı dahil, ayaklarının ayarı da ciddi anlamda bozuktu.
Onyekuru merkezde başladı ve ortalıkta pek görünmedi. Acaba Rodrigues bir kenarda, Onyekuru diğer kenarda oynayıp, gole yakın Sinan merkeze geçse acaba daha mı iyi olurdu?
Elbette sorun