Yargıtay 9. Dairesi, 31 Aralık’ta yürürlüğe giren CMK’nın 102. maddesindeki tutukluluk süresini, ağır cezalık suçlarda en fazla 5 yıl, özel yetkili mahkemelerin görev alanına giren örgütlü suçlarda en fazla 10 yıl olarak yorumladı. Tutukluluk, Türkiye’nin AİHM önündeki en önemli sorunlarından biri. Yargıtay’ın yorumu, AİHM kararlarına aykırı bir durumu kurumsallaştırarak çözümü güçleştireceğe benziyor.
Her şeyden önce, AİHM açısından maddenin kendisinden kaynaklanan bir sorun var. Sözleşme’nin 5/1 maddesine göre, özgürlükten yoksun bırakılma “yasal” olmak zorunda. AİHM yasallığı incelerken, bir yandan tutuklamanın ulusal yasaya uygun olup olmadığına, öte yandan ulusal yasanın AİHM’nin koşullarını karşılayıp karşılamadığına bakar. İkinci nokta ile ilgili olarak, AİHM yasanın ulaşılabilir, açık, öngörülebilir olmasını arar. Yasa belirsizlik içeriyorsa, uygulamada karışıklığa yol açıyorsa ya da nasıl bir sonuç doğuracağı önceden görülemiyorsa, tutuklama yasal olmaktan çıkar. Keyfi bir nitelik kazanır.
CMK 102. maddenin taşıdığı belirsizlikler, bu konuda yapılan farklı yorumlar maddenin açık ve öngörülebilir olmadığını gösteriyor. Bu nedenle Sözleşme’nin 5/1maddesinin ihlali söz
Bir devletin ne ölçüde hukuk devleti olduğu o ülkedeki rejimin niteliğini de kararlaştırıyor. Hukuk devletinden uzaklatkça rejim de otoriter ya da totaliter nitelik kazanyor.
Çin totaliter bir rejimle yönetiliyor. Çin Komünist Partisi anayasanın da, hukukun da üstünde. Partiye bağlı bir komite tüm önemli davaların sonuçlarını kararlaştırıyor. Nobel Barış Ödülü sahibi Liu Xiaobo’nun 12 yıl hapis cezasına çarptırılmasının nedeni, anayasada yazılı olan temel hakların ve hukuk devletinin yaşama geçirilmesi çağrısında bulunmak.
Topluma korku egemen. Devlete karşı yargı yolu kapalı. Bu yola başvurmak hapis cezası ile sonuçlanabilir. Böyle bir sistemde hukuk devletinden, güçler ayrılığından, yargı bağımsızlığından söz etmek olanaksız.
Rusya otoriter bir yönetime sahip. Yabancı kaynaklarda, özgürlük ve demokrasi bakımından Türkiye ile aynı kategoriye giriyor. Yukos petrol şirketinin eski sahipleri Kodorkovsky ile Lebedev’in yargılanmaları Rusya’daki hukuk devletinin durumunu da gösteriyor.
Kodorkovsky ve Lebedev 2003 yılında vergi kaçakçılığı nedeniyle hapis cezasına mahkum edildiler. Cezalar 2011 yılında sona erecekti. Zimmet suçundan ikinci bir dava açıldı. 27 Aralık’da 6 yıl hapis
Oturma odasında büyük bir radyo, altında da bir pikabın bulunduğu bir evde büyüdüm. Pikabın yanındaki bölmede taş plaklar dururdu. Bu plaklardan Munir Nurettin’den “Adalar Sahilinde”yi, Müzeyyen Senar’dan “Feraye”yi, Samson Francois’dan Chopin’in “Polonez”i dinlenebilirdi. Birkaç plaktan sonra pikabın iğnesinin değiştirilmesi gerekirdi.
Radyo önemliydi. Haberlerin yanında, Orhan Boran’ın programı, Celal Şahin’in skeçleri, Eşref Şefik’in anlattığı güreş ve boks maçları, tiyatro oyunları bütün ev halkınca topluca dinlenir, üzerlerinde konuşulurdu.
Her şey transistörlü radyo ile başladı. Radyonun küçülüp bireyselleşmesi ile radyo ev içindeki seçkin yerini yitirdi.
Radyoya asıl darbe televizyondan geldi. Televizyonun yaygınlaşması, kanalların çoğalması, renkli olması ile oturma odalarında radyonun yerini televizyon aldı. Radyolar kayboldu. Bir süre sonra televizyon yaşamımızın ayrılmaz bir parçası olmuştu.
Dinleti alanında taşınabilir pikaplar, 45‘lik plaklar derken sesi kaydeden teypler çıktı. Kocaman Grundig teypler her yani sardı. Lazer teknolojisinin müzik alanına girmesi gerçek bir devrimdi. Pikabın iğnesini değiştirmeye gerek kalmamıştı. Plaklar bozulmuyor, ses kalitesi
Kapalı zihinlerden her zaman korkarım. Zihnin kapanması, aklın dışarıda bırakılması demek. Genellikle inançlara, ideolojilere, dogmalara körükörüne bağlılıktan kaynaklanır. Zihnin kapıları bir kez kapanınca kuşkuya, meraka yer kalmaz. Deneysel düşünce bu sımsıkı kapalı kapılardan içeri sızamaz. Tek doğru kapının arkasındaki doğrudur. Bu tek ve mutlak doğruyu karşıt düşüncelerle sınamak olanağı yoktur.
Zihnin kapanması otoriterliği doğurur. Demokrasiyi, çoğulculuğu reddedir. Farklı düşüncelere kapılar kapanınca, bu düşüncelerin sahipleri de darda kalır. Ötekileştirilir. Onlara hoşgörü ile bakılmaz. Her şeyi açıklayan mutlak gerçeğe tehdit olarak görülürler.
Kapalı zihinlerle aklın, deneysel düşüncenin kavgasının tarih boyunca pek çok örneği var. Gerçeği arayan, akla dayanan eski Yunan düşüncesi, M.S. 4’üncü yüzyıldan başlayarak düşüşe geçti. Roma İmparatorluğu’nun son dönemine egemen olan Hristiyanlık ve otoriter yönetimler tarafından ortadan kaldırıldı. Eski Yunan’ın düşünce geleneği, Hristiyan din adamlar tarafından dinsel dogmalara karşı tehdit olarak görüldü. Hristiyanlığın kurucularından Aziz Paul, Yunan düşüncesine karşı savaş açtı. Ona göre, Yunan düşüncesi
Economist dergisi her yıl bir demokrasi endeksi raporu yayınlar. 2010 raporu Türk demokrasisinin durumu hakkında iyi bir fikir veriyor. Rapor, demokrasi için serbest seçimlerin yeterli olmadığı noktasından hareket ediyor. Demokrasi, özgürlüklerin korunması amacına yönelik, kurumsallaşmış ilkeler ve uygulamalar şeklinde tanımlanıyor. Rapora göre, demokrasinin asgari koşulu, bireysel hak ve özgürlüklerin, azınlık haklarının güvence altına alınması, çoğulculuk, adil yargılanma ve yasalar önünde eşitliğin sağlanması.
Rapor ülkelerin demokrasi düzeyini şu beş öğe bakımından inceleyip not veriyor: Serbest seçimler, hükümetin işleyişi, siyasal katılım, demokrasi kültürü ve özgürlükler.
Rapor aldıkları notlara göre ülkeleri dört grupta topluyor. Birinci grupta tam demokrasiler var. AB ülkelerinin çoğu, Avustralya, Kanada, İsviçre, Japonya bu grupta. İkinci grup kusurlu demokrasilerden oluşuyor. Bu gruba, İtalya, Fransa, Yunanistan, Doğu Avrupa ülkeleri, İsrail, Brezilya giriyor. Üçüncü grubun adı ise, “hybrid”. Arnavutluk, Rusya, Singapur, Gürcistan, yani melez rejimler. Rapor bunlar için ‘demokrasi’ sözcüğünü kullanmıyor. Bu grup, otoriter rejimlerle demokrasiler arasındaki ülkelerden
Seçimlere 6 ay kala siyasal partilerin attıkları her adım seçimler üzerinde olabilecek etkileri bakımından değerlendirilecek. CHP kurultayına da bu açıdan bakmak gerekir.
Kurultay, seçimlere hazırlanan CHP için iki önemli sonuç doğurdu. Birincisi, parti içi mücadeleye son noktayı koydu. Partinin yeni liderliği ile partinin karar organları arasında bütünlük ve uyum içinde çalışma olanağı sağladı. Sonuçlar, örgütün her kademesinin Sn. Kılıçdaroğlu’nu desteklediğini gösteriyor. Parti içi sorunların çözümlenmesi, CHP’ye yeni siyasal projesini gerçekleştirmesi yolunda somut adımlar atması kanallarını açmış bulunuyor.
İkincisi, kurultaydaki coşku, Genel Başkan’a verilen destek, Kılıçdaroğlu rüzgârının seçimlerden önce güçlü bir biçimde CHP gemisinin yelkenlerini doldurmasına, CHP’nin seçimlere taze bir enerji ile girmesine yol açacağa benziyor. Bu coşkulu desteğin en önemli nedeni, Sn. Kılıçdaroğlu’nun güven veren, kitlelerle kolay iletişim kurabilen kişiliği yanında, Türkiye’nin üstüne çöken umutsuzluk bulutunu delip geçen bir ışık olması.
Sn. Kılıçdaroğlu’nun kurultay konuşması, CHP’nin topluma verdiği yeni mesajın ana çizgilerini içeriyor. Konuşmanın iki ana teması vardı:
Silah hangi amaçla kullanılırsa kullanılsın, başkasına zarar vermek için var olan bir aygıt. Bazı hayvan topluluklarında bile silah kullanıldığını görüyoruz. Şempanzelerin düşmanlarına karşı taş ve sopa kullandıkları biliniyor. İlkel insan topluluklarında silah önemli bir yer tutuyor. Hem avlanmaya, hem de tehlikeli vahşi hayvanları uzakta tutmaya yarıyor.
İlkel toplumlardan farklı olarak, günümüzün uygar dünyasında silah insana karşı kullanılıyor. Hayvanlara karşı silah kullanılmasına ise “spor” adı veriliyor.
Umut Vakfı’nın rakamlarına göre, Türkiye’de yılda dört bine yakın kişi ateşli silahlarla öldürülüyor. Yedi bin kişi de yaralanıyor. Cinayetlerin yüzde altmışında ateşli silah kullanılıyor. Her 10 kişiden birinde ve her üç evden birinde ateşli silah mevcut. Tartışma, kıskançlık, namus gibi önceden tasarlanmamış olaylarda silah kullanımı yüzde 90 gibi yüksek bir orana sahip.
Bu rakamlar, Türkiye’de bir silah kültürünün varlığını ve silah taşımanın kolaylıkla şiddete dönüştüğünü gösteriyor.
Böyle bir toplumu yöneten sorumlu bir hükümetin, silah yasasını yenilerken ne yapması beklenir? Silah bulundurmayı güçleştirecek, bireysel silahlanmayı önleyecek önlemler alması, değil
AİHM dün açıklanan kararında, HADEP’in kapatılmasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin siyasal partilere ilişkin 11. maddesini ihlal ettiği sonucuna vardı. Bu AİHM’nin Türkiye’de siyasal parti kapatmaları ile ilgili olarak verdiği 11. karar. Refah Partisi davası dışındaki tüm davalarda AİHM Sözleşme’nin ihlaline karar verdi.
Bütün bu kararlara yön veren ilke siyasal partilerin demokratik bir toplumdaki önemi. AİHM bütün kararlarında siyasal partilerin demokrasinin vazgeçilmez bir unsuru olduğunun altını çiziyor. Refah Partisi kararında AİHM partinin sunduğu siyasi projenin demokrasinin ilkeleri ile bağdaşmadığı sonucuna varmıştı.
HADEP kararında AİHM Anayasa Mahkemesi’nin kapatma kararının dayandığı gerekçeleri inceledi. Karardaki Güneydoğu’da teröre karşı verilen mücadelenin HADEP’liler tarafından “kirli savaş” olarak nitelendirilmesi, HADEP merkezinde MED TV seyredilmesi, HADEP kongresinde Hadep üyesi olmayan biri tarafından Türk bayrağının indirilmesi gibi gerekçelerin demokratik bir toplumda bir siyasal partinin kapatılması için yeterli olmadığı görüsüne vardı. Anayasa Mahkemesi’nin partiyi kapatmak yerine devlet yardımını kesilmesi seçeneğini incelemediğine dikkat