Bodrum, son iki yılda maalesef çok ciddi yabancı turist kaybına uğradı. İmdada yerli turist yetişti. Bu yılki tabloyu Bodrum’da oteli olan bir dostuma sordum. Geçtiğimiz seneye nazaran daha ümitli olduklarını söyledi. Bir taraftan da koy ve şehir merkezinde inşaatlar devam ediyor, mekanlar el değiştiriyor ve yeni yeni isimler geliyor.
Bahçesinde keman ve akordeon eşliğinde etler yenilen, Güneydoğu’nun kuru patlıcan dolmalarının tadına bakılan ve kuyu kebabıyla ün salan Karski, bu yaza hızlı gireceğe benziyor. Özellikle de yeni geliştirdiği ızgarasına
çok güveniyor Adnan Şen.
Yalıkavak Marina’ya giden Kazım Ak’ın Tango’sunun yerinde şu an büyük bir faaliyet var. Oraya da The Tudors Pub açılıyor. Hemen yanına, İstanbul’dan tanıdığımız ve 1 Mayıs’tan itibaren fasılın yer alacağı bir meyhane olarak Biz Bize hizmet verecek.
Bodrum’un sevilen pastanesi Yunuslar, yanındaki dükkanı kendi alanına katmış, menüsünü de kahvaltıdan yemeğe, içkiye ve hafif müziğe kadar uzanan geniş bir yelpazede hazırlamış. Belediye Marina’nın karşısındaki sokakta ‘Raşit’in kafesi’ diye bilinen, şimdilerin Bodrum Cafe’si bu yıl kendini epeyce yenilemiş. Özellikle terasında ve bahçesinde sakatat çeşitleri sunmaya
Geçtiğimiz hafta kulübün efsanevi şefi Feyyaz Usta, İstanbul aşığı ünlü bir İtalyan şefini ağırladı. Giovanni Terracciano, Napoli taraflarında Brusciano isimli bir kasabada doğmuş. Hayatının ilk yıllarından itibaren mutfakta çalışmış. Komilikten başlayarak bugünlere gelmiş. Şimdilerde başarısını her zaman takdir ettiğim Mövenpick Otel Genel Müdürü Bozkurt Atabek’le çalışıyor. Ben ise kendisiyle 2008 yılında Kıbrıs’ta Merit Otelleri’nde çalışma imkanı bulmuştum.
Şimdi gelelim muhteşem geceye ve Türk içkileriyle İtalyan yemeklerinin eşleşmesine... Masalarımıza oturur oturmaz, Doğan Sezek yönetimindeki kulüp servis ekibinin sunduğu burrata, közlenmiş patlıcan, karides salatası, kiraz domates ve balzamik incileriyle süslenmişti. Dikkat ettim her masadan birkaç misafir, bir ressamın tablosu misali tabağın fotoğrafını çekiyordu. Arkasından karışık deniz mahsüllü ‘calamarata’, yani ev yapımı makarna, kabak, balık yumurtası rendesi ve mürekkep balığı sosuyla sunuldu. Benim ağız tadıma tam
uymadı doğrusu ama yine de nefisti.
İkinci ara sıcak olarak gelen lezzet, yine denizlerdendi. Ispanak, yer elması, kuşkonmaz, kum midyesi ve limon sosla sunulan lagostan sonra birinci raunt, Mövenpick’in
İstanbul’da bazı mekanlar, her vasfıyla uygun lokasyonlarda bulunmalarına rağmen başarısız oluyor. Mesala, dünyaca ünlü restoranlardan Cipriani, Hakkasan, Spice Market, Benihana ve ona benzer bazı kuruluşların sonlarını, fiyat-kalite dengesini oturtamamaları ve misafirle uyum sağlayamamaları getirdi diye düşünüyorum. Ama aynı zamanda yeni nesilden yiyecek-içecek sektöründe başarılı olan çok kişi var. Çok takdir ettiğim ikisini yazmadan geçemeyeceğim. Biri Tayfun Topal, diğeri ise Uğur Karabayır. İnanıyorum ki, yakında onların markalarını da yurtdışında göreceğiz.
İstanbul’da son zamanlarda moda olan müzikli yemek akımına yeni bir oyuncu girdi. Şimdi sizlere biraz ondan bahsetmek istiyorum. Levent’te Hyatt Centric Oteli’nin içinde açılan bu mekanı hiç duymamıştım. Fakat cumartesi kahvaltılarımızın vazgeçilmez ismi çok sevgili Behzat Gerçeker’in, kadim dostumuz Fikret Ercan için verdiği doğum günü partisine gidince, böyle bir güzelliğin varlığından haberim oldu. Bu vesileyle şimdiye kadar şahit olmadığım, ENBE Orkestrası’nın Olympia gösterilerine taş çıkartacak şovunu da izledik...
Enfes ve değişik tatlar
İnanın, son yıllarda akşam yemeğinden bu kadar haz almamıştım. Tabii tüm
Güney Fransa’nın sosyal hayat, lüks tüketim ve jet sosyetesinin merkezi Nice’de mevsim kış da olsa, hafta sonu geçirmek keyifli oluyor. Sahil yolundan giderseniz, her koyda motor yatlar, birbirinden şık lokantalar, son model arabalar, her tepede başka tarihi konsept ve Orta Çağ’dan kalma mini yerleşim merkezleri görmek mümkün...
Ne mutlu ki her yer çiçeklerle kaplı, tertemiz ve bakımlı. İnsanın içinden gezdikçe gezmek, keşfettikçe daha ileri noktaya gitmek geliyor. Sahillerde tek bir çöp ve bir damla atık yok. Dilenciye dahi rastlamıyorsunuz, en fazla gördüğünüz yaşlı alkol bağımlıları... Yeme-içme mekanları tarz olmuş, kışın bile bütün lokantalar, hem gündüzleri hem de geceleri dolu. Basit bir sandviççiden Michelin yıldızlı restoranlara kadar...
Gelelim bu haftaki mekanımıza... İstinye Park’ta yer alan İstanbul’un en iyi lokantalarından La Petite Maison’ın ağa babası, Nice’in eski şehir bölümünde, çiçek pazarında yeşil gizli bir vaha içinde bulunuyor. İçeri girdiğinizde, bembeyaz örtülü mütevazı bir lokanta fakat menüyü incelediğinizde Güney Fransa’nın engin mutfağının tümüyle mevcut
olduğunu görüyorsunuz.
Oturur oturmaz, klasik kruton (fırında kurutulmuş, ince kesilmiş bölge
Beylerbeyi, tarih boyunca sahillerinde insanların şarkılar söylediği, adına bestelerin yapıldığı, Boğaziçi’nin ayrıcalıklı semtlerindendir. Misina Balık ise Fenerbahçe’de kuruldu, daha sonra Göztepe’de bir şube açtı ve en sonunda Beylerbeyi’ndeki yeni yerinde hizmet vermeye başladı. Misina denince akla, Suat Yılmaz gelir. Hayatı boyunca restoranlarda çalışmış olan Yılmaz’ın enteresan bir hikayesi var. Ardahan’dan İstanbul’a tayin olan öğretmeni, onu da okuması için yanında getiriyor. Suat Yılmaz, hem tahsilini yapıyor, hem de yiyecek-içecek sektörünün her bölümünde çalışıyor. Zamanla da kardeşleriyle beraber üç başarılı restoranın sahibi oluyor.
Bugünkü yazımda, size Beylerbeyi’ndeki Misina’da yediklerimi anlatacağım. Soğuk mezeler, gayet modern bir tarzda ve alışıla-gelmişin dışında... İlk tabakta Japon mutfak kültüründen esinlenilmiş; karides, somon, kılıç ve hamsinin şaşimisi (marine edilerek çiğ sunulan) yapılmış. Yanında bir soya sosu ve vasabi eksik diyebilirim. Devamında bu yıl yapılmış, tuzu tam kıvamında bir lakerda ve başarılı enginar ceviche geldi. Başlangıçlar bunlarla sınırlı değil, avokadolu peynir ezmesi ve patlıcanlı söğürme salatası da yiyebilirsiniz. Tavsiyem,
Gün geçtikçe İstanbul’un yeme-içme konusundaki başarılı adresleri, genç neslin eline geçiyor. Altını çizerek ifade etmek istediğim en güzel yanı ise, bu mekanların ailelerinden kalmamış olması. Uka Group bünyesinde bulunan Martinez ve Hudson’ın sahibi, aynı zamanda kızım Aylin’in arkadaşı olan Uğur Karabayır ve eşi İrem’le geçtiğimiz günlerde Martinez’de buluştuk ve Akasya AVM içinde açacakları büyük projeyi konuştuk.
Beni çok etkileyen bu komplekse geçmeden evvel, Akmerkez’in en sevilen yerlerinden olan Martinez’den biraz bahsetmek istiyorum. Gittiğimiz gece, hemen hemen hepsinin müdavim olduğunu öğrendiğim altı masada da doğum günü kutlaması vardı. Kaliteli ve son derece sosyal yaşayan bir kitleye ulaşmayı başarmışlar.
Yemeklerin lezizliği ve bazı geceler yaptıkları müzikler, bunda önemli bir rol oynuyor. Menüyü incelediğimde her zevke göre bir şeyler bulunabileceğini fark ettim. Masaya oturur oturmaz gelen kalın siyah mermerin üzerindeki, sağında tuz,solunda karabiber olan trüflü tereyağı ve kendi yaptıkları sıcak ekmekler çok hoştu. İlk olarak tattığımız pancarlı karabuğday salatası, hakikaten nefis ve hafif bir tabaktı. Ben en çok sosunu beğendim.
Dana etinin tadını
Uçaktan inerken bile fark edilen muhteşem manzarasıyla Stockholm, adeta bir dantel oyası misali, irili ufaklı 14 adadan oluşuyor. Şehrin her noktasında karşınıza kanal ya da buram buram tarih kokan bir bina çıkıyor. Zira bölge, tümüyle korunmuş ve değerlendirilmiş. Çok yüksek bina neredeyse yok, olanlar da göze batmıyor zaten.
Kralın çalışmalarını yaptığı Stockholm Kraliyet Sarayı, aynı zamanda müze gibi gezdiriliyor. Kanal turları da mevsimin elverdiği ölçüde turistler tarafından tercih edilen popüler bir aktivite...
Gördüğüm o ki, Türk işadamları oldukça etkin. Özellikle de yiyecek-içecek sektöründe söz sahibi durumdalar. Gayriresmi rakamlarla 70 bin vatandaşımız hayatını İsveç’te kazanıyor ve yaşıyor. Nobel ödüllerinin verildiği Konsert Huset ve ardından akşam yemek davetinin yapıldığı Stockholm Belediye Sarayı salonları görülmeye değer.
Opera, tiyatro ve müzeleriyle tam bir çekim merkezi Stockholm. Gelecek haftalarda sizlerle bu güzel şehirdeki gerçek bir İsveç lokantasının öyküsünü paylaşacağım. Bugün ise dünyanın dört bir yanına dağılmış
gençlerimizden biri olan Nevzat Erdoğan’ın başarı hikayesinden bahsedeceğim.
1985 yılında lisenin son sınıfına geçtiğinde İsveç’le
Bazı mekanlar, her geçen gün artan müdavimleri sayesinde hangi adreste olursa olsun yaşar. O ağız tadına kavuşmak için uzun yollar, zor da olsa çekilir. Zira dönüşünde lezzetten kaynaklı mutluluk garantidir. Selimpaşa’daki Sofram da işte tam böyle bir adres... Hem İstanbul’un birçok yerinden hem de Tekirdağ’ın içinden her hafta sonu ya da akşamları birçok insan, Hüseyin ile kardeşi Kaan Kankaya’nın yemeklerini yemeğe ve sohbet etmeye, tam 42 yıldır geliyor. Şimdi bu güzel balık lokantası, ikinci neslin elinde. Beş yıl öncesine göre ciddi ciddi modernleşmiş ve yeni tatlar menüye eklenmiş.
Masaya oturur oturmaz, somon-ahtapot-yeşil zeytin carpaccio ve tarama, sıcak mısır ekmeğiyle geliyor. Siz bunları tadarken, ortaya büyük bir kase içerisinde Sofram Salatası arz-ı endam ediyor. İçinde neler mi var? Bir kısmını saymak isterim,
13 değişik Anadolu otu, reyhan, limon çiçeği, üç cins Ege üzümü, nar taneleri, domates, salatalık, roka ve yeşil salata... Salatayla beraber aynı anda küçük kaselerde tadımlık olarak levrek parçalı balık suyu çorbası geliyor ki, içinde un ve sos bulunmaması beni çok memnun etti.
Alkışı hak ediyorlar
Arkasından balık mezeleri kervanı gelmeye başladı. En önde