Uçaktan inerken bile fark edilen muhteşem manzarasıyla Stockholm, adeta bir dantel oyası misali, irili ufaklı 14 adadan oluşuyor. Şehrin her noktasında karşınıza kanal ya da buram buram tarih kokan bir bina çıkıyor. Zira bölge, tümüyle korunmuş ve değerlendirilmiş. Çok yüksek bina neredeyse yok, olanlar da göze batmıyor zaten.
Kralın çalışmalarını yaptığı Stockholm Kraliyet Sarayı, aynı zamanda müze gibi gezdiriliyor. Kanal turları da mevsimin elverdiği ölçüde turistler tarafından tercih edilen popüler bir aktivite...
Gördüğüm o ki, Türk işadamları oldukça etkin. Özellikle de yiyecek-içecek sektöründe söz sahibi durumdalar. Gayriresmi rakamlarla 70 bin vatandaşımız hayatını İsveç’te kazanıyor ve yaşıyor. Nobel ödüllerinin verildiği Konsert Huset ve ardından akşam yemek davetinin yapıldığı Stockholm Belediye Sarayı salonları görülmeye değer.
Opera, tiyatro ve müzeleriyle tam bir çekim merkezi Stockholm. Gelecek haftalarda sizlerle bu güzel şehirdeki gerçek bir İsveç lokantasının öyküsünü paylaşacağım. Bugün ise dünyanın dört bir yanına dağılmış
gençlerimizden biri olan Nevzat Erdoğan’ın başarı hikayesinden bahsedeceğim.
1985 yılında lisenin son sınıfına geçtiğinde İsveç’le tanışmış bu başarılı Türk. Hem okumuş, hem de bir lokantada fırıncı çırağı olarak çalışmış. Kısa bir zaman sonra ise para biriktirmiş ve ustalıktan patronluğa terfi etmiş. Uzun yıllar bu şekilde birkaç mekan işlettikten sonra, satın alıp bir kat daha büyüttüğü Ciao Ciao IV. adlı restoranını Vanadisplan semtinde kurmuş.
İtalyan pizzaları çok meşhur
Hafta içi saat 17.00’dan 23.00’a kadar çalışıyorlar, hafta sonları ise tüm gün açık. En ünlü yemeği İtalyan pizzaları. En favorileri ise ton balıklı ve mantarlı. Hem beyaz un, hem de mısır unu kullanıyorlar. Zaten bu sektör, Stockholm’de Türklerin elinde denebilir. Son yıllarda fırının başına Konyalı Erdoğan Bozdağ geçmiş. Mutfak ise Iraklı Şakko’ya emanet. Makarnalar çok çeşitli, en sevilenleri deniz mahsüllü ve etli olanları. Yemeğimizi beklerken, lokantasının minimal dekorasyonuna tezat duran Murano kristali avizeleri ve aplikleri inceledim. Merakımı gidermek için sorduğumda, Venedik civarındaki tüm imalatçıları gezdiklerini, sonunda bunları bulduklarını ve dekorasyonu bozmamak adına başka bir şey asmadıklarını söylediler. Son olarak sandalyeleri de İstanbul’da el işçiliğiyle ürettirdiklerini söylediler.
Başlangıçta yediğimiz deniz mahsulleri tabağındaki gerek Jumbo karides, gerekse diğer kabuklular tam anlamıyla nefis pişmişlerdi. Bu arada yan masaya gelen bonfile dikkatimi çekti. Ben de tadına bakmak istedim, zira garnitürleri ressam paletindeki renkler gibiydi. En az 250 gram ağırlığında nar gibi pişmiş, üç parmak kalınlığında bir etti. Bitince hem bizden hem de komşu masadan takdir topladı. Zaman zaman Türk gruplara da ev sahipliği yapan bu restoranın en önemli tatlısı limoncello sorbe, ev yapımı panna cotta ve tiramisu. Her şey son derece taze ve günlük yapılıyor, genelde akşama bitmiş oluyor.
Stockholm’de kaliteli bir akşam yemeği sunan, çok sık anavatana gelip lokantalarda inceleme yapan ve ayrıca İtalya’daki yenilikleri de takip eden başarılı yatırımcı Nevzat Erdoğan’ı tanımak, beni çok memnun etti.