Mazlum Abdi ile Ahmet Şara arasında Şam’da imzalanan anlaşma aslında bir sonuç değil bir irade beyanı olarak değerlendirilebilir. İmza konulan metin Şara’nın Suriye’deki diğer silahlı gruplarla imzaladığı metinlerden çok da farklı değil.
Metne dair YPG ve siyasi kanadından gelen olumsuz açıklamaların sebebi, tabanı kazanımlar elde edildiğine ikna etmek. Gerçekte Abdi, içerisinde bakanlık sayılarının da olduğu bir anlaşmaya imza atmak istiyordu. 20 Şubat’tan beri imzalanacağı söylenen metinde bu yönde talepler vardı.
Ankara imzalanan metne ihtiyatlı iyimserlikle bakıyor. Metinde yer alan 9 aylık geçiş sürecinin yanına bir soru işareti konmuş durumda.
Yine Ankara için bu metnin samimiyet sınavı omurgasını YPG’nin oluşturduğu birliklere Şam’dan komutanlar atanması. Bu ilk adım geldiğinde varılan mutabakat daha da ciddiye alınacak gibi duruyor.
Ankara, SDG içerisindeki YPG unsurlarını 20 bin kişi olarak hesap ediyor. Bu da kurulacak Suriye Ordusu’nun yaklaşık yüzde 10-15’i büyüklüğüne denk geliyor. Ordunun 3’te birinin YPG’den oluşacağı iddiası doğru bir iddia değil. SDG içerisindeki Arap aşiretlerinin bir kısmı şimdiden yapıdan ayrılmış durumda.
Türkiye bu anlaşmayı ajanslardan öğrenmedi. Sadece Şam ile olan iyi ilişkiler değil, sahada ABD ile daha önce benzeri hiç yaşanmamış bir diyalog süreci ilerletiliyor. YPG’nin metne imza koyması konusunda Washington’ın baskı ya da motive edici olduğunu söylemek mümkün. Türkiye, YPG ile bir pazarlık sürecinin tarafı olmayı kabul etmediği için arabuluculuk görevini ABD üstlendi demek de hata olmayacaktır.
Ankara, İmralı’dan gelen çağrının YPG’yi de kapsadığı konusunda son derece kararlı. Ortaya çıkan yeni durum, bu bakışı değiştirmiyor. Sahadaki askeri güçlerin pozisyonunda bir değişiklik yok, birlikler etrafında risk yaratan silahlı her unsura müdahale aynen devam edecek. Suriye Milli Ordusu’yla, SDG arasındaki çatışmaların sürdüğü Tışrin barajının kontrolünün de Şam yönetimine devredilmesi bekleniyor.
Şu an gelinen noktada Türkiye’nin aleyhine bir durum yok. Konunun Türkiye’nin beklentilerine uygun gidip gitmediğini uygulamalar gösterecek. Bu süre zarfında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye Ordusu’na eğitim ve donatım konusunda rehberlik etmeye başlayacağını söyleyebiliriz.
Suriye'deki Barzani'ye yakın olan ENKS'nin anlaşmadan haberinin olmadığını açıklaması doğru olabilir. Sahip oldukları güç, anlaşmanın uygulanmasını bozabilecek nitelikte bir güç değil.
Ankara, Suriye’deki yeni düzeni ve imzalanan mutabakat metni çerçevesinde atılacak adımları bozmak isteyecek yerel ve uluslararası güçler olduğunun farkında. Sahada ve diplomaside hazırlıklar bu senaryoları da kapsayacak şekilde yapılıyor.
Suriye Milli Ordusu’nun Şam’a entegrasyonu da dikkatle takip ediliyor. Sultan Murat tümeni komutanlarından birinin Şam’da Genelkurmay Personel Başkanlığı’na atanması Ankara tarafından memnuniyetle karşılandı.
Türk Silahlı Kuvvetleri sadece Suriye sahasında değil Avrupa’nın güvenlik tartışmalarını da dikkatle takip ediyor. Fransa daha önce Ukrayna’nın güvenliğini konuşmak için 30 ülkenin genelkurmay başkanını Paris’e davet etmişti. Cumhurbaşkanı Macron, bir fırsatçılık yaparak, toplantıyı AB’nin güvenliğinin konuşulacağı bir davete çevirdi. Rusya ve ABD’nin dikkatle takip ettiği bu toplantıya Genelkurmay Başkanı Metin Gürak iştirak ediyor. Dünyadaki her krizi AB Lideri görüntüsü vermek için fırsata çevirmeye çalışan Macron’un bu davet oyunu bize gösteriyor ki ilkelerin ya da doğruların değil menfaatlerin zaman diliminde yaşıyoruz. Bunun test sahası da aslında Suriye’de olup bitenler.
Türkiye, YPG için de İmralı’dan gelen çağrının belirleyici olduğu, tehdit unsurlarının mümkünse barışçıl yollardan çözüleceği bir zeminin oluşmasını istiyor ve bekliyor. Bu zemin oluşmadığı takdirde Ankara’nın B’den başlayıp Z’ye kadar giden planları mevcut...