-Galatasaray müthiş güvenli, Beşiktaş ürkek bir başlangıç yaptı. İlk on dakikanın görüntüsü böyleydi. Galatasaray kenarlardan zorlarken, Beşiktaş kendi ceza alanı çevresinde pas yapmakta ve topu uzaklaştırmakta büyük sıkıntı çekti.
-Sonrasında oyuna denge geldi. Beşiktaş kafayı kaldırdı, rakip alana doğru kendini attı. Ciddi bir tehlike yarattı mı derseniz, hayır... Sağda Lens hiç görünmedi, Ljajiç kayboldu, Burak iki stoperin arasında boğuşmak zorunda kaldı.
- İlk yarıda Gökhan arkasına iki defa Onyekuru’yu kaçırdı, iki çok net gol pozisyonu oldu, ikisini de Karius önledi. Allah’ın hakkı üçtür misali, üçüncü kaçırışında gol geldi.
- Golde taç atışını yanlış verdi diye Beşiktaş’ın hakem Bülent Yıldırım’a çok uzun ve ısrarlı itirazları oldu. Mariano’nun vuruşunda top, Caner’in ayaklarının arasından mı geçti, ayaklarına mı çarptı; Yıldırım’ın günahı boynuna ... Sanki top Caner’e çarpmadan Mariano’nun ayağından taca çıktı gibi... Yani gol öncesi taç yanlış verildi gibi...
- Bülent Yıldırım bu pozisyonda ister haklı olsun, ister haksız, maçı tek kelimeyle “Berbat” yönetti. Sarı kartlarının çoğu yanlıştı, taktir haklarının tamamını tek taraflı kullandı. Çoktan jübile yapması
Vodafone Park Stadı’nda bu sezon hiçbir takım, Beşiktaş karşısında bir maça Ankaragücü kadar “cüretkar” başlamadı. Hücumda Boyd, Orgill, sol kanatta Pinto, Sacko, sağ kenarda Kitsiou adeta Beşiktaş’ın başını döndürdü. Ama Ankaragücü takımı ne kadar iyi oyunculara sahip olursa olsun, Burak Yılmaz gibi “sıradışı” bir golcüye sahip değildi. Beşiktaş koca ilk yarıda rakip kaleye doğru dürüst bir defa gitti ve golü buldu. Burak Yılmaz’ın şutu, uzay üssünden Ay’a gönderilen füze hızıyla Ankaragücü ağlarına yapıştı. Unutulmaz bir gole daha imza atan Burak Yılmaz bu yarıda çok ciddi bir tehlike atlattı. Kulusiç ile mücadelesinde arkaya kadar uzanan elleri-kolları nedeniyle “sarı” kart görse cezalı duruma düşecek ve Galatasaray maçında forma giyemeyecekti. Sarı mı, değil mi elbette tartışılır. Tartışılmayacak olan Burak’ın bu pozisyondan ucuz kurtulmasıydı.
Burak golü attığında, Beşiktaş’a gelişini engelleyemeseler bile erteletenler acaba ne düşündüler. Bir pişmanlık yaşadılar mı, “Biz yanlış yaptık” dediler mi, meraktayım. Beşiktaş, Burak’lı bir dakikanın dışında, belki de ilk yarının tamamında Ankaragücü’nü durdurmaya çalıştı. Öyle ki, Ankaragücü’nün sağ kenar savunmacısı Kitsiou bile
Abdullah Avcı özellikle son haftalarda her maç sonrası “cebimiz dolu” diyordu... Eee ne oldu Hocam, cep boşaldı... Başakşehir daha 8 puan öndeyken yazıp söylemeye başladık... “Bakmayın bu 8 puan farka, bu futbol yetmez, hazıra dağ dayanmaz” diye... Nitekim aradaki fark artık sadece bir maçlık... Yani Galatasaray Aslantepe’de kazanırsa Başakşehir’e geçmiş olsun... 33. haftaya kadar elbette kayıplar olabilir ama, bu futbolla Başakşehir’in “banko kazanır” diyeceğimiz maçı yok...
Abdullah Hoca kendi yanlışları ile inatlaşmayı seviyor... Başakşehir santrforsuz oynamaya başladığı günden beri takımın etkisi, gücü, gol şansı ciddi anlamda azaldı... Buna rağmen bu anlayışından vazgeçmedi Hoca... Robinho iyi oynasa canım yanmayacak... Sivas’ta uçana kaçana vuran, gol atan, attıran Robinho, Başakşehir’de sanki yer yarıldı içine girdi... Buna rağmen takımda Adebayor, Demba Ba yer bulamıyor... Hazır değilseler, hazırlayın...
Elia koca sahada, 100 metrelik podyumda defile yapan mankenler kadar terlemiyor... Arda giriyor, nafile... Eski Arda değil... Premier Lig görmüş koca Clichy doğru dürüst tek orta yapamıyor... Emre, sinirli, öfkeli... Epureanu sakatlanıp gittikten sonra savunma anlayışı
Fatih Terim her sıkıştığında, umutların her darbe yediğinde, bir çıkış aradığında sürekli, “Galatasaray bitti demeden bitmez” ifadesini kullanarak takımın ve camianın hem umutlarını yeniden yeşertmek, hem moralini yükseltmek ister... Ben de buna bir ekleme yapmak isterim; Fatih Terim varsa, umut her zaman vardır... Bitime artık beş hafta var ve kayıp puan hesabına göre aradaki puan farkı beş... Belli ki Galatasaray son adıma kadar, son nefese kadar bu işi kovalayacak...
Aslında Galatasaray’ın beklediğinden de kolay bir ilk yarı oldu... İlk golü Kayserispor atmasına rağmen... Bu golü Kayseri attı ama ikramı N’Diaye yaptı... Bazen iyi niyet kötü sonuç veriyor... N’Diaye savunmasına yardım etmek adına, geri dörtlünün içine girdi, ancak Chery’ye öyle bir top bıraktı ki, Hollandalı oyuncunun asisti ile Kayseri golü geldi...
Dönelim Kayseri’ye; İstanbul’dasın... Galatasaray’ın karşısındasın, rakibin ikramı ile öne geçiyorsun, ancak sadece bir dakika bu avantajla oynuyorsun... Gerçi Galatasaray’ın beraberlik golünde de ciddi bir Lung hatası vardı... Kayseri kalecisi, Fernando’nun şutunu kenara tokatlayacağına, adeta merkezdeki Diagne’nin önüne asist yaptı... Diagne bir bölümü
Yeni yüzyılın 19. senesindeyiz... Bu yeni yüzyılın en kötü, en çaresiz, en sıradan kadrosu karşında... Kadıköy’de son galibiyetini eski yüzyılın son yılında almışsın... Yeni yüzyılda daha galibiyetin yok... Üstelik bu bitik, çaresiz, yetersiz Fenerbahçe ilk yarının son dakikasında bir eksik kaldı... Sen ikinci yarıda öne geçtin, buna rağmen kazanamadın. İnsaf...
Bu maçı kazanamazsan, nasıl şampiyon olacaksın, tarihi nasıl değiştireceksin... Fenerbahçe maçın ilk otuz dakikasında sahanın mutlak hakimiydi... Buna rağmen ne yaptı derseniz, en ufak birşey yapmadı, tehlike yaratamadı, pozisyona giremedi... Yaptığı tek şey, Galatasaray’ı kalesine yaklaştırmadı... İlk yarının son onbeş dakikasında Galatasaray sazı eline aldı. Ne yaptı derseniz, Galatasaray da birşey yapmadı. Ama en azından Hasan Ali’yi oyundan attırdı. Çaresiz Fenerbahçe’ye vurulabilecek en büyük darbeydi bu... Onu bile kullanamadı Galatasaray.
Kırmızı kartta hakem Ali Palabıyık bana göre haklıydı. Ancak kırmızı karta karşı olanlar Diagne‘nin topu henüz kontrol etmediğini ve kaleci Harun‘un topa yakın olduğunu ileri sürdüler. Bu tartışma sürer gider, anlayacağınız bu pilav daha çok su kaldırır.
İkinci yarıda doğal
Sıkça kullanırım ama çok önemli anlamlar taşıdığını düşünüyorum... “Öldükten sonra yaşamak istiyorsan, yaşarken ölümsüz bir eser bırakacaksın” demişler... Allah rahmet eylesin, Can Bartu, arkasından her zaman hatırlanacak izler bırakarak gitti...
“Sinyor Bartu” olarak anılırdı... Bu lakabı kendisine biz takmadık... Kendini beğenmiş İtalyanlar, çok beğendikleri, taktir ettikleri Can Bartu”ya taktılar... Yani Beyefendi, işinin ehli , centilmen, kibar, asil... Ne derseniz deyin... Kendi kuşağının İtalyanları Can Bartu’yu hiç unutmadı... Hep “Sinyor Bartu” diye anıldı.
Çocukluğumda Can Bartu’yu çok izlemişliğim vardır... Anlatılacak çok maçı var... Ama Fenerbahçe’nin Manchester City’yi o günkü adıyla Mithatpaşa Stadı’nda 2-1 yenip elediği maç, sanırım Can Bartu’nun çok önemli kariyer maçlarından biridir...
Özel hayatında olduğu gibi sahada da “zarif adam”dı... O günlerin bileğe kadar çamur olan sahalarında top tekniğinin zirvesine çıkardı... Sanki o günlerin ağır - çivili top ayakkabılarıyla değil, rugan pabuçlarıyla mücadele ederdi... Futbolu bile şıktı, zarifti...
Sonraki yıllarda yolumuz Milliyet gazetesinde kesişti... Ben toy bir muhabir olarak Milliyet’te
Başakşehir Türk futboluna anlaşılması pek de kolay olmayan yeni bir boyut getirdi... Başakşehir‘in futbolu keyif veriyor mu; açıkcası pek de vermiyor... Başakşehir rakibine baskıyı kurup, ezip bitiriyor mu; sahada öyle bir görüntüsü yok... Buna rağmen bakıyorsunuz, bütün istatistikler uzak ara Başakşehir‘in...
Daha bitmedi... Başakşehir‘in santraforu yok... Daha doğrusu santraforsuz oynuyor; her maçta golü var. Sadece Başakşehir‘in değil, bizim Süper Lig’in en iyi stoperi Epureanu sakatlığı nedeniyle haftalardır oynamıyor; buna rağmen gol yemiyor Başakşehir... Eee, santraforsuz oynayıp atıyorsan, en iyi adamının, yani stoperin Epureanu‘nun yokluğuna rağmen gol yemiyorsan, bütün istatistikleri alt-üst ediyorsan, bitime 7 hafta kala hala 6 puan öndeysen; helal olsun demek lazım...
Başakşehir, en yakın rakibi Galatasaray‘ın kazandığı bir haftada Konya karşısında çok zorlanmasına rağmen yine kazanmayı başardı... Dengeyi bozan golde, kaleci Serkan ciddi anlamda hatalı, ortada kalan topa da, Ali Turan ayağını 6 taksitte kaldırmaya çalışınca, daha çabuk davranan Mossoro takımını öne geçiren golü attı... Anlamadığım şu; Konyaspor’un atak yapması, pozisyon bulması, şut atması, gol
Maçın daha 18. dakikasında topla oynama oranları % 80-20 Galatasaray’daydı. Malatya geri dörtlüsünün önüne, ikinci hat olarak bir de orta sahasını çekmişti. Kenar adamlarını da buna katıp tam bir “Çanakkale geçilmez” yaptı. Malatya’nın niyetini sorgularken, Galatasaray’ın hevesini “pas” geçmeyelim. Malatya bu kadar çekilince, Galatasaray da topuyla tüfeğiyle rakip ceza alanı önünde ve çevresinde adeta “kamp” kurdu.
Diagne sadece ilk yarıda gol vuruşu yapabileceği tam beş topla buluştu. Hepsini dışarı attı. O sırada aklıma maç öncesi vefa ödülü alan efsane oyuncu Drogba geldi. Drogba üstündeki o şık ve pahalı paltoyu bir kenara atıp makosenleri ile sahaya dalsa gene bir-iki gol atıp çıkardı.
Neyse ilk yarının uzatmalarında gelen penaltı golü, ikinci yarının başlarında Emre’nin kafasının kendisine çarpmasıyla kazanılan ikinci gol ve son dakikadaki penaltı ile hat-trick yapması, Diagne için gerçek bir moral oldu. En önemlisi, golleri kaçırırken bile, seyirci bu kez ıslıklamadı, alkışladı. Ancak bu son dakika penaltısında topun başında Belhanda varken, seyircinin isteği üzerine penaltıyı Diagne’nin atması iyi de, Diagne’yi kazanalım derken, Belhanda’yı kaybederseniz, o kötü...
Linne