Geçen cuma aynı başlık altındaki yazımızda, koronavirüs salgınının etkisiyle siyasi alanda nelerin değişeceğini, nelerin değişmeyeceğini incelemiştik.
Şimdi, koronanın etkisiyle, günlük yaşamda nelerin değişip nelerin değişmeyeceği konusunu ele alalım.
Bu listedeki belli başlı maddeleri kısaca şöyle özetleyelim:
- ÇALIŞMA DÜZENİ: Korona krizi birçok iş yerinin eve taşınması zorunluluğunu yarattı. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kısa zamanda “evden çalışma” sistemi yaygınlaştı. Bu yenilik genelde tuttu; korona sonrasında da devam edebilir fikri güç kazandı. Hatta şimdiden birçok şirkette buna göre ileriye dönük projeksiyonlar yapılmaya başladı...
Evet, çalışma düzenindeki bu yenilik, “değişebilir” listesinin başında geliyor. Ancak... Uzmanlara göre, bu her türlü iş için söz konusu olamaz. “Evden çalışma”, örneğin bir fabrika, bir çiftlik, bir hastane, bir okul, bir banka için düşünülmez. Bu kısmen mümkün olsa bile... Bu ve benzeri iş yerlerinin bazı
Bugün MİLLİYET’in kuruluşunun 70. yıl dönümünü kutlamanın mutluluğunu ve gurunu yaşıyoruz.
Herhangi bir kurum için varlığının 70. yılına ulaşmak önemli bir başarı sayılır. MİLLİYET için bu süreç, kurum açısından bir başarı öyküsü, okuyucular için bir tutku veya alışkanlık, çalışanlar bakımından da heyecan verici bir serüvendir...
Bu 70 yılda MİLLİYET, Türk basınında etkin ve saygın bir yer almış, yakın Türk ve dünya tarihinin canlı tanığı ve belli başlı olayların güvenilir referans kaynağı olmuştur.
MİLLİYET bu süreçte, sıradan bir gazetenin ötesinde, çeşitli alanlardaki kamusal projeleri, fiili katkıları ve ulusal sorunlar hakkında yapıcı görüşleriyle geniş ilgi toplayan roller üstlenmiştir.
***
MİLLİYET’in bu mutlu gününde, hoşgörünüze sığınarak, bu 70 yıllık yolculuğuna 66 yıl boyunca katılan ve halen de yazılarıyla çalışmaya devam eden bir “duayen” olarak bazı anı ve düşüncelerimi sunmak istiyorum.
Bu kişisel parantezi açmamızın sebebi, basında ve genelde diğ
Geçen salı günkü yazımızda, Türkiye’nin yeni bir dünya düzeninin kurulmasında aktif bir rol oynamak niyetinde olduğunu ve bu amaçla Ankara’da uluslararası camiaya sunulacak “somut teklifler”in üzerinde çalışıldığını yazmıştık.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “Milliyet”e bu konudaki açıklamasında, halen mevcut düzendeki bozuklukları saymış ve bu bağlamda örnek olarak kapitalizmin çökmekte olduğunu, büyük güçlerin dahi birer “kâğıttan kaplan” durumuna düştüğünü, BM’den AB’ye kadar birçok uluslararası kuruluşun işe yaramaz hale geldiğini söylemiş, artık yeryüzünde günümüzün ihtiyaçlarını karşılayacak daha adil bir düzen kurulmasını gerektiğini belirtmişti.
Aslında yeni bir düzenin kurulmasına yönelik çalışmalar yapılırken, nelerin değişebileceğini veya nelerin değişemeyeceğini iyi hesaplamakta ve yeni stratejileri buna göre belirlemekte yarar vardır...
***
Mevcut düzendeki aksaklıklar karşısında yeni
İsmet İnönü’nün “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de bu dünyada yerini bulur” sözü, Türk milletinin belleğine yerleşen önemli bir öngörüdür.
1964’te, Kıbrıs olayları nedeniyle, ABD’den Türkiye’ye karşı gelen tehdit ve baskılar karşısında, dönemin Başbakanının kullandığı bu cümle, yıllar sonra değişik iktidarlar zamanında da bir vizyon ve ilham kaynağı olarak görülmüştür.
Son dönemde, özellikle dünya konjonktüründe ve jeostratejik güç dengesinde görülen değişiklikler ve Erdoğan yönetiminin yeni dış politika yönelimleri, İnönü’nün bu meşhur cümlesini güvenilir bir referans olarak gündeme getirmiştir. Özellikle son aylarda koronavirüs salgınının etkisiyle yeni bir dünya düzeninin kurulmakta olduğuna dair yeryüzünde hâkim olan genel kanaat, Türkiye’nin bu yeni dünyada yerini bulması zamanının geldiği inancını güçlendirmiş bulunuyor.
Nitekim son yapılan bir açıklama, hükümetin bu
Koronavirüs salgınının yeryüzünde yayılmaya başladığı günden itibaren, çeşitli dünya meselelerinin yol açtığı krizler ve gerginlikler geri plana düştü, hatta neredeyse unutuldu.
Artık bütün insanların, gece sürekli meşgul olduğu tek konu, korona afetidir. Zira bu, her şeyden önce bir hayatta kalma (“survival”) mücadelesidir.
Bu arada korona öncesi döneminde yaşanan uyuşmazlıklar ve çatışmalar artık eski ilgisini kaybetti. Koronavirüsün tüm insanlık için oluşturduğu tehlike karşısında, uluslararası platformda, Suriye’den Yemen’e, Kuzey Kore’den Venezuela’ya, Doğu Akdeniz’den Basra Körfezine kadar, küresel ve bölgesel askeri ve siyasi tehditler liderlerin ve sıradan insanların gündeminden düştü.
***
Türkiye için de durum aynı: Türk yetkililer ve Türk kamuoyu da haftalardır gece gündüz koronavirüse karşı mücadele tedbirleriyle uğraşıyor. Daha önce bütün dikkatlerini toplayan dış meseleler konuşulmaz, tartışılmaz oldu. Aslında bu dış meselelerin
Birkaç haftadır bu köşede hep koronavirüs salgınının korkutucu, moral bozucu, can sıkıcı yanlarını yazıyoruz. Maalesef ortaya kapkara bir tablo çıkıyor. Virüsten olduğu kadar travmasından da korunmak ayrı bir çaba ve başarı gerektiriyor.
Peki, bu kara tablonun içinde insanı azıcık rahatlatacak, moralini yükseltecek, mücadelesine güç katacak bazı umut ışıkları yok mu?
Bugün, köşemizde farklı bir bakışla bazı son gelişmelerle ilgili iki üç örnek vermek istiyorum.
“Oh, nefes alabiliyoruz”
İlk örnek, “hava” ile ilgili.
Korona belası dünyayı sardıktan sonra “iklim değişikliği” denilen diğer bir belanın hızı kesildi. Otomobiller, uçaklar, bilumum motorlu araçlar faaliyetlerini kısıtladıkları ya da tamamen kestikleri gibi fabrikalar, çeşitli iş yerleri de aynı şekilde çalışmalarına son veya ara verince, atmosfere karışan karbondioksit, yani o zehirli gazlar da adam akıllı azaldı.
Özellikle hava kirliliği had safhada sayılan Beijing’den Yeni Delhi’ye, New York’tan Atina’ya kadar birçok
Koronavirüs salgını dünya genelinde insan sağlığını ve yaşamını ciddi boyutlarda tehdit ettiği kadar, ekonomiden siyasete, her türlü faaliyeti de kökünden sarsıyor.
Korona sonrası dönemde çok şeyin değişebileceğine dair yapılan öngörülerle ilgili ilk işaretler ortaya çıkmaya başladı bile. Bu illetin başlıca özelliği de uzak yakın, zengin fakir, güçlü zayıf, hiç fark gözetmeden bütün insanlığı hedef alıp sinsice ortaya çıkmasıyla birlikte, hızla dünyanın her yerine son süratle yayılmış olmasıdır. Virüsün hedef alıp öldürücü veya yıkıcı etkisini gösterdiği birçok alandan biri de siyasettir, yani ülkelerin başındaki iktidarlardır, hatta rejimlerdir.
Koronanın doğum yeri olan Çin’de hızla toparlanma gayreti görülürken, Batı’da ve özellikle birçok ileri Avrupa ülkesinde çaresizlik ve bocalama havası devam etti, on binlerce insan öldü, milyonlar kendini karantinaya almak zorunda kaldı, bu arada günlük yaşam koşulları altüst oldu,
Uluslararası dayanışma çağrılarının pek etkili olmadığı şu korona krizi ortamında Türkiye’nin yakın veya uzak, dost ya da hasım birçok ülkeye ihtiyaç duydukları tıbbi malzeme yardımında bulunması, yurt içinde ve dışında bir hayli ilgi topladı.
Dışarıdan özellikle yardım alan ülkelerin liderlerinin Türkiye’nin bu jestini öven ifadeleri, dikkat çekici. İçeride de, Türkiye’nin bu örnek davranışı bir gurur vesilesi oluşturmakla beraber, bu yardım politikasının yararı sorgulanıyor.
Bu bakımdan Ankara’nın korona krizinde birçok ülkeye yardım elini uzatmasının nedenlerini ve olası sonuçlarını daha yakından incelemekte yarar var.
Önce şunu belirtmek gerek: Korona salgını yayılmaya başladığı andan itibaren, Türkiye kendi inisiyatifiyle, adeta bir dış yardım seferberliğine girişmiştir. Bu yardımların acil şekilde ulaştırılması için de askeri kargo uçakları kullanılmıştır.
İhtiyaca göre çeşitli tıbbi malzeme gönderilen ülkelerin bir kısmı İtalya, İspanya, İngiltere gibi müttefikler. Bir kısmı Bosna-Hersek,