Milano, tekstil modasının merkezlerinden biri olmasının yanında birçok sektöre de liderlik yapan büyük bir şehir. Aynı zamanda Roma’nın üzerinden birçok yükü aldığını da biliniyor.
Yiyecek-içecek alanında atıştırmalık ve içki sunan aperativo barlar oldukça büyük yer tutuyor. Bunun yanı sıra İtalyan lezzetleri ya da sadece deniz ürünleri olan balık lokantaları her akşam müdavimleriyle ve turistlerle buluşuyor. Hemen hepsi, görselleriyle ilgi uyandırıyor. Siz daha menüye bakarken genç bir kız, İtalyanların başlangıç içkisi proseccoyu ikram ediyor. Bunu öyle bir samimiyetle yapıyor ki, mecburen kabul edip, çoğu kez mekanın misafiri oluyorsunuz. Bir tavsiye üzerine şehrin sanat mahallelerinden Brera’daki II Cestino’yu akşam yemeği için seçtik. Doğru da yapmışız. Tunuslu garson Abdul Badrouss başta olmak üzere, ekip takdiri hak ediyor. Üstelik yemekler lezzetli ve makul fiyatlı.
Başlangıç bölümünde, kişi sayısına göre tepsiden deniz ürünlerini seçebiliyorsunuz. Diğer başlangıçlara bakacak olursak, üç farklı balığın çiğ halinden marine edilerek yapılan ve özel soslarla sunulan tabaklar başarılıydı. Katalonya stilinde masaya gelen yengeç ve büyük karides denenebilir. Sote deniz
Koç Grubu’nun Türkiye’ye kazandırdığı tarihi eserlerden biri de Ankara Çukurhan. 16. yüzyıl sonuna kadar uzanan ve Osmanlı döneminde konaklama ve ticari fonksiyonlarla deve bağlama yeri olarak kullanılmış gerçek bir han. Bölgenin özellikle tahıl, kuruyemiş, tiftik ve yün ticaretinin merkezi...
Dünya Anıtlar Fonu tarafından hazırlanan listede, kurtarılmayı bekleyen 100 yapıttan biri. 2007 yılında başlayan restorasyon 2010 yılında bitmiş ve 60 yıllık tarihiyle Türkiye’nin ilk otel zincirlerinden olan Divan Hotelleri, burada ilk müze otelini açmış.
Burada kullandığım tabir, aslında hotel literatürüne sadık kalınarak kullanılmıştır. Çünkü 19 odanın hepsi başka bir temayla dekore edilmiş. Benim yattığım odada at teması kullanılmıştı. En çok hoşuma giden şey, benden önce odada yatan kişinin joker çizmelerini kalıplara takıp unutmuş olması oldu.
Han lobisinde oturmak, yüksek tavanlı balkonlarıyla ayrı bir zevk. Safranhan Brasserie’de, Divan Grubu’nun CEO’su Richard Aperbaum’un misafiri olarak özel bir yemeğe ve hemen yan tarafta yer alan Rahmi Koç Müzesi’ni gezmeye davetliydik. Sizlere Brasserie üstü hizmet veren bu restorandaki yemeklerden bahsedeceğim. Tabii ev sahibi;
Tarihi, moda merkezi oluşu, damak tadımıza yakın lokantaları ve sıcakkanlı insanlarıyla bir başka güzeldir Roma... Son yıllarda her gidişimde bahsini ve yemek kalitesindeki farkını duyduğum Pierluigi’de yemek yeme şansını bulamamıştım. 1938 yılında Umberto Pierluigi’nin kurduğu bu mekanı merak ediyordum ve damak tadına çok güvendiğim dostum Zekiye Kural da buranın müdavimiydi.
Üç ay öncesinden restoranın müdürü Giorgio Zoneolla’yla temas sağlayıp, rezervasyon yaptırdım. Bu sayede eşinin Midilli Adası’ndan olduğunu, Ayvalık’ı da çok sevdiğini öğrenmiş oldum. Bu yaz Cunda Adası’nda buluşma kararını da aldık.
Yerimize oturur oturmaz masaya gelen zarif bir sömmelier, önce hatrımızı ve nereden geldiğimizi sorup, Prosecco ikramında bulundu. Başlangıç hoş, menü gösterişli değil. En güzel tarafıysa balıkları canlı canlı görüp, seçmemiz ve fiyatlarını bilmeniz.
Teraziye gözümüzün önünde konulup, fişinin kasaya verildiğine şahit olduk.
Özellikle şarap menüsü, lüks restoranların aksine çok pahalı olanlarla doldurulmamış. Son derece yeterli ve hesaplı. Sağda solda tek bir boş masa yok. Servis, İsviçre saati gibi çalışıyor. Giorgio’nun yüzündeki tebessüm her an her yerde eksik olmuyor.
Balıkla
Uzun yıllardır birlikte mesai yapmaktan zevk duyduğum Aytekin Batmaz, yine muhteşem bir projeye imza attı. Bize Swissotel The Bosphorus’un yenilenen restoranında Azerbaycan yemeklerini tanıttı. Sevgili Ali Çağatay’la memleket meselelerini, İstanbul’un sorunlarını ve en önemlisi de 2017 Türkiye turizmini konuşup, kardeş ülkenin birbirinden güzel yemeklerini tattık. Ziyafet, tarhın ve limon şerbetiyle başladı. Masada, bizde ‘bahçe’ diye tabir edilen sebzeler ve baharata sarılı peynir topları ve popüler kuru meyveler, sonda olduğu gibi başta da vardı.
Bakü Mutfak Birliği Sorumlusu Ceylan Hanım, ilk olarak Mangal Salatası getirdi. Közlenmiş patlıcan ve çeşitli sebzelerle bezendirilmiş bir başlangıç. Arkasından menüde yanlış tercüme edilmiş sebze salatası geldi, ismini ev sahibi, Azerbaycan Turizm Temsilcisi Nurlana Çakmak hemen düzeltti. Yine köylerinde ‘kükü’ diye tabir edilen, bizdeki mücvere benzeyen yemek, çok beğendiğim bir diğer başlangıç oldu.
Ana yemeklerdeki en muhteşem tat, Pip adı verilen ve koyun yoğurduyla sunulan, yabani fıstık ağacının yapraklarına sarılmış dere otlu, etli dolmaydı. Balık sırdağı adı verilen, sebze yatağında somon balığı ve masadaki herkesin ortak
Beyoğlu’nun en özel iş merkezi olan Odakule’nin tam karşısındaki çarşıda yer alan Ponte Restaurant’a yıllar önce rahmetli kuzenim Mehmet Akçay’ı ziyaret için gitmiştim. Burası avukatlık, mali müşavirlik, yayınevi, ithalat / ihracat firmalarının bulunduğu, son iki katının bir cephesinin İstiklal’e, bir cephesinin Haliç’e baktığı, düzenine ve manzarasına bayıldığım bir yer.
Yıllar sonra bu kez bir vesileyle yemeğe gittim ve eski mesai arkadaşlarımdan Rasim Orbay, Ergin Sarıkaya ve Celal Akkök’le karşılaştım. Üçü el ele vermişler, bu oluşumu kurmuşlar. Sohbet sırasında farkında olmadan gözüm televizyon ekranına takıldı. Michelin yıldızlı şeflerin dünyanın çeşitli yerlerinde yaptıkları yemekleri gösteriyordu. Önce bir kanalda oynayan program zannettim. Sonra Celal Akkök’ün bir derlemesi olduğunu öğrenmek doğrusu beni hem sevindirdi, hem de şaşırttı. Nedenini sorduğumda, “Hedefimiz bu yemekleri yapmak” cevabını aldım. Gerçekten yılların aşçıbaşısı, Merit’in eski şeflerinden Mustafa Kantar belli tabaklarla başarıyı yakalamış.
Ponte’de aslında yemeklerden önce Boğaz manzarası geliyor. Restoranın konsepti de enteresan. Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin yemeklerini sunuyor. İspanya, Fransa,
İsviçre’ye bu seferki gidişimde bazı kuralların değiştiğini görmek beni hem endişelendirdi, hem de güvende olduğum hissini verdi. Lugano Como trenindeki iri bomba köpeği, kompartımanda hepimizi kokladı. Güvenlik görevlisi, harbe gidecekmiş gibi görünen kıyafetiyle çok hoş bir izlenim vermedi. Güven ve endişe her yeri sarmış.
Torno’ya yaklaştığımızda, Como’dan gölde dolaşmak için gişe memurundan bilet aldım. Ve görevliyle, “Nerede mola verelim?” diye sorunca “Torno’ya mutlaka gidin, sakinlik ve huzur vardır” yanıtını verdi. Kaptan anons ettiğinde çımacıya “Bu kasabada yemek yiyecek bir yer biliyor musunuz?” diye sordum. “Como’da Türk bir ailenin çok iyi restoranı var, oraya gidin” yanıtını alınca duygulandım. Biz Türkler yurt dışında da başarılıyız dedim içimden.
Gelelim şimdi Ekinciler’in İsviçre hikayesine... Ailenin babası 1979’da yasal olmayan yollarla Sivas Şarkışla’dan İsviçre’ye kadar geliyor ama yakalanıp İtalya’ya geri gönderiliyor. Yılmıyor tekrar deniyor ama başaramayınca Como’da kalmaya karar veriyor. Bir İtalyan restoranında bulaşıkçı olarak işe başlıyor. “Azmin elinden hiçbir
şey kurtulamaz” prensibiyle komi, garson ve servis şefi oluyor.
Altı yıl şeflik yaptıktan
Miami’de Royal Caribbean Cruise’un iki yıl önce yaptığı yeni konseptli lokantalar arayışına 18 proje katılmıştı. Uzun tartışmalardan sonra bunlardan üçünün hayata geçirilmesine karar verildi. Bu toplantıda şu an dünyanın en yeni ve en büyük gemisi Harmony of the Seas’i yöneten İrfan Hürriyetoğlu da yer almıştı. Wonderland, Sabor Meksika Restoranı, suit ve kral dairelerine ‘fine dining’ hizmeti verecek olan Coastal Kitchen, şu anda uygulamaya konulanı. Wonderland, bunlar içerisinde en popüler olanı. Rezervasyon kuyruğu olan, promosyon yapılmayan ve yok satan tek yer. Projenin yaratıcısı Michael Gilligan, buluşuyla ne kadar övünse az.
‘Alis Harikalar Diyarında’ filminde olduğu gibi Harmony of the Seas gemisinin 12’nci katında asansörden inince, tavşan yuvası çukurunun yoluna düşüyorsunuz. Karşınıza loş ışıklar altında anahtarı olmayan altın bir kapı çıkıyor. Bu kapının sembolik anahtarları, dekorasyonun bir parçası olarak restoranın ana yemek salonu katındaki şeref masasının üzerine asılmış.
Bu kapıdan bar bölümüne geçer geçmez kulağımız, bildiğimiz film müzikleriyle doluyor. Alis’in barında sadece ona ait beş kokteyl bulunuyor. Bunlar değişik ürünlerle yapılmış yoğurt, yumurta
Bodrum’da oturanlar, maalesef evlerinin önünden ve şehirdeki koylardan denize giremezler. Deniz taşıtınız yoksa, tek çözüm beachlerden birisine gitmektir. Bu tip dinlenme, yeme - içme ve kalma yerleri de artık kompleks haline geldi.
Bu yazımda, bir gurmenin yönettiği çok popüler bir tesisten bahsedeceğim.
Bodrum ve Çeşme, ülkemizin en popüler tatil bölgeleri. Şimdilerde bu iki sahil şehrimiz birbiriyle yarışıyor. Şu an için bu konuda Bodrum’u daha önde görüyorum.
Tayfun Topal ve ekibi tarafından yenilenen X Beach, Yalıkavak’ın en güzel koyu Tilkicik’te yer alıyor. Boyutu ve dekorasyonu birbirinden ayrı 45 oda, açık ve kapalı yüzme havuzları, SPA, sauna ve Türk hamamıyla adından söz ettiren Highlight Hoteli; 50 kişilik iskelesi ve en önemlisi Ginger restoranıyla tam bir cazibe merkezi.
Beach aslında çok enteresan düzenlenmiş. Maldivler’deki açık hava otellerini andırıyor. Bembeyaz bir kum, pırıl pırıl bir denizi var. Ama uzun yıllardır insanlar kuma basmaktan, ayaklarını kirletmekten nedense korkuyor. Burada da birçok yer, Yeni Zelanda’dan getirilen tik ağacıyla kaplanmış. Locaların döşemelerini dekoratör Belgin Açıkalın yapmış. Her locada koltuklar, perdeler, çift ve tek kişilik