Türkiye’nin misafir ettiği yabancı göçmenlerin bir başka ülkeye gitmelerine şimdiye kadar uyguladığı engeli kaldırma kararını vermesinin nedenini anlamak zor değil. Yeter ki böyle bir istek olsun...
Ankara aylardan beri dünyaya ve özellikle dostlarına seslenip duruyor: Türkiye şimdiye kadar 3.7 milyonu Suriyeli olmak üzere 4 küsur milyon yabancı sığınmacıyı kendi öz imkânlarıyla barındırdı. Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin bu alanda Türkiye’ye mali destek vaadi hızla yerine getirilmedi. Yani insani sorunun yükü Türkiye’nin omuzlarında kaldı...
Ankara isteseydi (ki bu istek kamuoyunun bir kesiminden de geliyordu) bu göçmenlerin Avrupa’ya gitmelerine yardımcı olabilirdi. Ama bunu yapmadı, AB ile imzaladığı anlaşmaya uyarak bu sığınmacıları kendi topraklarında tuttu.
Ne var ki İdlib’den kaçan bir milyondan fazla Suriyeli Türk sınırına yığılınca, Ankara yeni bir mülteci akını baskısı altında kaldı ve sığınmacılar için Avrupa’nın yolunu açtı. Bunun hızla kitlesel bir göç hareketine yol açması karşısında, başta Yunanistan ve Bulgaristan olmak üzere, Avrupa ülkeleri büyük paniğe düştü. Komşu ülkeler sınırları kapayınca da tampon bölgede toplanan yüz binin üstündeki göçmen bir insanlık trajedisi yaşamaya başladı.
***
Bu durum karşısında şimdi AB’siyle, BM’siyle, uluslararası camia ne yapacak? Bu kez maddi manevi sorumluluğu paylaşacak mı? Yoksa gene krizi lafla geçiştirmeye mi çalışacak?
Bunu önümüzdeki günlerde daha iyi anlayacağız. Ancak bu kez Türkiye’nin sığınmacılarla ilgili tüm sorumluluğu tek başına yüklenemeyeceği, diğer ülkeleri de zorlayacak adımları atmakta tereddüt etmeyeceği açık.
Bununla beraber, göçmenler meselesinin Türkiye için de bir açmaz olarak gündeminde kalacağı, bunun uluslararası ilişkilerini de sarsan sonuçlara yol açacağı söylenebilir.
Mülteciler derken, genelde Suriye’den gelenler anlaşılır. Suriye krizinin başında “açık kapı” siyasetiyle o ülkeden kaçanlara kucak açan Türkiye, öngöremediği ağır bir sorunu üstlenmiş oldu. Türk misafirperverliği ve şefkati mülteciler için adeta özendirici bir faktör oldu, Türk yetkililer başta bunu gururla dile getirdiler, ama sonradan rakamlar ve sorumluluk büyüdükçe, işin ciddiyetini kavradılar. Sonuçta Suriye sınırı kapatıldı ve hatta duvarla çevrildi. Bugün de İdlib’den kimse bu sınırı aşamıyor, ona yakın Suriye topraklarında kalıyor. Yani bu durumda Türkiye’nin mültecilere “giriş kapısı” kapalı, “çıkış kapısı” ise açık!
***
Şimdi Türkiye’yi terk etmekte olan mültecilerin bir kısmı bir süreden beri zaten Türkiye’de yaşayan Suriyeliler, bir kısmı da Iraklı, İranlı, Afgan, Pakistanlı, Bangladeşli, hatta Afrikalı...
İlginç olan husus, bu insanların esas gidiş destinasyonu olarak Almanya, Fransa, gibi Batı Avrupa ülkelerini seçmeleridir. Kendilerine kucak açan, yakınlık gösteren Türkiye’yi ilk fırsatta bırakıp, hayallerindeki o ülkeleri (üstelik İslam fobi rüzgârlarının estiği bir ortamda) tercih etmeleri gerçekten düşündürücüdür.
Diğer düşündürücü bir husus da, mülteci meselesinde destek için hep (ve sadece) AB ülkeleri ve ABD’nin zikredilmesidir. Sormak lazım: Zengin Arap ülkeleri neden bu mültecilere kapılarını açmıyor, yardım için bir mekanizma kurmuyor. Aynı şekilde Rusya’dan Çin’e kadar dünyanın büyük güçleri, neden bu alanda bir iş birliği içinde değiller?
Keşke şimdiki olay, bu konuda yeni bir anlayış ve daha geniş bir dayanışma için fırsat sayılsa...