Yerebatan Sarnıcı geçirdiği restorasyon sonrasında geçtiğimiz günlerde açıldı. Açılmasıyla birlikte birçok tartışmaya da neden oldu.
Öncelikle 1500 yıllık sarnıcın girişi dikkat çekiyor. Var olan taş cephe nedenini anlayamadığım bir şekilde alüminyum kaplama ve otomatik kapıyla değiştirilmiş. 1500 yıllık bir sarnıca mı giriyorsunuz iş merkezine mi anlamak zor. Yerlere göklere sığdırılamayan bu restorasyonun en fazla eleştirilen yönlerinden biri bu. Bu eleştiriyi yapmak için uzman olmaya gerek yok.
Sarnıcın içine gelirsek önceki İBB yönetimi döneminde başlayan proje bence başarılı bir şekilde uygulanmış. Daha önce de planlandığı gibi sarnıcın yürüyüş alanı genişletilmiş, bu da alanın heybetini ve ihtişamını daha iyi anlamaya yardımcı oluyor.
Sarnıcın açılışıyla birlikte sanatseverleri beklenmedik bir sürpriz karşıladı. Sarnıç artık, daha çok çağdaş sanat eserlerine ev sahipliği yapacak olan bir galeri işlevi de sağlayacakmış. Yerebatan Sarnıcı’nın, yenilenmiş hâlinin bu tarz bir galeri işlevine sahip olması bence birçok açıdan sakıncalı.
Yıllar boyunca Yerebatan Sarnıcı bazen sergi bazen İstanbul Bienali olmak üzere çok kez sanat eserlerine ev sahipliği yaptı. Bu sergilerde dikkatimi çeken husus sarnıcın yapısıyla uyumlu bir hâlde sergilemelerin yapılmasıydı. Yenilenme öncesinde sarnıcın kısıtlı bir alanı gezilebiliyordu. Böylece sanat eserleri devasa yapının içinde “kaybolmuyordu”. Şu anki düzenleme ve eserlerin yerleşimine bakınca eserler adeta görünmez bir hâlde. Aralarda karşımıza çıkıyor. Böyle bir sergileme yöntemi küratöryel olarak bence yanlış. Çeşitli vesilelerle, örneğin İstanbul Bienali, Yerebatan Sarnıcı sanat eserlerine ev sahipliği yapabilir ama her altı ayda bir yenilecek şekilde sergilere ev sahipliği yapacak olması bence yanlış.
Restore edildikten sonra sadece sanat eserlerinin sergilenmesine tahsis edilen bir sarnıcı vardı İstanbul’un: Şerefiye Sarnıcı. Ekrem İmamoğlu yönetimi gelene kadar da bu fonksiyonunu başarılı bir şekilde sürdürmüştü. Yanlış hatırlamıyorsam Süleyman Saim Tekcan’ın “Atlar, Hatlar ve Süleymannâme” başlıklı sergisiyle açılan sarnıçta Dinçer Güngörür, Ahmet Nejat, Aysun Sandıkçıoğlu gibi isimlerin sergileri yer aldı. Hüsamettin Koçan ve Nisan ayında kaybettiğimiz Balkan Naci İslimyeli sergileri ise planlandığı hâlde işbilmezliklerden dolayı gerçekleşemedi. Balkan Naci İslimyeli bu mekânda sergilenmek üzere üreteceği heykeller ise yapılamadı. Bütün bu sergileri planlayan ve düzenleyen küratör Mehmet Lütfi Şen ise artık İBB’de çalışmıyor.
Bugün Şerefiye Sarnıcı artık ücretsiz değil. Sanat bazı özel günlerde düzenlenen konserler hariç kapı dışarı edilmiş durumda. Gün içinde uygulanan video gösterimleriyle sanatla değil teknolojiyle bir arada. İstanbul’un tarihinde, Yerebatan Sarnıcı’ndan yaklaşık bir asır önce inşa edildiği göz önünde bulundurulursa, eşsiz bir yere sahip bu mekânda yer alan video gösteriminde ise mekânla ve İstanbul’la alakalı olmayan kısımların da yer aldığını görmek son derece üzücü.
Elinde sadece çağdaş sanata ayrılmış, yeni restore edilmiş Şerefiye Sarnıcı gibi son derece önemli bir mekân varken Yerebatan Sarnıcı’nın sanata ev sahipliğiyle önplana çıkartılmaya çalışılmasını anlamak zor. Ayrıca sergide yer alan eserlere, sanatçılara, bu sanatçıların nasıl bir seçkiyle, kim tarafından bir araya getirildiğini öğrenmek için internette kısa bir araştırma yaptığınızda bir sonuca ulaşmanız imkânsız. Bu da Ekrem İmamoğlu yönetimindeki İBB’nin sanata verdiği önemin bir göstergesi.