Sakaryaspor'dan 3 maçta gönderilen teknik direktör Abdullah Ercan, "Başkana bu takıma 6-7 kaliteli oyuncu yeter dedim, beni dinlemediler, tam 18 oyuncu aldılar, bunlardan sadece ikisini ben istedim" demiş.
İlginç... Pek rastlanır bir durum da değil... Sakaryaspor'un transfer yasağı vardı. Son gün açıldı ve Sakaryaspor yarım günde 18 futbolcu alıp belki de dünya rekoru kırdı.
Bu sırada Sakaryaspor takımı 22 futbolcu ile kamptaydı ve çalışmalarını sürdürüyordu. Son günde 18 futbolcu daha gelince, etti size 40 futbolcu...
Sakaryapor soğuk hava deposu mu? Ne yapacak bu kadar futbolcuyu... Kim izledi, kim önerdi bu futbolcuları... Bir günde "yangından mal kaçırır" gibi alınan bu futbolcular o kadar iyiyse, Sakaryaspor neden üç maçta bir puanda... Bu 18 futbolcunun kaçı ilk on birde oynuyor?
Unutulmasın, futbolcuyu alırken para veriyorsunuz, giderken kurtulmak için para veriyorsunuz. Sakaryaspor bu yanlış futbolcu transferlerinden az çekmedi. Buna rağmen akıllanmış, uslanmış görünmüyor. Aynı yanlışlar, aynı iş bilmezlikler artarak ve hızlanarak
Galatasaray, Süper Lig’de son maçında Kasımpaşa karşısında ne oynadıysa Şampiyonlar Ligi’nin ilk maçında Brugge karşısında da aynı futbolu oynadı. Galatasaray hızını, hırsını, hevesini ve futbolunu fazla değil, biraz ileri taşıyabilse, bu Brugge’ü güle eğlene yenip gelirdi. Neyse, grup üçüncülüğünün bu kadar önemli olduğu bir ortamda, Fatih Terim’in deyişiyle “yenemiyorsan yenilme” anlayışı fena değil... Yani hesap-kitap işine girince, gene de yetmez ama evet... Hele
Muslera’nın önlediği iki müthiş tehlikeyi düşününce...
Galatasaray maçın son on dakikası dışında maalesef kadronun, kalitenin hakkını veren bir futbol ortaya koyamadı. Özellikle Şampiyonlar Ligi’nde alıştığımız Galatasaray’ın gerisindeydi. Allah’tan karşısında gerçekten “sıradan bir takım” görüntüsünün dışına çıkamayan Brugge vardı.
İlk yarıda Nagatomo arkasına o kadar çok adam kaçırdı ki, Fatih Terim’in “Bana sol bek lazım” diye feryat edişi aklıma geldi. Hayret, bu kadar
Falcao eli belinde rakip ceza alanı içinde bekleyen “beleşçi” golcülerden değil... Geziyor, ekiyor, biçiyor... Rakip ceza alanına da giriyor, savunmasına yardım etmek için kendi ceza alanına da... Rakip yarı alanda sağa, sola, ortaya, her yeri dolaşıyor.
Bencil değil, takım oyununa saygılı... Bu kadar hareketli santrfor olunca, elbette rakip savunmanın “yerleşik düzeni” de bozuluyor. Üstelik Monaco da tiyatro kıvamında maç izleyen 3 bin seyirci önünde oynarken, Aslantepe’de 50 bin duygulu, tutkulu taraftar önünde oynayacak. Galatasaray’ın uğraştığına değdi, çok iş yapar.
Lemina’yı tanımlarken “Ya ölür, ya öldürür”, diye rakibi önünde mücadeleden asla yılmayacağı çok vurgulandı. Gördük ki, Lemina sakatlanıp çıktığı kısa süre içinde sadece oyunu ve rakibi bozan değil, oyunu kuran ve oynayan bir oyuncu özelliği olduğunu da gösterdi. Hem savunma, hem hücum... Sanki iki yönlü... Yerine giren Ömer Bayram... Eğer Galatasaray on birinde “İsimler değil,
Vay vay vay. Dünya şampiyonu olsan böyle başlayamazsın... Fenerbahçe maça sanki “iştah şurubu“ içip çıkmış gibiydi... Şimdiye kadar rastlanmayan bir coşku, tempo, her yerde baskı, rakip savunmanın arkasına atılan ve golle burun buruna getiren paslar, kusursuz bir pas trafiği, tutkulu bir oyun... Ne ararsanız Fenerbahçe’de hepsi vardı... Öyle ki Fenerbahçe 15. dakikada 1-0 öne geçtiğinde, Trabzonspor daha Fenerbahçe ceza alanına girmemiş, girememişti... Üstelik bu ilk çeyrekte Fenerbahçe adına kaçan, kaleci Uğurcan‘ın kurtardığı çok iyi iki pozisyon daha vardı...
- Trabzonspor büyük takım... Maçın abartısız 80 dakikasını Fenerbahçe, bazı bölümlerde de bunaltıcı bir baskı kurarak oynadı, Trabzonspor geride kalan 10 dakikada başrolü kaptı... Fenerbahçe 80 dakikada ancak bir gol bulurken, ilk yarının ortalarında dengeyi kuran Trabzonspor’a golü bulması için 10 dakika yetti. İddia ediyorum, Fenerbahçe’nin bu baskısından hiçbir takım skoru dengede tutarak çıkamazdı.
Bu işte bir yanlışlık var ama ben daha çözemedim. Galatasaray geçen yıl devre arasında Luyindama ile Marcao’yu aldığında, “Allah... Bu stoperleri nereden buldular” diye alkış ve övgü yarışına girmiştik. Ama adamların yarım devrede makyajı bozulup cilası döküldü. Bu sezon bir maç Marcao, bir maç Luyindama... Bir maç Marcao, bir maç Luyindama... El ele verdiler, “ölümcül hata” yarışına girdiler. Her maçta biri nöbete geçiyor. Her maçta biri Galatasaray’ı resmen yakıyor. Sonra ayıkla pirincin taşını...
-Aslında maçın tamamında Galatasaray daha baskılı olan taraftı. Ama oynuyorsun oynuyorsun, bir hata yapıyorsun, insan değil, “taş duvar” olsan yıkılırsın. Galatasaray bu yarışı götürecekse, savunmasına ve orta alanının kırılganlığına bir çare bulması lazım... Sadece bu değil; iki bek Mariano ile Nagatomo hücumda göz kamaştırıyor da, savunmada “açık kapı” gibiler. Gelen geçiyor... Kapıyı çalma ihtiyacını bile hissetmiyorlar!
-Belhanda oynarsa eleştiriliyor,
Galatasaray’ın karşısına çıkacak takımın hocası olsanız, elinize rakibin kadrosu geldiğinde çekinir, hatta ürkersiniz. Kabul edelim ki Falcao gelse de, gelmese de Süper Lig’in en güçlü kadrosu Galatasaray’da... Ama bu kadro adının, gücünün, yeteneğinin hakkını veriyor mu derseniz, hayır vermiyor. En azından şimdilik vermiyor. Zaten verse, lige iki maçta bir puanla başlar mı?
-Kendinizi Konyaspor’un sol beki Ferhat’ın yerine koyun. Karşısında ele-avuca sığmayan Emre Mor var. Emre tehlikesini savuşturuyor, bu defa Feghouli’yi karşısında buluyor. Feghouli gidiyor, gerilerden Mariano kopup geliyor. İnsanın başı döner, sarhoş olur, dağılır. İşte Galatasaray’da rakibi, rakip oyuncuyu darmadağın edecek bir kadro var ama henüz “icraat” yok.
- Nzonzi gelince, Seri biraz daha öne çıktı, biraz daha göründü. Ama “Barcelona, bonservisi için 50 milyon euro verdi” denilen adam mı derseniz, asla değil... Bu konuda birileri bizimle dalga geçmiş olmalı... İkinci yarıda Jevtoviç’e basışı da VAR’a gitmeden
Fenerbahçe’nin son dakika golü gelince, benim de aklıma Ersun Yanal’lı son şampiyonluk geldi. O şampiyonluk yılında Fenerbahçe kaç tane maçı son dakika golleri, hatta uzatma dakikalarında attığı gollerle kazanmıştı. Başakşehir karşısında sıkıntılarla geçen bir doksan dakikanın ardından, uzatmada gelen galibiyet golü, Fenerbahçelilere daha sezonun başında “Acaba yeniden mi?” hayalini ve hedefini yaşatmaya başladı.
* İyilerden başlayalım. Vedat Muriç müthiş... Her hava topunu alıyor... Çok çalışıyor... Ayağındaki topu kaptırmıyor. Her rakip atakta savunmasına yardım ediyor. Golleri atıyor. Ayağıyla, kafasıyla değil, kalbiyle oynuyor, yüreğini ortaya koyuyor. Ben yakın zamanda bir futbolcunun kendisini bu kadar geliştirdiğini görmedim.
* Gene Emre, gene Emre... Adam “antika” gibi... Yıllar geçtikçe, adam eskidikçe daha değerleniyor, daha da kıymete biniyor. Helal olsun... Elbette Ozan Tufan... Yeni transfer gibi... Orta sahadan sağ beke geçti, hiç sırıtmadı, takımın en iyi birkaç adamından biriydi. Geçen hafta 20
Bizim ligde ilk 20 dakika içinde aynı takıma üç penaltı çalınması pek görünür bir şey değil... Arda Kardeşler ilk penaltıyı çalmasa bir şey demem. Hatta daha doğru olurdu. İkincisi tartışmasız penaltı... Üçüncüsünde elle buluşma var mı, yok mu, elli defa izle çok belli değil... Gühahı da, sevabı da VAR‘ın boynuna...
Takımda Alman liginde bugüne kadar penaltı kaçırmayan Max Kruse var. Türkiye Süper Ligi’nin ustası Emre var. Topun başında Moses... Öyle yavaş vuruyor ki, kaleci köşeyi anladı mı gol olma şansı sıfır... Sanki mahalle maçında çocuğun koruduğu kaleye penaltı atıyorsun. Daha bir hafta önce Süper Kupa finalinde gördük. Eloğlu penaltının başına geldi mi, kalecinin gözünün üstüne çakıyor.
- Fenerbahçe maça çok iyi başladı. Hemen diyeceksiniz ki “karşısında rakip mi vardı.” Doğru Gazişehir diye bir takım yoktu. Zaten bu görüntü ile devam ederlerse kusura bakmasınlar, geldikleri gibi giderler. Ama biz geçen yıl ne maçlar, ne