Anna Laudel Gallery, Karaköy Bankalar Caddesi’nden Kazancı Yokuşu’na taşındı. Genç galeriler arasında özellikle takip ettiğim bir galeri olan Ana Laudel’de şimdiye kadar yapılan neredeyse bütün sergileri gördüm. Bu galeriyi benim için özel kılan geleneksel formları, sanatları günümüz sanatıyla birleştiren sanatçılara, eserlere yer açması, alan yaratmasıdır. Belkıs Balpınar, Onur Hastürk, Ramazan Can ilk aklıma gelenler.
1988 doğumlu Ramazan Can’ın son yedi yılda yaptığı üretimlerin bir araya geldiği “Ne Yerdeyim, Ne Gökte” başlıklı retrospektif sayılabilecek sergisi Anna Laudel’in yeni mekânındaa açılan ilk sergi. 18 Kasım’a kadar açık olacak sergide Ramazan Can’ın farklı dönemlerde yaptığı seriler yer alıyor. Böylelikle sanatçının şimdiye kadarki serüvenine toplu bir bakış imkânı sunuluyor. Sergiye eşlik eden kitap ise sanatçıyı anlamaya yönelik ilk elden bilgilerin toplamı olması açısından son derece önemli. Kitapta Marcus Graf’ın sanatçıyı değerlendiren bir yazısıyla birlikte, Graf’ın Ramazan Can’la yaptığı çeşitli söyleşiler yer alıyor. Çağdaş sanatın zaman zaman fazlasıyla kişisel olmasından dolayı ortaya çıkabilecek anlaşılmazlıkların önüne geçmesi açısından bu röportajların son derece önemli olduğunu düşünüyorum.
Kitsch tuzağına düşmeden
Sergide Ramazan Can’ın heykelden neon eserlere, resimlerden kolajlara farklı malzemelerle yaptığı eserler bulunuyor. Benim için Ramazan Can’ın en dikkate değer ve üzerinde durulması gereken yönü geleneksel bir form olan halıları çağdaş sanata ustalıkla entegre etmesidir. Sanatçı bunu yaparken, diğer bazı eserlerinde olduğu gibi, “ kitsch tuzağına düşmeden” kırmızı neonlarla günümüz görsel algısına ve sosyolojik gerçeklerine uygun bir yol izliyor. Hemen hemen bütün sanatseverlerin bildiği eserler üzerine yapıtığı kolajlar ise bir başka dikkate değer seri. Leonardo da Vinci’den Manet’ye kadar birçok usta sanatçının eserlerine, resmedilen kişilerin ruh halini değiştiren ve bu şekilde ortaya bambaşka bir psikolojide eserler çıkartmayı başarmış. Sanat sezonunun yeni açıldığı bugünlerde mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir sergi olan “Ne Yerdeyim, Ne Gökte”yi sanatseverlere tavsiye ederim.
Kubbealtı Koleksiyonu
Türkiye’deki en önemli yazma eserler koleksiyonu 50 yılı aşkındır kültür sanat dünyamızda çok önemli bir boşluğu dolduran Kubbaltı Vakfı’na aittir. İşin meraklıları ve uzmanları bu koleksiyonda yer alan eserlerle alakalı bilgi sahibidir. Geçtiğimiz günlerde vakıf koleksiyonunda bulunan yazma eserlerin kataloğunu yayınladı. Özenle hazırlanan bu katalogta her esere dair detaylı bilgi hem bu koleksiyonla ilk kez 60 yıl önce ilk münasebetini kuran hem de yazma eserler ve hat sanatı konusunda ülkemizdeki en önemli çalışmalara imza atmış, bu alandaki birçok serginin oluşturulmasında emeği bulunan Prof. Dr. Uğur Derman Hoca tarafından kaleme alınmış. Uğur Hoca’nın makalelerinden oluşan Ömrümün Bereketi serisinin 4. cildi de yakın zaman önce gene Kubbelatı Yayınları tarafından neşredildi.
Ekrem Hakkı Ayverdi’nin bağışladığı 193 ve kız kardeşi Sâmiha Ayverdi’den torunu Sinan Ulukant’a intikal eden üç adet yazma eser, yani toplamda 196, katalogda yer alıyor. “Geçmiş” kültürümüzü kaybolmaktan kurtarmak maksadıyla bir araya gelen bu eserlerin bugüne ulaştırılmasında emeği geçen herkese ne kadar teşekkür etsek azdır. İyi ki varlar!