Geçen hafta ressam, çizer, besteci Şafak Tavkul’un vefat ettiğini öğrendiğimde gerçekten çok üzüldüm. Bu üzüntümün temelinde Şafak Ağabey’le olan şahsi tanışıklığım yer alıyordu ama sadece bu değildi. Şafak Tavkul’un boşluğunun doldurulmasının imkânsız olduğunu içten içe biliyordum.
Şafak Tavkul’u en iyi onun kendi sözleriyle tanıyabileceğimizi düşünüyorum. Verdiği bir röportajda bakın neler söylüyor: “Önce insan olmak gibi bir derdiniz oluyor. İyi insan olmak gibi bir derdiniz oluyor. Çünkü yaptığımız iş, kibirlenmeye çok müsait bir iş. Ben hayatım boyunca şunu gördüm ki her kibirlendiğinde insanın burnu sürtülüyor, çok güzel bir şekilde. Çünkü ne kadar kibirlenseniz, hiçbir zaman o Tanrısal dengeyi yakalayamıyorsunuz. Yani o mükemmelliği hiçbir zaman bulamıyorsunuz aslında. Salvador Dali’nin şöyle bir sözü vardır: ‘Mükemmellikten korkmayın’ der ‘çünkü hiçbir zaman ulaşamayacaksınız’. Hakikaten ulaşamayacağınız bir mükemmellik. Normalde siz resim yaparken iki rengi yan yana koyarsınız uyumsuz gelir ama tabiatta hiç öyle bir şey yok. Birbiriyle son derece uyumsuz iki renk bir araya geliyor ve çok güzel bir uyum içindeler. Yaratıcınıza da hayranlığınız artıyor. Yaptığınız şey, yaratmanın ötesinde yaratıcıyı taklit etmek. Ama tabii o taklit güzel bir taklit. Yani içinde kıskançlık barındırmayan hayranlık barındıran güzel bir taklit duygusu.”
Ebceti kullanırdı
Şafak Tavkul eski zaman sanatçıları gibiydi. Tek bir alanda değil birçok alanda yetkindi. Ressamlık hep ön plandaydı. Yaptığı resimlerin içine yerleştirdiği şifrelerde eski bir gelenek olan ebceti kullanırdı. Ve bunu, bazı tabloları hariç, açıklamazdı. Tablosunun sahibi fark ederse ne âlâ fark etmezse de elbet bir gün birileri fark eder diye düşünüp açıklama ihtiyacı hissetmezdi.
Animasyon alanında yetkindi. Vefatından önce Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde animasyon dersleri veriyordu. Buradaki öğrencilerine sadece işin tekniğini değil derinliğini ve bir sanatçıda olması gerek güzel özellikleri de öğretiyordu.
Besteciydi en bilinen eseri olarak Asaf Halet Çelebi’nin İbrahim şiirine yaptığı besteyi söyleyebilirim. Aynı zamanda gitar, bağlama ve piyano çalabiliyordu. Evlendiği ilk yıllarda oturacak koltukları yokken piyanosunun olduğunu söylersem müziğe verdiği önemi yeterince anlatmış olurum.
Karikatüristti. Hasan Kaçan’la “Ustura” dergisini çıkarttı. Yaptığı karikatürler birçok başka dergi ve gazetede yayınlandı.
Okçuydu. Geleneksel Türk okçuluğuna meraklıydı. Sadece ok atmıyordu aynı zamanda bu alanda yazılmış eski metinlerin izini sürerek tarihini de araştırıyordu.
Koleksiyonerdi. Ok uçları, bıçaklar, kılıçlar, yatağanlar, kamalar, mızraklar, okçuların baş parmaklarına takarak kullandıkları zihgirler koleksiyonunu yaptığı bazı eşyalardı.
Veshasılı kelam başta da belirttiğim gibi birçok farklı alanda eserler verdi. Arkasında hoş bir sadâ bıraktı. İyi bir sanatçı ve daha önemlisi iyi bir insandı. Mekânı cennet olsun.